31 Aralık 2015 Perşembe

Çatışmalar Türkiye’nin batısına sıçrar mı? / Metin Gurcan

Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu’da kent merkezlerindeki çatışmalar devam ediyor. Hemen her gün Güneydoğu’dan ölüm haberleri geliyor. Giderek artan sosyal ve ekonomik maliyetlere rağmen taraflarda çatışmaların soğutulmasına yönelik bir girişim yok. Ankara ne pahasına olursa olsun kararlılıkla terörle mücadeleye devam edileceği mesajları verirken, PKK da çatışmaların şiddetlenebileceğine dair sert uyarılarda bulunuyor. En son PKK’nın şehirlerdeki yapılanması KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık “Yakında Türkiye içinden ve dışından gelen başka örgütlerle birlikte bir devrimci direniş cephesinin kuruluşunu ilan etmeyi öngörüyoruz" diyerek gelecek aylarda Türkiye'deki çatışmaların ağırlaşacağı tehdidinde bulundu. 

Summary  PKK Türkiye’nin güneydoğusunda devam eden çatışmalarda sıkıştığını hissederse çatışmaları proksileri üzerinden batıya taşıyabilir. Hatta bu konuda ilk emareler ortaya çıktı bile.

Görünen o ki, bu kış halen çatışmaların devam ettiği başta Cizre, Silopi, Diyarbakır, Şırnak, Nusaybin, Silvan ve Mardin olmak üzere Güneydoğu’daki 13 kent merkezinde çok sert geçecek.

Peki ya Türkiye’nin batısı? Bu soruya cevap verebilmek için önce sahadaki duruma bakmak lazım. Şu anda Ankara kent merkezlerinde halen çatışmaların devam ettiği mahalleleri diğer mahallelerden, çatışmaların olduğu kentleri de Türkiye’nin geri kalanından bir kuşatma stratejisiyle tecrit etmeye çalışıyor. Uzun soluklu bir abluka olarak tanımlanabilecek bu stratejide temel hedef içerideki PKK’lıların lojistiğini keserek, onların mücadeleye devam etme azim ve kararlılığını kırmak. Ankara içeridekiler pes ettikten sonra da çatışma alanlarına ciddi askeri yığınaklanma yaparak, sabit karakollar kurarak bu mahalleleri elde tutmayı planlıyor. Bu kuşatma stratejisi nedeniyle PKK’nın içindeki tecrübeli dağ kadroları ile YDG-H’li gençlerin müşterek oluşturduğu grupların önümüzdeki günlerde silah, mühimmat ve lojistik sıkıntısı çekeceği kesin. Örneğin, günlerdir elektriğin olmadığı Cizre ve Silopi’de şimdilerde su sıkıntısı da baş göstermeye başlamış. Yine çatışmalarda yaralananların hastanelere tahliyesi de en önemli sorunlar arasında. İşte Türkiye’nin batısının bu kışı sakin geçirip geçirmeyeceği sorusu PKK’nın Ankara’nın bu kuşatma stratejisine nasıl cevap vereceğiyle doğrudan alakalı. PKK’nın elinde bu kuşatmayı kırabilmek için tek koz bulunuyor: Üzerindeki baskıyı hafifletebilmek ve cepheyi genişletmek için çatışmayı Türkiye’nin batısına taşımak.

Aslında İstanbul’un bazı semtlerinde son bir aydır sokaklar hareketli. Bu da yukarıda bahsedilen stratejinin ilk emarelerini veriyor. Son bir ayda İstanbul’un çeşitli semtlerinde 50’ye yakın araç polise direnen kimliği belirsiz kişilerce kundaklandı.

Son olarak, 23 Aralık’ta İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı uçak park sahasında saat gece iki sularında birbirinden yaklaşık 100 metre mesafede, arka arkaya dört farklı patlama meydana geldi. Patlamada temizlik işçisi bir kadın hayatını kaybetti. İlginç şekilde bu patlamalara ilişkin hala yetkililerden resmi bir açıklama gelmedi. Türk medyası da tam üç gün bu saldırıyı görmezden geldi. Nihayetinde 26 Aralık’ta saldırıyı, kurucuları arasında PKK'dan ayrılan bazı kişilerin de bulunduğu Kürdistan Özgürlük Şahinleri yani TAK (TeyrêBazên Azadiya Kurdistan) üstlendi. "Güneydoğu'daki operasyonlar nedeniyle böyle bir saldırının gerçekleştirildiğini" bildiren örgüt açıklamasında “Kürt şehirlerini harabeye çeviren bu faşist saldırılara karşı yapılmıştır” ifadelerini kullandı.

Açıklamanın son cümlesi ise dikkat çekici: “Artık Türkiye’nin batıdaki şehirlerinde de insanlar o kadar rahat yaşayamayacaklar. Bundan sonra Türkiye’ye gelecek uluslararası havayolu şirketleri ve Türk vatandaşı olmayan yabancı turistlerin can güvenliğinden TAK olarak biz sorumlu olmayacağız".

PKK’nın 2003’teki bir toplantısında kurulan TAK örgütün şehir merkezlerindeki terör eylemlerini düzenliyor. Örgüt tamamen bağımsız bir yapı gibi hareket ediyor. Eylem kararlarını kendi alıp, kendisi planlıyor ve icra ediyor. Yaptığı eylemler PKK tarafından üstlenilmeyen TAK’ın alt yapısını PKK liderlerinden Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Mustafa Karasu oluşturmuştu.

Şehir eylemleri için kurulan TAK’ın adı önce “metropol intikam timleri” idi. Önceleri korsan gösteri, yol kesme ve molotoflu eylemler yapan grup, 1999’da silah bırakan PKK’yı “pasif kalmakla” suçlamıştı. Bu da grubun örgütün kontrolünden çıktığı iddialarına neden olmuştu. TAK son olarak, 22 Haziran 2010’da İstanbul Halkalı’da bir askeri personel otobüsüne bomba atarak üç kişinin ölümüne neden olduğu ve 31 Ekim 2010’da Taksim meydanında 32 kişinin yaralandığı bir intihar saldırısıyla adını duyurmuştu. TAK’ın son eylemi ise 20 Eylül 2011’de üç kişinin öldüğü 34 kişinin de yaralandığı Ankara Kızılay’da geçekleşen bombalı saldırıydı.

TAK’ın bu eyleminde ilk dikkat çeken şey eylemin ve seçilen hedefin cinsi. Bombalı eylemlerle adını duyuran TAK’ın eylem cinsi olarak havan saldırısı seçmesinin bir askeri bir de sembolik nedeni var.

Askeri anlamda dik mermi yollu olan ve yerden beş-altı kilometre mesafeye kadar çıkabilen havan silahı, havalimanlarındaki uçak trafiğini kesebilecek kadar tehlikeli. Bu nedenle bombalı saldırı yerine bir havaalanına havanla saldırmak İstanbul’da hayatı kilitlemeye yönelik bir eylem olarak okunmalı.

Yine özellikle Cizre ve Silopi’deki çatışmalarda güvenlik güçleri kuşatma hattından mahallelerin içindeki hedefleri top atışına tutuyor. İşte sembolik olarak TAK da Türkiye’nin güneydoğusundaki top atışlarına, seçilen havalimanı gibi kritik bir hedefin içerisine havan atışı yaparak karşılık vermiş oluyor. Tabii seçilen hedef bir havalimanı olması buradaki yabancı hareketliliğinin de göz önüne alındığını gösteriyor. TAK bu eylemle, Türkiye’nin düşük profil götürmeye çalıştığı çatışmalara uluslararası toplumun dikkatini çekmeye çalışıyor. Bir önemli konu da eylemde sivillerin arada kalması. Şu anda Güneydoğu’daki çatışma alanlarında sıkışan sivillerin hayatını kaybetmesi TAK’ın Batı’daki eylemlerde sivil kayıplarını umursaması sonucunu doğuruyor.
Peki, PKK niçin bu son saldırı gibi Türkiye’nin batısında ve doğrudan kritik hedeflerle sivilleri hedef alan saldırıları kendisi yapmıyor da proksilerini (kendine yakın silahlı grupları) kullanıyor? Bunun cevabı da PKK’nın son dönemde IŞİD’le mücadele sayesinde kazandığı uluslararası itibarını ve meşruiyetini Türkiye’nin batısındaki illerde, sivil hedeflere saldırarak yıpratmak istememesi olarak açıklanabilir. Kısacası, PKK bu tür saldırıları düzenleyerek uluslararası ortamda terör örgütü algısını güçlendirmek istemiyor. Hal böyle olunca da saldırılar TAK gibi PKK’nın içinden çıkmış, ancak ona organik olarak bağlı olmayan ve PKK’nın varlığını reddettiği proksiler üzerinden gerçekleştiriliyor.

Bu durum, Ankara’nın alışık olmadığı yeni bir olgu. Ankara Güneydoğu’da Cizre ve Silopi’yi sıkmak istedikçe İstanbul veya Ankara, doğrudan sivillere yönelik ve hayatı kilitlemek amacı taşıyan sansasyonel eylemlerin hedefi olabilir. Daha da ilginci Ankara bu olası eylemlerin PKK tarafından kınanmasına da hazır olmalı. Çünkü PKK hem Türkiye içinde hem de bölgesel anlamda proksi kullanma kabiliyeti hızla yükselen ve bu konuda önemli vasıta ve yöntemler kazanan bir örgüte dönüşüyor. PKK sert yüzüyle eylemi yaptırırken, yumuşak yüzüyle de bu eylemi kınayabilir.

Görünen o ki, giderek kentlere kayan ve proksileşen çatışma dinamiğiyle onun yarattığı sosyal ve ekonomik yıkımı ne Ankara ne de PKK görmek istemiyor. Günün sonunda, tarafların sert siyasi söylemleriyle gerginliğin daha da tırmandığı sokaklarda bedeli siviller ödüyor.