Türkiye
dış politik alanda derin bir krizden geçiyor. Artık açıkça “savaşa
girer miyiz?” sorusu dış politik gündemin ajandası haline gelmiş
vaziyettedir.
Kemalist
dış politikayı, Kemalizm'i ele almadan değerlendirmek imkânsızdı. Aynı
biçimde bugünkü dış politikayı hatası ve sevabı ile anlamak için dar
olarak İslamcılığı geniş olarak “Türkiye'deki dini grupların dış politik
görüşlerini” tartışmak gerekiyor.
Kanaatimce, bugünkü dış politik buhran kaçınılmazdı çünkü Türkiye'de
dini ve muhafazakâr yapıların dış politik düşüncelerinde doğal olarak
bazı sorunların tohumları vardı. Konjonktürel olarak izlenen bazı
realpolitik stratejilerden vazgeçilip, “esas İslamcı yahut muhafazakâr”
ajandaya dönülünce sorunlar başladı. Yine bu okumaya göre, eğer
konjonktürel yahut başka esaslı bir nedenle İslamcılar/muhafazakârlar
dış politik düşüncelerini değiştirmez ise Türkiye'nin sorunları daha da
artacaktır. Çünkü uluslararası ilişkiler diliyle konuşursak, Türkiye
muhafazakârlığın dış politik doktrini “devrimcidir” yani dünyaya kendi
hakikatlerine göre “nizam vermeye” çalışır. Üstelik içlerindeki bütün
farklara rağmen İslamcısından başka kliklere kadar bu “devrimci dış
politik doktrin” bütün dini ve muhafazakâr gruplar tarafından üç aşağı
beş yukarı benimsenmiştir.
Bütün
İslamcı/muhafazakâr dış politik doktrini yanlış göremeyiz. Ancak bu
doktrinin barındırdığı bazı düşünceler bugünkü dış politik krizin kökeni
olduğu için eleştirel açıdan ele alınmalıdır.
Birincisi, Türkiye İslam dünyasının “doğal lideri” olarak görülür.
Halbuki böyle bir algının karşılığı yoktur. Nasıl olmuşsa, Türkiye
dindarları, bütün dünya Müslümanlarının kendilerine liderlik yapmak için
“yanıp tutuştuğuna” inandırılmıştır. 70 trilyon dolarlık dünya
ekonomisinde 1 trilyonluk bile ekonomisi olmayan Türkiye'nin böyle bir
şey yapmaya maddi mecali yoktur. Öte yandan bunu kabullenen başka bir
Müslüman ulus da yoktur.
İkincisi, bu doktrin maddi unsurları her zaman önemsiz görür, dış
politikayı daha ziyade manevi ve ideolojik bir alan olarak görür. Dış
politika öncelikli olarak “materyalist bir alandır” yani maddi gücün
oyunu belirlediği bir alandır. Rusya, S 400 savunma sistemini Suriye'ye
koyunca bu ülkenin üzerinde uçağını uçuramazsın. ABD'nin bu kadar askeri
gücü ve 17 trilyon dolarlık ekonomisi olunca, binlerce kilometre
uzaktaki ABD Başkanı ile “400 yıl yönetmekle övündüğün arazi üzerinde ne
yapacağını” konuşmak zorunda kalırsın. Türkiye muhafazakârlarının dış
politikadaki maddi unsurların önemini hızla anlaması gerekiyor. Bugünkü
Rusya'nın elinde 4 dakika içinde bütün Türkiye'de hayatı felç edecek
çapta nükleer silahları vardır! Ortadoğu'da “güya kabadayılık yapan”
Suudi Arabistan gibi “Müslüman ülkelerin” bütün silahları ya İngiliz
yahut ABD yahut Rus yapımıdır. Elbette motivasyon, fedakarlık önemlidir
ancak bunlar “dış politika gemisini” yürütmez.
Bu bağlamda şunu da yazmak lazım: Türkiye'de Çanakkale Savaşı gibi
geçmiş olayları salt bir “iman kavgası” olarak görmekten vazgeçmek
gerekiyor. Nitekim, dış politikada bugünkü maddi unsuru reddeden bakış
açısı bu tip algılardan kaynaklanıyor! Türk muhafazakârları neredeyse
geçmişindeki kahramanlıkların maddi boyutunu görmemeye ikna edilmiş.
Peki bu nasıl oldu? Kısaca şöyle: Türk muhafazakârlığı her bilimin
popüler versiyonu ile büyümüştür. Mesela tarih değil popüler tarih,
mesela din değil popüler din, mesela ekonomi değil popüler ekonomi ile!
Aynı biçimde bugün, Türkiye dindarlarını etkileyen de “popüler
uluslararası ilişkilerdir”. Bu popüler bakış açısı “resmin büyüğünü”
göstermek adına “ipe sapa gelmez safsatalarla örülmüş bir doktrini”
bütün topluma yaymaktadır.
Üçüncüsü, “bizim arkadaşlar sendromudur”. Türkiye'de aşağı yukarı her
dini grubun başka ülkelerde “oturup kalktığı” gruplar vardır. Aslında bu
ilişkiler çok faydalıdır ve Türkiye'yi dışa açmakta büyük yararlar
üretmektedir. Ancak bu ilişkiler, Türkiye'deki dini gruplarda ciddi bir
sorun oluşturuyor: “Ölçeklemeden salt o küçük gruplar üzerinden başka
ülkeleri okumak”. Böylece insanlar, görüştüğü kişiler üzerinden “Mısır
şöyle diyor”, “Hindistan bizi seviyor”, “o ülkede şu kadar milletvekili
ile temasımız var”, “Ürdünlü alim şöyle dedi” gibi kısmen yanıltıcı
kısmen doğru “ülke okumaları” yapıyorlar. Bu okumaların “ham veriler”
olarak Türkiye kamuoyuna taşınması her grubun tabanını etkiliyor ve bu
tip “bölük pörçük bilgilerle” maalesef bir dünya algısı oluşuyor.
“Eldeki
harita yanlış ise yanlış bir adrese gidersin.” Büyük ölçüde Suriye'deki
kriz, pek çok Müslüman ülke ile diplomatik temasın kalmaması gibi dış
politik sorunların özünde Türkiye muhafazakârlarının elindeki “dış
politika haritasının” hatalı olması var.