Generaller Suriye sınır boylarında teftişlere başladı, bugüne dek hiç boşuna gezmemişlerdir, hep bir sonucu olmuştur.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun blöf yapmadığı anlaşıldı.Daha bir kaç gün önce ABD ile PYD gerilimi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başkan Barack Obama’ya “Seç tarafını” demesi, ABD’nin “Siz müttefiksiniz, ama o terörist değil” filan demesi sorulunca “Bekleyin göreceksiniz” demişti.
Ne demek istediğini 13 Şubat Cumartesi günü öğleden sonra gördük; Türk topçusu, daha bir kaç gün önce Minnagh havaalanını –aslında pist demek daha doğru- ele geçiren PYD’lilere ateş açmıştı.
***
Zamanlama manidardı.
Daha 11-12 Şubat’ta Münih’te toplanan –Türkiye dahil- Uluslararası Suriye Destek Grubu (USDG) ve ardından Güvenlik Konferansı’ndan Suriye’de bir hafta içinde –ateşkes dahi değil- çatışmasızlığın sağlanması niyeti çıkmıştı.
BM’nin –Rusya’nın da onayıyla- 18 Aralık’ta çıkan 2254 sayılı kararıyla bir tek IŞİD ve El Nusra bunun dışındaydı.
***
Oysa Cumartesi günü yapılan açıklamada Türk topçusunun 45 km menzilli 155 mm çapındaki obüslerle hem Suriye ordu birliklerini, hem de (ne ABD, ne Rusya tarafından terörist sayılan) PYD mevzilerini vurduğu söyleniyordu; oralardan açılan ateşe cevap verilmişti.
O gün başka ilginç gelişmeler de olmuştu. Örneğin sabah saatlerinde Yeni Şafak’ta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suriye’ye kara harekatı yapılabileceği sözleri yayınlandı. Arada ne olduysa bir kaç saat sonra böyle bir planlama olmadığı haberi geldi.
Ve hayır, Suudi Arabistan savaş uçakları Suriye harekatına katılmak için henüz İncirlik Üssü'ne gelmemişlerdi, ama geleceklerdi.
***
Bu açıklamalar, Rusya Başbakanı Dimirti Medvedev’in Münih’te Suudların Suriye’ye girmesinin bir üçüncü dünya savaşı başlatabileceği uyarısında bulunmasından sonra yapılıyordu.
Hemen ardından PYD (ve Suriye) mevzilerinin vurulduğu ve Başbakan Davutoğlu’nun ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile bir telefon görüşmesi yaptığı haberleri geldi.
Biden Davutoğlu’dan derhal ateşi kesmesini istemişti.
***
Davutoğlu da Biden’a, daha geçenlerde Ankara’da konuştukları üzere PYD ilerlemesi sürdüğü müddetçe Türkiye’nin “her türlü tedbiri” alacağını, PYD’yi Azez yakınlarından, Türk sınırından çekmeleri gerektiğini, Türkiye’nin Beşar Esad muhalifi güçlere yardım koridorunu kesmemeleri gerektiğini söylemişti.
Birazdan ADB’den açıklama geldi: PYD fırsatçılık yapıp toprak ele geçirmemeliydi ama Türkiye de ateşi kesmeliydi.
Bu açıklamadan bir kaç saat sonra, 14 Şubat sabaha karşı Türk topçusu bir kez daha PYD mevzilerini dövdü; yine ateşe karşılık verildiği açıklandı.
***
O arada PYD Başkanı Salih Müslim, arkasına hem ABD’yi hem Rusya’yı aldığı inancıyla Başbakan Davutoğlu’na adeta meydan okudu, çekilmeyecek direneceklerdi.
Müslim resmen “Suriyeliler direnecek” diyerek PYD’yi açıkça Esad’a doğru konumluyordu; ilerleyen saatlerde ABD’den gelen bir açıklamada da PYD’den “Suriyeli Kürtler” olarak söz edilecekti.
İç savaşın patladığı 2011 sonunda Esad’ın devrileceğini öngören Suriye siyaseti, geldiği noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin PYD’yle mukayese ettirecek noktaya gelmişti ve ibre PYD’den yana görünüyor, Türkiye’nin başbakanı PYD liderinin ters sözlerine muhatap olmak durumunda kalıyordu.
***
Yine dün erken saatlerde ABD Başkanı Obama bu defa Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i aradı.
Hem Suriye, hem Ukrayna krizini konuştular, Münih’teki çerçeve içinde.
Ve bir de yeni bir laf çıktı ortaya, “terörizme karşı birleşik cephe” diye.
***
Tabii ortada cephe olunca, kimlerin terörist sayılacağı da gündeme gelecekti.
O gelince de PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin terörist sayılıp sayılmayacağı. Ayrıca mesela Rusya da El Kaide bağlantılı El Nusra ile aralarında ince bir çizgi bulunmasına rağmen muhalif Suriye güçlerinden sayılan Ahrar üş-Şam’ın da terörist sayılmasını isteyebilirdi.
Ve en kilit soru: Bu cephe kurulursa Esad içinde mi yer alacak, dışında mı? Rusya bu cephenin Esad’ın “teröristleri temizlemesi” amacını taşıması gerektiğini söylüyor.
Eğer Esad bu cephenin parçası olacaksa, bu sadece Obama’nın “Esad gitmeli, Esad’la olmaz” siyasetinin iflası anlamına gelmez, aynı zamanda “Esad mutlaka gitmeli” diyen Erdoğan-Davutoğlu’nun sinirlerini daha da gerer.
***
Sinirlerin bu denli gerildiği ortamda hükümet kendisini hem müttefiki ABD’ye, hem de uçak düşürme olayından bu yana husumet içinde olduğu Rusya’ya “Türkiye’nin dışında tutulduğu formülün işlemeyeceğini” göstermek zorunda hissedebilir.
Bu Suriye sınırı boyunce yükselen tehlikeli gidişi daha da vahim hale getirecek bir gerilim demektir.
Generaller Suriye sınır boylarında teftişlere başladı, bugüne dek hiç boşuna gezmemişlerdir, hep bir sonucu olmuştur.
Türkiye savaşın eşiğine sürüklenmektedir, bu tehkilekli bir gidiştir.
***
Bu tabloyu daha da ağırlaştıran bir durum daha var.
O da halka, kamuoyuna doğru dürüst, açıklayıcı bir bilgi verilmemesi. ABD ile PYD restleşmesi nereye kadar gidecek, NATO’yla ilişkileri nereye kadar zorlayacaktır? Suudi Arabistan’la anlaşmanın içeriği nedir? Suudlarla bu kadar içli dışlı olmanın Türk dış politikasına, güvenliğine ve iç huzuruna maliyeti ne olacaktır? Bu gelişmeler Türkiye’nin Suriyeli mültecilerin göçü sayesinde yeniden canlandırmaya çalıştığı AB ile ilişkilere nasıl bir hasar verecektir?
Birbiriyle çelişmeye başlayan resmi açıklamalar ve propaganda kokan sızdırma haberler dışında Cumhurbaşkanı, Başbakan, bir yetkili çıkıp şu konulara açıklık getirse iyi olacak.
Ama en iyisi savaştan uzak durmaya çalışmak olmalı, Suriye savaşına çekilmek önümüzdeki seçeneklerin en kötüsü.