“Biz Ergenekon’un şiddet içeren faaliyetlerinin yargılanmasına odaklandık. Yoksa genel anlamda, devlet içerisinde kurumsallaşmış varlıklarının sadece adli suç soruşturmasıyla tasfiyesi mümkün değil.”
“Derin devlet sistematiğinin ülke güvenliğine ilişkin fonksiyonları muhafaza edilecekse bunu hukuki sınırlar içerisine alacak ve yeniden yapılandıracak bir anayasal reform gerekliydi. Tıpkı Avrupa’daki gibi.”
Ali Fuat Yılmazer, Ergenekon’u, ne ad konulmuş olursa olsun, legal yapılar içinde illegal faaliyet yürüten gizli bir oluşum diye tarif ediyor. Legal görünüm, Özel Harp Dairesi veya şimdiki adıyla Özel Kuvvetler Birliği.
Askeri darbeler geleneğinden gelen bir Türkiye’de, bu illegal yapıların katkısını öğrenmek istedim ve sordum:
- Ergenekon, TSK’nın darbe altyapısını oluşturmak için kurduğu taşeron bir örgüt müdür?
Bu tanımlama, eksiktir ve Ergenekon sistematiğinin bütünüyle anlaşılmasını engeller.
Mesele, sadece darbe yapma meselesi değil. Bu yapılanma, bir ülkedeki mevcut yönetim dinamiklerini (sadece siyasal iktidar da değil, tüm alanlarda) devamlı surette kontrol altında tutan bir sistematik olarak düşünülmüş. Aslında (bugünlerin tabiriyle) tam anlamıyla bir ‘Paralel Derin Devlet Yapılanmasından’ söz ediyoruz.
SİYASİ VİZYON YOKTU
Olay, özellikle 1980 askeri darbesinden sonra ‘derin devlet’ olmaktan çıkmış; 1980 Anayasası’nın sağladığı kurumsal avantajlarla “Paralel Devlet Yapılanması” şekline dönüşmüş. Fakat öyle bir paralel yapı ki, resmi ve meşru devlet ve anayasal kurumlar büyük ölçüde işlevsizleştirilmiş, asli devlet kurumları hizmet ve adaleti tevzi edemez hâle getirilmiş.
Sonuç olarak, bizim deşifresine çalıştığımız Ergenekon -ki biliyorsunuz bu isim kendilerine ait- elbette geçmişten itibaren gelen bir sistematiğin uzantısı durumundadır.
Ancak biz bu yapının, adli süreç içinde, şiddet içeren faaliyetlerinin yargılanmasına odaklandık. Yoksa genel anlamda, devlet içerisinde kurumsallaşmış varlıklarını, sadece adli suç soruşturması ile tasfiye etmek mümkün değildir.
Adli soruşturmaya, mecburen, yasalarda tanımlaması bulunan suçlarla iltisaklandırabilecek boyutu dâhil edildi. Zaten adli düzlemde başka türlü hareket etme imkânı da söz konusu değildir. Bunun ötesinde, bu işin tam olarak devlet kademelerinden temizlenmesi, güçlü bir siyasi irade ile olabilecek bir durumdu. Ama bizde, gerçekten bu bilinçte ve dirayette siyasetçiler olmadığı hatta böyle bir vizyonları da bulunmadığı için bu hedef gerçekleşemedi.
AYNI SİSTEMATİĞİN UZANTISI
- Can Dündar, Celâl Kazdağlı ile birlikte kaleme aldığı “Devlet İçinde Devlet Ergenekon” isimli kitabını, 1990’lı yılların sonunda yazdı. Ortada Ergenekon davası filan yoktu. Tümgeneral Memduh Ünlütürk, Erol Mütercimler’e, “Ergenekon” adlı bir üst örgütten söz etmişti. Ünlütürk, 12 Mart döneminde işkence yapıldığı ileri sürülen Ziverbey Köşkü’nün komutanıydı. Memduh Ünlütürk’ün sözünü ettiği Ergenekon ile 2007’den itibaren hedef aldığınız Ergenekon arasında bir irtibat var mı?
1-Evet var.
Ergenekon, zamanla değişik isimlerle anılır olsa da, günümüze kadar aynı sistematiğin uzantısı olan bir yapılanmadır. Bizim soruşturma konusu ettiğimiz örgütsel yapı da, bu sistematiğin bir uzantısı, bir parçasıdır. Asıl yapılması gereken (aynen Avrupa ülkelerinde olduğu gibi) bu derin devlet sistematiğini toptan lağvedecek ve özellikle de uluslararası bağlantılarını kesinlikle ortadan kaldıracak, hukuki sınırlar içerisinde ülke güvenliğine bakan fonksiyonlarını da, demokratik ve hukuk devleti ilkesine uygun anayasal bir reformla yeniden yapılandıracak bir değişimi gerçekleştirmekti. Tıpkı Avrupa’daki reorganizasyon gibi.
2-Hayır, yok.
Bizim dönemimizdeki soruşturma, devletin siyasal sistemini reforme etme kabiliyetine haiz bir süreç değildi; olamazdı da zaten. Bizimki, temelde, adli suç soruşturmasıdır. “Ergenekon Terör Örgütü” tanımlamasından da anlaşılacağı üzere, soruşturma kapsamı, bu sistematiğin illegal terör eylemleri ile iltisaklandırılabilecek faaliyetleriyle sınırlıdır. Ergenekon soruşturmaları, Türkiye’de kurumsallaşan bu yapıyı bütünüyle deşifre edip yargı önüne çıkarma ve tasfiye etme kabiliyetine haiz değildi. Bizim soruşturma konusu ettiğimiz şahıslar, zaten bir şekilde (sebebi her ne olursa olsun organik bağlantılar yönünden), asli sistemin dışında konumlandırılmış pozisyonda idi. Yargılanan kişiler, bir dönem bu yapılanmanın içerisinde aktif rol üstlenmiş olmakla birlikte, ya emeklilikleri sebebiyle sistem dışı kalmış, ya da pozisyon kaybının tepkiselliğiyle, -sistemden bağımsız- müstakil inisiyatifler geliştirmiş bir grubun hareketlenmiş unsurlarından ibaretti.
ETKİN POZİSYON
- İlker Başbuğ’a terör örgütü lideri denilmesi yadırganacak bir olay değil mi?
“Ergenekon Terör Örgütü” kavramı, olayı tam olarak karşılayan bir kavram değildir. Türk hukuk sistemindeki (darbelerle şekillenen) mevzuat yetersizliğinden kaynaklı bir durumdur. Bu açıdan, Genelkurmay Başkanlığı yapmış birisine (kamuoyunda algılandığı şekliyle) “terör örgütü yöneticiliği” isnadı ile yadırganıyor olabilir. Ancak terör örgütü konusundaki algılarımızı bir kenara bırakırsak, Ergenekon sistematiğine bağlı, devlet içerisindeki ‘derin çeteler’in soruşturma konusu edildiği bir davada (hele ki bu yapının, Türkiye’deki askeri darbelerin arkasıdaki gerçek örgütlü güç olduğu hususunu da dikkate alarak) Başbuğ’un yönetici pozisyonunda bulunduğu iddiasının yadırganacak bir tarafı yoktur. İlker Başbuğ’un faaliyet ve söylemlerini doğru analiz ederseniz, Ergenekon derin devlet yapılanması içerisinde etkin bir pozisyonda olduğunu rahatlıkla fark edersiniz.
Ancak, yasal mevzuatın işletilmesinde göz önünde bulundurulan, teknik detaylardan kaynaklı zorunluluklar sebebiyle bu şekilde tanımlanması söz konusu olmuştur. Başbuğ’un Ergenekon kapsamındaki faaliyetlerden ötürü suça bulaştığı anlaşılmıştır.
TUTUKLANMASINI İSTEDİ
- Başbuğ’un tutuklanmasını Tayyip Erdoğan’ın talep ettiğini söylediniz BUGÜN televizyonunda.
Bu konuya dolaylı vakıfım. Ancak edindiğim bilgilerin doğru olduğu konusunda hiçbir tereddüdüm yok. Kaldı ki, Erdoğan’ın ne kadar tutuklama meraklısı olduğunu en iyi ben biliyorum. Benim için sürecin en büyük handikabı, Başbakan’ın ısrarla tutuklamaların fazla olması yolundaki talep ve sitemlerine maruz kalmış olmamdır. Zaten, bugün de aynı şeyi görüyoruz. Beni açıkça televizyonda tehdit etti. Aynı şekilde Can Dündar’ı da. Ardından tutuklamlar geldi. Daha da örnekler var. Başbuğ’un tutuklanması için ciddi telkinler yapmıştır.
Öncesinde bu telkini yapıp hemen sonrasında neden farklı beyanatta bulunmuştur?
Asıl tereddütlü tarafı burasıdır. Çünkü daha önceki süreçlerde yapılan işlemlerin arkasında durur ve hatta kendisinden kaynaklı olduğunun bilinmesini istercesine, güçlü bir şekilde sahiplenirdi. Bu sefer neden hemen aleyhte bir görüntü (imaj) verme ihtiyacı hissetti? Bu önceden planladığı bir yaklaşım mıydı? Yoksa öngöremediği bir tepkisellik ile karşılaşınca farklı bir tavır sergileme ihtiyacı mı hissetti?
Doğrusu benim çözemediğim tarafı bu!.. Tutuklanmasını istediği kesin ama sonrasında neden bu işe karşıymış görüntüsü vermeye çalıştı bunu tam çözemiyorum. Benim kendisiyle görüştüğüm dönemlerde, bana verdiği perspektifin hep arkasında durmuştu. En çok tartışmalı olan Oda TV konusunda Ahmet ŞIK’ın kitabı hakkında yaptığı “Bazı kitaplar bombadan tehlikelidir” açıklaması gibi... KCK’da çok tartışılan Büşra ERSANLI konusundaki açıklamaları gibi...
SONRA TAVRI DEĞİŞTİ
İlker Başbuğ’un tutuklanması gerçekleştiğinde ben yaklaşık son 10 aydır Başbakan ile hiç görüşmemiştim. Bunun bir sorun oluşturmadığını zannediyordum, ama sonradan anladım ki, bu süreçte Başbakan bizim düzlemimizden gittikçe uzaklaşmış. Başbuğ’un tutuklanmasından bir ay önce ben zaten istihbarattan çıkarılmıştım. Bu yüzden, Başbakan’daki tavır değişikliğini tam değerlendiremiyorum. Belki seçim dönemiydi. Seçimleri olumsuz etkiler diye de tedirginlik yaşamış olabilir.
- 2009 tarihini taşıyan Kafes Eylem Planı, gayrimüslimlere yönelik korkutucu eylemler ve suikastlar düzenleneceğinden söz ediyordu. Sonradan bunun düzmece olduğu Ergenekon sanıkları tarafından iddia edildi.
“KAFES’İ SORUŞTURMAYIN”
Kafes Eylem Planı’nda hiçbir tereddüt yok. Kesinlikle gerçek bir plan ve askeri personelce hazırlanmış. Şuradan biliyorum: Bu operasyonu yaptığımız günlerde (operasyondan bir hafta kadar sonra), ben gelişmeleri Başbakan’a arz etmiş ve “Kafes Eylem Planı”nın bir suretini de kendisine vermiştim.
O operasyonlar sürecinde (öncesinde ve sonrasında) kendisine kapsamlı dosyalar arz ediyordum. O da bu konulara vakıf olunca Genelkurmay Başkanı ile görüşüyor ve ondan bu işlerin izahını istiyordu. Tabii ki tatmin edici bir açıklama yapılamıyordu. Ama bu sayede, her geçen gün, Başbakan Geelkurmay’a karşı kendini daha güçlü hisseder hâle gelmişti.
Kafes Eylem Planı’ndan da Genelkurmay’ı haberdar eder etmez (1 hafta sonra) Vali Muammer Güler beni mnakamına çağırdı. Gittiğimde orada (kendisini ilk defa gördüğüm) Genelkurmay Hukuk Müşaviri Hıfzı ÇUBUKLU vardı. Benimle görüşmek isteyen o idi.
Bana elindeki Kafes Eylem Planı’nı göstererek “Müdür Bey, operasyonda bu dosyayı ele geçirmişsiniz. Bu, bizim için çok hayati bir konu. Bunun soruşturma kapsamı dışında tutulmasını istiyoruz. Ya imha edilsin ya da bir şekilde bize teslim edin. Ancak hiçbir şekilde kayıtlara girmesin” dedi. Bu konuşmayı çok iyi hatırlıyorum. Bu cümleler neredeyse ayniyle onun beyanlarıdır.
Daha önceki operasyon aşamalarında da Genelkurmay’a ait çok gizli askeri belge ve dokümanlar ele geçirilmişti. Bunlar içerisinde soruşturmayı doğrudan ilgilendirmeyen (deşifre olduğunda devlet güvenliğini ciddi anlamda haleldar edebilecek belgelerden) çok miktarda Genelkurmay’a teslim edilmişti.
“KAYITLARA GİRMESİN”
Gerçi onlar hepsini istiyorlardı ve tutanak tanzim edilmeden, kayıtsız bir şekilde elden tesliminde ısrar ediyorlardı. Savcılık makamı buna yanaşmıyordu. Gerçekten deşifresi çok sansasyon yaratacak belgeler ayıklanıyor ve “gereği Genelkurmay tarafından yapılmak kaydıyla” onlara resmi kayıtlı olarak veriliyordu.
Ancak bu ilişki 1. Ordu Komutanlığı üzerinden yürütülüyor, teslim edilen belgeler de Genelkurmay’a iletilmek üzere, olara tevdi ediliyordu.
İlk defa Genelkurmay Başkanlığı’ndan Hukuk Müşaviri kendi şahsen gelerek, daha önce Savcılıkça her seferinde reddedilmiş bir talebi, “Kayıtlara girmeden Genelkurmay’a iade edilmesi” talebini doğrudan bana iletmişti.
ÇUBUKLU’YA RED
Kendisine “Bu konuda benim yardımcı olmam mümkün değil. Sizin bu meseleyi savcılık makamı ile doğrudan görüşmeniz lazım” dediğimde, Hıfzı Çubuklu, “Doğru ama ne yazık ki Savcılık Makamı bizim bu konudaki hassasiyetlerimizi gözetmiyor. Ben sizin sorunu daha rahat anlayacağınızı ve Savcılık makamını ikna edebileceğinizi düşünüyorum’’ cevabını vermişti.
Ben de kendisine, “Evet konunun hassasiyetini anlıyorum. Ancak dediğim gibi, benim yapabileceğim tek şey, talebinizi Savcılık makamına iletmek olur. Takdir onlarındır. Onların da kendilerine göre zorunlulukları var. Sonuçta adli bir süreç. Bunlar polis tutanaklarında yer alıyor. Dolayısıyla sonrasında kayıtsız bir işlem yapmak onlar açısından da mümkün olmuyor. Ben iletirim ama en güzeli sizin doğrudan görüşmenizdir” demiştim.
‘SAKIN SIZMASIN’
“Müdür Bey, o zaman bir istirhamım daha olsa, bu tarz belgeler genelde basına yansıyor. Bunun acaba basına yansımamasını sağlayabilir misiniz?” diye sorması üzerine ben de şu karşılığı vermiştim: “Elimden geldiğince buna gayret sarf ederim. Bizim elimizdeki tek suretse, zaten bir sıkıntı olmaz. Ancak bu belgeler o kadar çok kişinin elinde var ki, zaten yayılmış. Ne kadar ilgisiz insanlardan bu belgelerin ele geçirildiğini siz de biliyorsunuz. Ben, bizim elimizdeki belgenin asla sızmayacağı konusunda sizi temin ederim.”
Bu anlattıklarım, belgenin gerçek olduğunu apaçık gösteriyor.
Dolayısıyla “Kafes Eylem Planı”, azınlıklara yönelik tehdit oluşturması bir yana; tehdidin gerçek kaynağını apaçık gösteren bir dokümandır. İlker Başbuğ’un pozisyonunu da bu düzlemde görebilirsiniz. Malum... Hukuk Müşaviri Hıfzı Çubuklu’nun Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un bilgi ve talimatları olmaksızın, bu görüşmeyi yapmak üzere İstanbul’a gelmesi asla söz konusu olamaz.
KAFES EYLEM PLANI
Levent Bektaş’ta ele geçen DVD ve CD’ler okunur hâle getirilerek çözüldü; arşivleme ve sıkıştırma dosyalarına ulaşıldı ve Kafes Eylem Planı ortaya çıktı. Bu planda “Gayrimüslimler üzerinde korkutucu propaganda icra edilecek ve kara propaganda ile bu faaliyetlerin AKP ve ona destek veren şer odaklarınca icra edilmiş gibi gösterilmesi sağlanacaktır. Duvarlara ‘Bu Adalar kimin?’, ‘Ya öl ya terk et’ gibi sloganlar yazılacak; Agos gazetesi abonelerine, tehdit telefonları edilip tehdit mesajları gönderilecek; Agos gazetesi civarında ses bombaları patlatılacak. Gayrimüslim iş adamı ve sanatçılar kaçırılarak ya da onlara ait iş yerleri kundaklanarak olayların, irticacı örgütler tarafından üstlenmesi temin edilecek” deniliyordu. Belgede bir de şöyle bir bilgi vardı: “Silah, malzeme ve teçhizatın bir bölümü Emniyet’in eline geçmekle birlikte, müteakip operasyonlar için elimizde yeterli malzeme mevcuttur.”
Gölcük Donanma Komutanlığı’dan çıkan “Proje” isimli, son kayıt tarihi 2008 olan belgede, gri ve kara propaganda yöntemleri kullanabilecek nitelikte sanal ağ siteleri kurulması ve kurumu riske atmayacak biçimde güvenilir kişiler üzerinden uygun personel tarafından oluşturulması öngörülüyordu. 4 yeni site, Proje’de belirtildiği gibi şube müdürleri üzerine, onların kredi kartlarıyla kuruldu. Çubuklu, Kafes Eylem Planı ortaya çıkınca, bizzat valiliğe gelerek soruşturulmasını engellemeye çalıştı.