30 Temmuz 2012 Pazartesi

AK Parti’nin 28 Şubat kurnazlığı / Mehmet Baransu


Demokrasi tarihimize kara bir leke olarak geçmişti. Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerinden biriydi. Devlet tüm kurumlarıyla, sivil görünümlü toplum örgütleriyle özellikle askeri ve medyasıyla seçilmiş iktidara karşı açık ve gizli bir savaş yürütmüştü. Bin yıl sürecekti. Adına da 28 Şubat post-modern darbesi denmişti.

İşte o bin yıl süreceği planlanan dönem, henüz 13. yılını doldurmadan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma açtı. Dönemin aktörlerinden bazıları şüpheli olarak adliyenin yolunu tutmaya başladı. “Dalga dalga”, ifade vermeye başladılar. Kimileri tutuklandı.

Soruşturma devam ederken, TBMM’de de bir komisyon kuruldu. Adına “Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” dendi. Amacı 28 post-modern darbesi başta olmak üzere, diğer müdahaleleri incelemekti. Çalışmalara başlandı, kimi isimler Meclis’te dinlendi.

Bu komisyondan geçtiğimiz günlerde ilginç bir haber kamuoyuna yansıdı.

300 kişiye davetiye gönderilmiş ve dinlenilmek üzere komisyona davet edilmişlerdi. Müslüm Gündüz, Fadime Şahin ve Ali Kalkancı’nın yanı sıra gazete patronları ve bazı yazarların da listede olduğu açıklandı.

28 Şubat öncesi ve sonrasında medya-siyaset ilişkilerini mercek altına alınacak, medya-asker rolü araştırılacaktı. Listede psikolojik operasyon çetesinin otakları ve mağdurları vardı. Aydın Doğan, Fatih Çekirge, Hüseyin Gülerce, Turgay Ciner, Ali Kırca, Kadir Çelik, Zafer Mutlu, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu bunlardan bir kaçıydı.

Bir bilgi de komisyon başkanı eski Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş’tan (Çubukçu) geçen hafta geldi. Katıldığı bir televizyon programında sıranın medyaya, akademisyenlere ve işadamlarına geldiğini belirtti.

28 Şubat süreciyle ilgili yapılan bu açıklamaları medya sıcağı sıcağına büyüttü. “Sıranın askerlerden sonra işadamları ve gazetecilere” geldiğini yazdı.

Peki, yazılanlar, yapılan açıklamalar doğru muydu?

Doğrusu ne söylenenler ne de medyanın olaya yaklaşımı gerçekleri yansıtıyordu. Bilgi doğru olmadığı gibi iktidar 28 Şubat planını gün gün hayata geçiriyordu. Sahnede başka perde arkasında başka bir oyun sergileniyordu. Medyada çıkan haberler de bu oyunun kamufle edilmesinden başka bir şey değildi.

Yazdıklarımla kafalarınızın karıştığının farkındayım.

İsterseniz ne demek istediğimi biraz daha açayım. Sahne arkasında oynanan oyunu sahne önüne taşıyalım.

Çok iddialı bir söz olacağını bilerek şunu söyleyeyim. “TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu”, Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nda yürütülen soruşturmayı engellemek, etkisiz hâle getirmek ve kapatmak için kuruldu.

Nasıl mı?

AK Parti’de kimi üst düzey yöneticiler ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da yürütülen 28 Şubat süreci soruşturmasından hep rahatsızlık duydu. Bu rahatsızlığını kamuoyuyla paylaşamasa da savcılık üzerinde baskı kurulduğu Ankara’da hep konuşuldu.

Rahatsızlığın dışavurumu ise ilk kez Aydın Doğan’la yapılan barış anlaşması sonrasına denk geldi. Başkanlık ve Köşk planları Erdoğan’ı düşmanlarıyla ittifak yapmaya itmiş, Aydın Doğan’ın Mecidiyeköy’de bulunan iş merkezinin kırmızı kurdelesi de bu çerçevede ortaklaşa kesilmişti. İşte bu açılıştan günler önce bir yurtdışı gezisi sonrası havalimanında kameralar karşısına geçen Erdoğan, aynı gün yapılan 28 Şubat süreci operasyonunun kendisini rahatsız ettiğini açık açık itiraf etti; “1. dalga, 2. dalga, 3. dalga, 4. dalga filan... Bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Kusura bakmasınlar, bu dalgalarda bu ülke boğulur.”

Bu sözler karşısında kamuoyu ne düşündü bilemem ama aklıma aylar önce yaptığım bir görüşme geldi.

Görüşme Başbakan’ın Aydın Doğanla kurdele kestiği plazada gerçekleşmişti. İsmi 28 Şubat süreciyle anılan, Aydın Doğan’ın bu üst düzey yöneticisiyle yaptığım görüşmede, 28 Şubat süreci ve Ankara’da savcılığın yürüttüğü soruşturmayı konuşmuştuk.

Ben soruşturmanın genişleyeceğini hatta kendisini de içine alabileceğini söyledim. Onun rahatlığı ise dikkatimden kaçmamıştı. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi, 28 Şubat sürecinde askerle anlaşarak suç işlemediğini düşünüyordu. Özeleştiri yapıp “çok hata yaptık” diyor ancak bunların suç olmadığını iddia ediyordu.

Rahatlığının ikinci nedeni ise Ankara’dan aldığı bazı bilgilerdi. Kendi deyimiyle “izlenimlerdi”. Ona göre operasyonlarda gazetecilere ve işadamlarına dokunulmayacaktı. Ankara’da böyle bir hava vardı.

Henüz Meclis’te komisyon kurulmamış, Erdoğan “dalga dalga ülkeyi boğuyorlar” cümlesini kullanmamıştı ama görüştüğüm kişi olacakları önceden görmüş gibi şunları söyledi;


“Ne işadamlarına, ne de bizlere dokunacaklar. Hükümet konunun bu noktalara gelmesini istemiyor. Meclis’te bir komisyon kurulacak ve savcılığa çağrılmayacak bizleri o komisyona çağırıp dinleyecekler. Dinleme adı altında komisyon öncesi ve sonrası toplum önünde itibarımız üzerinden yargılama yapılacak ve konu kapatılacak. Hükümetin planı bu.”

Doğrusu aylar önce yaptığım görüşme, sonrasında yaşananlar, planın çok önceden yapıldığını gösteriyor. 28 Şubat soruşturması medyanın manipüle ettiği gibi derinlere indirilmiyor ve ustaca kapatılıyor.

Görüştüğüm ismin de dediği gibi savcılığın elinden alınan bazı isimler, komisyon üzerinden itibar kampanyasıyla yıpratılacak ve soruşturma kapatılacak. AK Parti’ye mutlak manada itaat eden medya da Meclis’te yaşananları manşetlerine taşıyıp, yargılamanın yapıldığını, bittiğini, 28 Şubat’ın cezasız kalmadığını yazacaklar. Oyun da işe o anda bitecek ve tiyatronun perdeleri indirilecek.

Bakalım bu oyunu “bağımsız” yargı ve savcılık bozabilecek mi?

Bekleyip göreceğiz.