Paris dönüşü uçakta Erdoğan, gazetecilere iki kere tekrarlıyor:
Rusya bizim stratejik ortağımız imiş. “Stratejik ortaklık” deyimi,
Erdoğan'ın devr-i iktidarında herkes için kullanıldığından, uluslararası
anlamını kaybetti.
Stratejik ortak, attığı her adımı diğerine haber vermek zorundadır.
Rusya ile böyle bir ilişkimiz hiç olmadı. Erdoğan'ın Şangay Örgütü'ne
hevesi ise kimse tarafından ciddiye alınmadı. Putin'in Erdoğan'daki
otoriterleşme eğilimini ve kendisini de bu niyetle stratejik bir muhatap
olarak benimsediğini fark etmemesi mümkün değil. Rusya, Suriye iç
savaşına fiilen müdahil olduktan sonra bu muhataplığın reelpolitik ile
uyuşmadığı ortaya çıktı. Erdoğan yine de ısrarlarını sürdürdü,
Moskova'ya cami açılışına üzgün-kırgın serzenişlerle ama umudunu
muhafaza ederek gitmişti. Paris İklim Zirvesi dönüşü uçakta stratejik
ortaklık vurgusu yanında hâlâ Putin'den umudunu kesmediğini tekrarlıyor.
“Benimle ilgili hep mert ve cesur derdi” sözünü, muhtemelen gözleri
parlayarak nostaljik esintilerle söylemiş olmalı.
Erdoğan'ın Rusya'yı merkeze yerleştirdiği, gerçekleşmesi imkânsız
bir hayali vardı. Gerçekten de Türkiye'de otoriter bir yönetim Rusya'nın
desteği olmadan kurulamaz ve sürdürülemez. İşin tuhafı, bu destek için
uyumlu ve kalıcı bir işbirliğine jeopolitiğin belirlediği tarihî tecrübe
izin vermiyor. Derin bir tarih bilgisine ve jeostrateji teorilerine
ihtiyacınız yok. Haritaya bakmanız yeterli. “Osmanlı devleti Boğazlar
ile bizim boğazımızı sıkıyor” diyen Çar'dan, bugün Kuzey'den Güney'e
bakan Putin'in ne farkı olabilir?
Putin'i sırtından bıçaklayan Erdoğan olamaz. Zaten Putin, “son
günlerde ‘emri Erdoğan vermemiş' diyorlar” lafını sarf ederek, kendi
kanaatini de açıklamış oluyor; ama yine de ekliyor: “Artık önemi
kalmadı.” Nitekim daha ilk gün Davutoğlu “emri bizzat ben verdim”
derken, o “bizzat” vurgusu ile “Erdoğan vermedi” demiş olmadı mı? Putin
“arkamdan bıçaklandım” lafını, muhtemelen Erdoğan ile G20'de Antalya'da
vardığı sözlü mutabakata göndermede bulunmak için ediyor.
Olan oldu, uçak düştü, “stratejik ortaklık” bozuldu. Putin'in geri
adım atması bir kenara, hesaplarından vazgeçmesi hiç mümkün değil. ABD
ve Avrupa'nın onca gemi, uçak ve füzesi Türkiye'nin Akdeniz bölgesine
boşuna yığılmıyor. Durum çok ciddi ve Rusya'nın almaya kalkacağı rövanş
sadece Türkiye'nin değil dünyanın altını üstüne getirebilir.
İşin askerî ciheti, daha uzun süre vahametini sürdürecek. Biz
sorunun “yüksek strateji”de yol açacağı değişime odaklanalım. “Yüksek
strateji” askerî strateji yanında ekonomi başta olmak üzere beşerî ve
coğrafî bütün unsurların entegre hale gelmesi demek. MİT TIR'ları
meselesinin gazeteci ve general tutuklanması vesilesiyle yeniden gündeme
gelmesini, düşen Rus uçağının parçalarından birinin “yüksek
strateji”nin temellerine çarpmasının eseri olarak görebilirsiniz. Tabii
Erdoğan'ın “başkan” sıfatıyla yürüttüğü “yüksek strateji”den
bahsediyoruz. Karşısında ise bütün jeopolitik hafızası ile askerî
bürokrasi ve düzenli devletin refleksleri duruyor. Can Dündar, “basın
benim kırmızı çizgimdir” diyen Başbakan'a, gerçekte emri bizzat veren
kişiye misilleme olarak hapse atılıyor. Davutoğlu'nun “tutuksuz
yargılanmalı” sözü boşuna değil. İki generalin tutuklanması ise Rusya
politikasına karşı çıkan askerlere verilen bir cevap. Can Dündar'ın
“acemî casusluğu” bir kenara, aklınızın havsalanızın alamayacağı bir şey
oluyor: Çok hassas görevler yapan ve halen görevi başında olan iki Türk
generali aynı suçlama ile tutuklanıyor, ve dikkat ederseniz
tutuklandıkları suçlar “askerî suç” kapsamında olmasına rağmen kararı
sulh ceza hakimi veriyor, dosya askerî mahkemelerden saklanıyor.
Türkiye bütün Batı ittifak sistemi adına Rusya'nın karizmasını pek
fena çizdi. Artık Rusya herkesin muzdarip olduğu sınır ihlallerini
sürdüremez; Türkiye'deki güç sahipleri de içerde kendi vatandaşlarına
karşı hukuk ihlallerini.
Putin sırtından bıçaklanmadı, sadece sırtını dayadığı güç kendi
çıkarlarına da aykırı bu krize engel olamadı. Neyse düzenli devlete,
hukuka ve Batılı demokrasilerle daha fazla içli dışlı olmaya geri
dönüyoruz. Rus tehdidi bizi yine demokrasinin mümbit sahasında millî
çıkarlarımızı savunmaya itiyor."