Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu’da kent merkezlerindeki çatışmalar
devam ediyor. Hemen her gün Güneydoğu’dan ölüm haberleri geliyor.
Giderek artan sosyal ve ekonomik maliyetlere rağmen taraflarda
çatışmaların soğutulmasına yönelik bir girişim yok. Ankara ne pahasına
olursa olsun kararlılıkla terörle mücadeleye devam edileceği mesajları
verirken, PKK da çatışmaların şiddetlenebileceğine dair sert uyarılarda
bulunuyor. En son PKK’nın şehirlerdeki yapılanması KCK Yürütme Konseyi
Eş Başkanı Cemil Bayık “Yakında Türkiye içinden ve dışından gelen başka
örgütlerle birlikte bir devrimci direniş cephesinin kuruluşunu ilan
etmeyi öngörüyoruz" diyerek gelecek aylarda Türkiye'deki çatışmaların
ağırlaşacağı tehdidinde bulundu.
Görünen o ki, bu kış halen çatışmaların devam
ettiği başta Cizre, Silopi, Diyarbakır, Şırnak, Nusaybin, Silvan ve
Mardin olmak üzere Güneydoğu’daki 13 kent merkezinde çok sert geçecek.
Peki ya Türkiye’nin batısı? Bu soruya cevap verebilmek için
önce sahadaki duruma bakmak lazım. Şu anda Ankara kent merkezlerinde
halen çatışmaların devam ettiği mahalleleri diğer mahallelerden,
çatışmaların olduğu kentleri de Türkiye’nin geri kalanından bir kuşatma
stratejisiyle tecrit etmeye çalışıyor. Uzun soluklu bir abluka olarak
tanımlanabilecek bu stratejide temel hedef içerideki PKK’lıların
lojistiğini keserek, onların mücadeleye devam etme azim ve kararlılığını
kırmak. Ankara içeridekiler pes ettikten sonra da çatışma alanlarına
ciddi askeri yığınaklanma yaparak, sabit karakollar kurarak bu
mahalleleri elde tutmayı planlıyor. Bu kuşatma stratejisi nedeniyle
PKK’nın içindeki tecrübeli dağ kadroları ile YDG-H’li gençlerin müşterek
oluşturduğu grupların önümüzdeki günlerde silah, mühimmat ve lojistik
sıkıntısı çekeceği kesin. Örneğin, günlerdir elektriğin olmadığı Cizre
ve Silopi’de şimdilerde su sıkıntısı da baş göstermeye başlamış. Yine
çatışmalarda yaralananların hastanelere tahliyesi de en önemli sorunlar
arasında. İşte Türkiye’nin batısının bu kışı sakin geçirip geçirmeyeceği
sorusu PKK’nın Ankara’nın bu kuşatma stratejisine nasıl cevap
vereceğiyle doğrudan alakalı. PKK’nın elinde bu kuşatmayı kırabilmek
için tek koz bulunuyor: Üzerindeki baskıyı hafifletebilmek ve cepheyi
genişletmek için çatışmayı Türkiye’nin batısına taşımak.
Aslında İstanbul’un bazı semtlerinde son bir aydır sokaklar
hareketli. Bu da yukarıda bahsedilen stratejinin ilk emarelerini
veriyor. Son bir ayda İstanbul’un çeşitli semtlerinde 50’ye yakın araç
polise direnen kimliği belirsiz kişilerce kundaklandı.
Son olarak, 23 Aralık’ta İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı
uçak park sahasında saat gece iki sularında birbirinden yaklaşık 100
metre mesafede, arka arkaya dört farklı patlama meydana geldi. Patlamada
temizlik işçisi bir kadın hayatını kaybetti. İlginç şekilde bu
patlamalara ilişkin hala yetkililerden resmi bir açıklama gelmedi. Türk
medyası da tam üç gün bu saldırıyı görmezden geldi. Nihayetinde 26
Aralık’ta saldırıyı, kurucuları arasında PKK'dan ayrılan bazı kişilerin
de bulunduğu Kürdistan Özgürlük Şahinleri yani TAK (TeyrêBazên Azadiya
Kurdistan) üstlendi. "Güneydoğu'daki operasyonlar nedeniyle böyle bir
saldırının gerçekleştirildiğini" bildiren örgüt açıklamasında “Kürt şehirlerini harabeye çeviren bu faşist saldırılara karşı yapılmıştır” ifadelerini kullandı.
Açıklamanın son cümlesi ise dikkat çekici: “Artık
Türkiye’nin batıdaki şehirlerinde de insanlar o kadar rahat
yaşayamayacaklar. Bundan sonra Türkiye’ye gelecek uluslararası havayolu
şirketleri ve Türk vatandaşı olmayan yabancı turistlerin can
güvenliğinden TAK olarak biz sorumlu olmayacağız".
PKK’nın 2003’teki bir toplantısında kurulan TAK örgütün
şehir merkezlerindeki terör eylemlerini düzenliyor. Örgüt tamamen
bağımsız bir yapı gibi hareket ediyor. Eylem kararlarını kendi alıp,
kendisi planlıyor ve icra ediyor. Yaptığı eylemler PKK tarafından
üstlenilmeyen TAK’ın alt yapısını PKK liderlerinden Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Mustafa Karasu oluşturmuştu.
Şehir eylemleri için kurulan TAK’ın adı önce “metropol
intikam timleri” idi. Önceleri korsan gösteri, yol kesme ve molotoflu
eylemler yapan grup, 1999’da silah bırakan PKK’yı “pasif kalmakla”
suçlamıştı. Bu da grubun örgütün kontrolünden çıktığı iddialarına neden
olmuştu. TAK son olarak, 22 Haziran 2010’da İstanbul Halkalı’da bir
askeri personel otobüsüne bomba atarak üç kişinin ölümüne neden olduğu
ve 31 Ekim 2010’da Taksim meydanında 32 kişinin yaralandığı bir intihar saldırısıyla
adını duyurmuştu. TAK’ın son eylemi ise 20 Eylül 2011’de üç kişinin
öldüğü 34 kişinin de yaralandığı Ankara Kızılay’da geçekleşen bombalı saldırıydı.
TAK’ın bu eyleminde ilk dikkat çeken şey eylemin ve seçilen
hedefin cinsi. Bombalı eylemlerle adını duyuran TAK’ın eylem cinsi
olarak havan saldırısı seçmesinin bir askeri bir de sembolik nedeni var.
Askeri anlamda dik mermi yollu olan ve yerden beş-altı
kilometre mesafeye kadar çıkabilen havan silahı, havalimanlarındaki uçak
trafiğini kesebilecek kadar tehlikeli. Bu nedenle bombalı saldırı
yerine bir havaalanına havanla saldırmak İstanbul’da hayatı kilitlemeye
yönelik bir eylem olarak okunmalı.
Yine özellikle Cizre ve Silopi’deki çatışmalarda güvenlik
güçleri kuşatma hattından mahallelerin içindeki hedefleri top atışına
tutuyor. İşte sembolik olarak TAK da Türkiye’nin güneydoğusundaki top
atışlarına, seçilen havalimanı gibi kritik bir hedefin içerisine havan
atışı yaparak karşılık vermiş oluyor. Tabii seçilen hedef bir havalimanı
olması buradaki yabancı hareketliliğinin de göz önüne alındığını
gösteriyor. TAK bu eylemle, Türkiye’nin düşük profil götürmeye çalıştığı
çatışmalara uluslararası toplumun dikkatini çekmeye çalışıyor. Bir
önemli konu da eylemde sivillerin arada kalması. Şu anda Güneydoğu’daki
çatışma alanlarında sıkışan sivillerin hayatını kaybetmesi TAK’ın
Batı’daki eylemlerde sivil kayıplarını umursaması sonucunu doğuruyor.
Peki, PKK niçin bu son saldırı gibi Türkiye’nin batısında
ve doğrudan kritik hedeflerle sivilleri hedef alan saldırıları kendisi
yapmıyor da proksilerini (kendine yakın silahlı grupları) kullanıyor?
Bunun cevabı da PKK’nın son dönemde IŞİD’le mücadele sayesinde kazandığı
uluslararası itibarını ve meşruiyetini Türkiye’nin batısındaki illerde,
sivil hedeflere saldırarak yıpratmak istememesi olarak açıklanabilir.
Kısacası, PKK bu tür saldırıları düzenleyerek uluslararası ortamda terör
örgütü algısını güçlendirmek istemiyor. Hal böyle olunca da saldırılar
TAK gibi PKK’nın içinden çıkmış, ancak ona organik olarak bağlı olmayan
ve PKK’nın varlığını reddettiği proksiler üzerinden gerçekleştiriliyor.
Bu durum, Ankara’nın alışık olmadığı yeni bir olgu. Ankara
Güneydoğu’da Cizre ve Silopi’yi sıkmak istedikçe İstanbul veya Ankara,
doğrudan sivillere yönelik ve hayatı kilitlemek amacı taşıyan
sansasyonel eylemlerin hedefi olabilir. Daha da ilginci Ankara bu olası
eylemlerin PKK tarafından kınanmasına da hazır olmalı. Çünkü PKK hem
Türkiye içinde hem de bölgesel anlamda proksi kullanma kabiliyeti hızla
yükselen ve bu konuda önemli vasıta ve yöntemler kazanan bir örgüte
dönüşüyor. PKK sert yüzüyle eylemi yaptırırken, yumuşak yüzüyle de bu
eylemi kınayabilir.