23 Şubat 2016 Salı

Dış politik krizin kökenleri / Gökhan Bacık

Türkiye dış politik alanda derin bir krizden geçiyor. Artık açıkça “savaşa girer miyiz?” sorusu dış politik gündemin ajandası haline gelmiş vaziyettedir.
 
Kemalist dış politikayı, Kemalizm'i ele almadan değerlendirmek imkânsızdı. Aynı biçimde bugünkü dış politikayı hatası ve sevabı ile anlamak için dar olarak İslamcılığı geniş olarak “Türkiye'deki dini grupların dış politik görüşlerini” tartışmak gerekiyor.

     Kanaatimce, bugünkü dış politik buhran kaçınılmazdı çünkü Türkiye'de dini ve muhafazakâr yapıların dış politik düşüncelerinde doğal olarak bazı sorunların tohumları vardı. Konjonktürel olarak izlenen bazı realpolitik stratejilerden vazgeçilip, “esas İslamcı yahut muhafazakâr” ajandaya dönülünce sorunlar başladı. Yine bu okumaya göre, eğer konjonktürel yahut başka esaslı bir nedenle İslamcılar/muhafazakârlar dış politik düşüncelerini değiştirmez ise Türkiye'nin sorunları daha da artacaktır. Çünkü uluslararası ilişkiler diliyle konuşursak, Türkiye muhafazakârlığın dış politik doktrini “devrimcidir” yani dünyaya kendi hakikatlerine göre “nizam vermeye” çalışır. Üstelik içlerindeki bütün farklara rağmen İslamcısından başka kliklere kadar bu “devrimci dış politik doktrin” bütün dini ve muhafazakâr gruplar tarafından üç aşağı beş yukarı benimsenmiştir.

     Bütün İslamcı/muhafazakâr dış politik doktrini yanlış göremeyiz. Ancak bu doktrinin barındırdığı bazı düşünceler bugünkü dış politik krizin kökeni olduğu için eleştirel açıdan ele alınmalıdır.
     Birincisi, Türkiye İslam dünyasının “doğal lideri” olarak görülür. Halbuki böyle bir algının karşılığı yoktur. Nasıl olmuşsa, Türkiye dindarları, bütün dünya Müslümanlarının kendilerine liderlik yapmak için “yanıp tutuştuğuna” inandırılmıştır. 70 trilyon dolarlık dünya ekonomisinde 1 trilyonluk bile ekonomisi olmayan Türkiye'nin böyle bir şey yapmaya maddi mecali yoktur. Öte yandan bunu kabullenen başka bir Müslüman ulus da yoktur.

     İkincisi, bu doktrin maddi unsurları her zaman önemsiz görür, dış politikayı daha ziyade manevi ve ideolojik bir alan olarak görür. Dış politika öncelikli olarak “materyalist bir alandır” yani maddi gücün oyunu belirlediği bir alandır. Rusya, S 400 savunma sistemini Suriye'ye koyunca bu ülkenin üzerinde uçağını uçuramazsın. ABD'nin bu kadar askeri gücü ve 17 trilyon dolarlık ekonomisi olunca, binlerce kilometre uzaktaki ABD Başkanı ile “400 yıl yönetmekle övündüğün arazi üzerinde ne yapacağını” konuşmak zorunda kalırsın. Türkiye muhafazakârlarının dış politikadaki maddi unsurların önemini hızla anlaması gerekiyor. Bugünkü Rusya'nın elinde 4 dakika içinde bütün Türkiye'de hayatı felç edecek çapta nükleer silahları vardır! Ortadoğu'da “güya kabadayılık yapan” Suudi Arabistan gibi “Müslüman ülkelerin” bütün silahları ya İngiliz yahut ABD yahut Rus yapımıdır. Elbette motivasyon, fedakarlık önemlidir ancak bunlar “dış politika gemisini” yürütmez.

     Bu bağlamda şunu da yazmak lazım: Türkiye'de Çanakkale Savaşı gibi geçmiş olayları salt bir “iman kavgası” olarak görmekten vazgeçmek gerekiyor. Nitekim, dış politikada bugünkü maddi unsuru reddeden bakış açısı bu tip algılardan kaynaklanıyor! Türk muhafazakârları neredeyse geçmişindeki kahramanlıkların maddi boyutunu görmemeye ikna edilmiş. Peki bu nasıl oldu? Kısaca şöyle: Türk muhafazakârlığı her bilimin popüler versiyonu ile büyümüştür. Mesela tarih değil popüler tarih, mesela din değil popüler din, mesela ekonomi değil popüler ekonomi ile! Aynı biçimde bugün, Türkiye dindarlarını etkileyen de “popüler uluslararası ilişkilerdir”. Bu popüler bakış açısı “resmin büyüğünü” göstermek adına “ipe sapa gelmez safsatalarla örülmüş bir doktrini” bütün topluma yaymaktadır.

     Üçüncüsü, “bizim arkadaşlar sendromudur”. Türkiye'de aşağı yukarı her dini grubun başka ülkelerde “oturup kalktığı” gruplar vardır. Aslında bu ilişkiler çok faydalıdır ve Türkiye'yi dışa açmakta büyük yararlar üretmektedir. Ancak bu ilişkiler, Türkiye'deki dini gruplarda ciddi bir sorun oluşturuyor: “Ölçeklemeden salt o küçük gruplar üzerinden başka ülkeleri okumak”. Böylece insanlar, görüştüğü kişiler üzerinden “Mısır şöyle diyor”, “Hindistan bizi seviyor”, “o ülkede şu kadar milletvekili ile temasımız var”, “Ürdünlü alim şöyle dedi” gibi kısmen yanıltıcı kısmen doğru “ülke okumaları” yapıyorlar. Bu okumaların “ham veriler” olarak Türkiye kamuoyuna taşınması her grubun tabanını etkiliyor ve bu tip “bölük pörçük bilgilerle” maalesef bir dünya algısı oluşuyor.

“Eldeki harita yanlış ise yanlış bir adrese gidersin.” Büyük ölçüde Suriye'deki kriz, pek çok Müslüman ülke ile diplomatik temasın kalmaması gibi dış politik sorunların özünde Türkiye muhafazakârlarının elindeki “dış politika haritasının” hatalı olması var.