13 Mart 2013 Çarşamba

Habur tezgahı / Mehmet Kamış

Ne zaman PKK terörünün 30 yılını düşünsem gözümün önüne hep şehit cenazelerindeki fotoğraflar gelir. Önde üzerine al bayrak örtülmüş cenazeler, arka fonda da yüksek yüksek rütbeli generaller...

Yanlarında ise bütün her şeyin sorumlusu, suçlusu ve günahkarı (!) olarak gösterilen iyice sinmiş siyasetçiler vardır. Ve bir de babasının hangi tabutta olduğunu üzerindeki yazılardan anlamaya çalışırken, yüreğine düşmüş ateş yüzünden feryat figan ağlayan küçücük kız çocukları...

    O kız çocukları bu fotoğrafın en önemli figürüdür. O ciğeri yanan çocuklar rütbeli generallerin, siyasilere daha tepeden bakmasını sağladığı için bu fotoğrafın olmazsa olmazıdır! Sonra bir komutan bu çocuklardan birisini teselli ediyormuş gibi yapar. Gerçi bu hareket çocukların yüreklerindeki ateşi söndürmez ama kameraların bir anda o kan gözyaşlarına dönmesini sağlar. Bu gözyaşları siyasetçilerin daha çok ezilmesine, kameralardan köşe bucak kaçmasına neden olur? Sanki bu askerlerin şehit olmasındaki en iyi deyimle beceriksizliklerin sorumlusu siyasetçilermiş gibi... Sanki aynı beceriksiz mücadele yönteminden 30 yıl boyunca ısrarla vazgeçmeyenler siyasetçilermiş gibi... Hiçbir general saklanacak yer aramaz, babasının tabutunu arayan çocuklara göğsünü gere gere ‘baban bir kahramandı onunla övünmelisin’ der. Sonra gazetelere ‘Hükümet ödenek vermediği için terörle mücadele edemiyoruz’ şeklinde açıklamalar yapar. Sütten çıkmış ak kaşık gibiydiler her zaman, hiç ama hiç sorumlulukları yoktu (!)

    Terör her zaman Türkiye’de siyaseti dizayn aracı olmuştur. Siyaseti dizayn etmek isteyenlerin bu araçtan vazgeçmek istemelerini düşünmek tek kelimeyle saflıktan başka bir şey değildir. Yıllarca PKK ile mücadele ediliyormuş gibi yapıldı ancak bu sırada göstere göstere yapılan hatalar yüzünden bu örgüte öz güven kazandırıldı. Ancak bugün asker ve güvenlik güçleri terörle sahici bir kavgaya tutuşmuş durumda. Bunu gören siyaset mühendisleri farklı yollar deniyor. Bugün Genelkurmay’ın kararlı tutumu sahada örgütü perişan edince örgüt ölmeden başka bir şeye evrilmesine gayret ediyorlar.

    Abdullah Öcalan, AK Parti Hükümeti’ni kendilerinin iktidar yaptığını, 2002’de hükümet işbaşına geldiğinde ona iki sene müsaade ettiklerini iddia ediyor. Ama 2004 yılında yeniden silah başı yapmalarının sebebini söylemiyor. Öcalan, 2004 yılında ne oldu da terörü azdırabildikleri kadar azdırdıklarının cevabını vermediği gibi 2007 yılında yani cumhurbaşkanlığı seçiminde canhıraş bir şekilde ortalığı kan gölüne döndürmelerinin sebebini de kendisine saklıyor. Bu durumun açıklaması, 2002 yılından 2004 yılına kadar AK Parti Hükümeti’nin kapalı kapılar ardında, askeri yöntemlerle bertaraf edilemeyeceğinin anlaşılmasında yatıyor olmasın?

    Bugün PKK’nın elindeki kamu görevlileri Habur’dan Türkiye’ye getirilecek. Başbakan’ın ‘yeni bir Habur’a müsaade etmeyeceğiz’ demesi gerçekten çok önemli. Çünkü hatırlayın hükümet daha önce de bir çözüm sürecine girmek istemişti ve bir grup PKK’lının Türkiye’ye gelmesine müsaade etmişti. Bu süreci yönetenlerin en iyi ifadeyle öngörüsüzlüğü yüzünden Habur’dan gelen örgüt üyeleri bunu tam bir şova dönüştürmüştü. Hükümet de bu işten büyük zarar görmüştü.

    Bugün teslim edileceği söylenen PKK’nın elindeki kamu görevlileri bile aylardır kimsenin ilgilenmediği, neredeyse varlığını bile unuttuğu isimler değiller miydi?

    Bugün PKK’nın siyaseten var olmasına aracılık yapılıyor. Korkarım ki bu süreci de Habur şovuna müsaade eden isimler yürütüyor ve maalesef terör, siyaseti yönetmeye devam ediyor. Yönetmiyor olsa da süreci yönlendiriyor. Sahada perişan olmuş örgütün masada çok büyük itibar görmesi sağlanıyor.