6 Haziran 2012 Çarşamba

20 yıl önce, 10 yıl sonra / Mehmet Kamış

Bundan 10 sene ya da 20 sene önceki gazete manşetlerini hatırlıyor musunuz? Neredeyse her ay bir faili meçhul cinayet işlenirdi. Her MGK öncesi, kamuoyunda laiklik konusundaki düşünceleriyle önce çıkmış bir yazar öldürülürdü.
Günlerce bu konuyu konuşurduk ama cinayetlerin failleri bir türlü bulunmazdı. Albaylar ya intihar ederdi ya da PKK ile girdiği çatışmada şehit edilirdi! PKK ile savaşan kritik yerlerdeki subayların bazılarının da intihar edesi gelirdi!

Devlet ihalelerinde son sözü hep mafya söylerdi ama bütün bunlar savcıların ilgi alanına girmezdi. İşadamları infaz edilir ancak savcılar katilleri cezaevine gönderecek bir ipucuna asla ulaşamazlardı. Hele bir kapkaç terörü vardı ki, kimse onunla baş edemezdi. Bu olaylar, ne polisin ne de savcıların ilgi alanına girmezdi. Madımak'ta insanlar yakılır, Gazi Mahallesi'nde kahvehaneler taranır, failler bir türlü yakalanamazdı. Polis kimin yaptığını asla bulamaz, savcılar katillere gidecek ipuçlarına vâkıf olamazdı.

Herkese, 90'lı yılların gazetelerini yeniden okumalarını tavsiye ediyorum. Yaşananların unutulmaması için ehl-i vicdan herkesin o gazete sayfalarına ulaşıp yeniden yeniden okumaları gerekiyor. Biz nasıl bir ülkeydik? Psikolojik harpçiler ülkeyi nasıl sürekli olağanüstü halde tutarlardı? Bütün bu soruların cevapları o sayfalarda açıkça görülüyor.

Türkiye, Muammer Aksoy'un, Uğur Mumcu'nun, Tarık Dursun'un, Çetin Emeç'in katillerinin kim olduğunu hiçbir zaman öğrenemedi. O dönemde Albay Kazım Çillioğlu'nun intihar ettiğini söylemişlerdi ama bir tane savcı bunun doğru olup olmadığını araştırmadı. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Albay Rıdvan Özden gibi askerlerin şehit edilmesini 'vatan sağ olsun'dan öteye yorumlayamadık.

12 Eylül sürecinden birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, psikolojik harbin operasyonlarıyla yönetildi. Olayın farkına varan Savcı Doğan Öz, onlara dokunmasını hayatıyla ödedi. Öz'den sonra da hiçbir savcı bunları deşelemeyi düşünmedi. Ya cesaret etmedi ya da bilerek örtbas yolunu seçti. Bugünkü savcıların ortaya çıkardığı gerçekler gösteriyor ki, son 40 yıldır binlerce olay, savcılar ve güvenlik güçleri eliyle örtbas edilmiş, gerçek faillerin kim olduğu ortaya çıkartılmamış.

Son dönemdeki cesur yürek savcılar, hayatlarını riske ederek bu oyuna çomak sokmasalar, bu ülkede kirli senaryolar yazılıp sahneye konulmaya devam ederdi. 90'lı yılların kaotik Türkiye'si ile bugünkü Türkiye'nin arasındaki en temel fark, yargının olayları örtbas etmiyor olmasıdır. Psikolojik harp Türkiye'yi bugün yönetemiyorsa, ülke darbe şartlarına götürülemiyorsa, faili meçhul cinayetlerle kaos ortamı oluşturulamıyorsa bunun bir tek nedeni var. O da savcıların hayatlarını riske etme pahasına olayların üzerine gitmesi, delillerin karartılmasına müsaade etmemesidir.

Emniyet'in faili meçhul cinayetlerin üzerine cesaretle gitmesi ve eldeki teknik ve teknolojik imkânlarla bunları gün yüzüne çıkarması Türkiye'yi hükümet edilir bir noktaya getirmiştir. Bizim gibi, toplumsal olayları kaşımanın, insanları sokağa dökmenin kolay olduğu bir ülkede, psikolojik harpçilerin rahatça hareket edememelerinin bir tek nedeni var, o da yargının ve Emniyet'in olayları çözme konusundaki kararlılıklarıdır.

Unutmamak gerekir ki; ileri demokrasilerde içeriye doğru konuşlanmış seferberlik tetkik kurulları yoktur. İleri demokrasilerde vatanperver subaylar infaz edilip intihar süsü verilmez. İleri demokrasilerde üniforma taşıyanlar toplumun ekser çoğunluğunu kökünü kazımakla tehdit etmez. O ülkelerde herkes yerini bilir ve olmayan yetkiler kullanmaya kalkmaz. İleri demokrasiler, sürekli psikolojik harp tehdidi altında da değildir. Eğer Türkiye'yi ileri demokrasiye taşıyacaksak bu oyunlara artık 'dur' demeliyiz. Bunun yolu ise suçluların üzerine cesaretle gidecek bağımsız ve tarafsız bir yargıdan geçiyor.