16 Şubat 2009 Pazartesi

TÜRKİYE'NİN BÜYÜKLÜĞÜ.../ Ekrem Dumanlı


Türkiye'nin büyüklüğünü kavramak
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Moskova ve Tataristan gezisini bazı meslektaşlarımızla birlikte yakından takip etme imkânına sahip olduk. Gazetecilerin yanı sıra iş dünyamızın değerli temsilcileri de katıldı programa.Uçakta bulunan heyetten bir kısmı Cumhurbaşkanı'mızın bir önceki gezisiyle ilgili (Suudi Arabistan) yaşadıklarını paylaştı bizimle. Herkesin ortak kanaati aynı: Türkiye'ye duyulan saygı artıyor. Dünyanın hemen her ülkesiyle ticaret yapıyor, uluslararası ilişkilerde sözü dinlenen bir güç haline geliyoruz. Bir yandan Avrupa Birliği yolunda mesafe alıyor, Amerika ile yakın teması ısrarla sürdürüyor Türkiye; diğer yandan İslam ülkeleri ile ilişkilerini üst düzeye çıkarıyor. Artık Balkanlar'da, Kafkaslar'da, Orta Asya'da, Ortadoğu'da herkes Türkiye'nin tavrını ve duruşunu merak ediyor.Yurtdışına adımını atan her insan bu ülkeye duyulan saygının arttığını hissediyor. Acaba Türkiye bunun farkında mı? Kimi aydınlarımızın müzmin ve bedbin haline bakacak olursak karamsarlığa kapılmamak elde değil. Küçük düşünen, büyük şeyleri tabii ki idrakten aciz kalır. İç sorunlar üzerine odaklanan bir zihniyet, tabii ki dışarıdaki itibarımız karşısında şaşkına döner. Kendi gölgesiyle kavga eden, tabii ki yorgun düşer.Unutmamak gerekiyor ki Türkiye, sanıldığından daha etkin ve daha prestijli bir ülke; ancak bu gerçeği en az fark eden Türkler. Bunun en temel sebebi iç siyasete harcanan enerji. Bir didişmedir sürüp gidiyor. Meselelere ufuksuz bakan bir zihniyet, değil önümüzdeki on yılı, on günü bile hesap edemiyor. Bu ülkede demokratikleşmenin nasıl hayati bir değer taşıdığını anlamayanlar, cuntalarla yönetilmeye bile razı. İç siyasetin anlamsız çekişmeleri uğruna Türkiye'nin vizyonunu küçültecek her yolu kabul edenler var. Ergenekon gibi bir ahtapotla yüzleşmek bile onlara zor geliyor. İstiyorlar ki vaktiyle elde edilen imtiyazları aynıyla devam etsin. Bu arada Türkiye'nin itibarı zedelenirmiş, ufku daralırmış, gelecek nesillerin hayatı kararırmış; umurlarında değil.Rusya'da Cumhurbaşkanı'mıza gösterilen saygı ülkemize duyulan saygıydı ve milletçe onur duymamız gereken bir tablo çıkardı karşımıza. Kuru bir milliyetçilik yapmak için söylemiyorum bunları. Siyaset üstü mülahazalarla bakmak gerekiyor tabloya. Devletin zirvesi bugün dünyanın neresine giderse aynı prestiji buluyor. Demek ki doğru bir yoldayız. Siyasette, ticarette, kültür ve sanatta... Bunca güzelliğe rağmen hâlâ bir risk var karşımızda: Türkiye'nin kendi içine kapanması, dünyadaki özgürlüklerden kopması, kendine yaraşır vizyonu terk ederek iç siyasetin kısır kavgalarında boğulup tükenmesi...
Bir temcit pilavı: Bilgi sızdırma
Şener Eruygur'un eşi inanılmaz itiraflarda bulundu. Dost ortamında yapıldığı sanılan konuşmalarda söylenen sözler unutulacak gibi gözükmüyor. GATA ağır yaralı. Çünkü kayıtlardan anlaşıldığına göre doktorlar hasta olmayan bir kişiyi yargının elinden kurtarmak için sahte belge düzenliyor. Yargı ağır yaralı; çünkü hanım efendi 'falan mahkemeler bizden' diyor. Barolar ağır yaralı; çünkü komutan eşi baroların 'biz hazırız' dediğini naklediyor. Pek çok kişi 'daha neler?' derken Hanımefendi oradaki bütün konuşmaları kabullenmez mi? Sözün bittiği yer burası olsa gerek. Bazı medya organlarında tık yok. Onlar Kılıçdaroğlu'nu İstanbul'a zorla başkan yapacaklar. Başka dertleri yok...Ne zaman 'dost meclisleri'nde ya da 'güvenilir mekânlar'da bir konuşma kaydı ortaya çıksa, birileri hemen feryadı basıyor: 'Kim sızdırdı?' Sonra da kalkıyor 'mutlaka filanlar sızdırmıştır' deyiveriyor. Biri çıksa ve dese ki 'İspat et, etmezsen şerefsizsin' işi hemen pişkinliğe vuruyorlar. Defalarca yaşandı bu durum. Kimler nerede, ne için tepişiyor ve birbirini kaydediyor bilinmez; ancak akla hayale gelmedik lafların hesabını hiç sormadan 'kim sızdırdı?' diyerek saldırıya geçiliyor. İnsanları yasa dışı dinlemek hukuken suç oluyor da, hiçbir delil olmadan ısrarla ve isim vererek bazı kişileri itham etmek suç olmuyor mu? Şerefli bir insan onlarca kere tekzip edilmiş bir konuda en küçük bir delil olmaksızın insanları (ki bunlar devletin güvenlik güçleridir) zan altında bırakır mı? Bırakabiliyor. Aklı sıra gammazlıyor, bazı çevrelere mesaj gönderiyor, takıntısını konuşturuyor, habercilik itibarını büsbütün bitiriyor. Yazık ki bazıları her şeyi polise ya da savcılara yıkarak Ergenekon'daki dava arkadaşlarına destek veriyor.Neyse ki kaderin cilveleri başka şeylerin yaşanmasını da kamuoyuna gösteriyor. Radikal Gazetesi'nin iki gün üst üste attığı başlığa Genelkurmay sert tepki gösterdi. Bu tepkinin ne derece doğru olduğu başka bir tartışma konusu. Çünkü bu tür bilgilere ulaşan her gazete bunu yayınlar. Ancak şuna dikkat çekmekte fayda var: Bazı konuları bazıları yaparsa büyük suç, bazıları yaparsa habercilik addediliyor ve buna araştırmacı gazetecilik (!) deniliyor. Genelkurmay 'İfadeyi basına sızdıran veya servis edenler, neden 11 Şubat 2009 gününe kadar beklemişler ve bugün bu işlemi yapmaya karar vermişlerdir? Ayrıca, haberi sızdıran veya servis edenlerin telaş ve acz içinde olduklarına ve çaresiz kaldıklarına da inanıyoruz.' deyince yine malum gazeteciler devreye girdi. Ergenekon savcıları ve emniyet görevlilerini ima ettiler. Ne var ki ilginç bir olay yaşandı CNN Türk'te. Radikal'in Ankara temsilcisi canlı yayın sırasında 'basına sızdıran ve servis edenleri' açıklayıverdi. Meğer dosya sanık avukatlarından alınmış. Böylece bir sızdırma hikâyesinin perde arkasını öğrenmiş oldu kamuoyu. Fena mı oldu?
Ergenekon Davası ve gizlenemeyen gerçekler
Sanırım hukuk tarihi böyle bir tahliye daha görmedi. Bu, münferit bir durum olsa yaşananları komedi hanesine yazıp geçmek lazım; ancak birileri bu vahim olaydan yeni bir patika yapmak, oradan yürümek istiyor. Hurşit Tolon'un tahliyesinden bahsediyorum. Daha doğrusu Tolon'un tahliyesinden çok onun medyaya yansımasından bahsetmek istiyorum. Bir medya düşünün ki hastanelerden rapor alabilmek için defalarca yapılan başvuruları görmüyor. Hekimlerin 'Bir şey yok. Aspirin alsan kâfidir' sözüne sütunlarında hiç yer vermiyor. Hatta sahte bir kimlikle bahsi geçen kişiye rapor alma teşebbüsünü ve o arada resmi makamların devreye girerek skandalı engellemesini duymuyor. Defalarca yapılan başvuruların reddini de unutuyor. Sonra şaibeli, en azından tartışmalı bir kararla tahliye edilince birden habercilik yapmaya (!) karar veriyor. Tolon tahliye edilince öyle yayınlar yapıldı ki sanırsınız hakkında beraat kararı çıktı. Daha iddianamesi bile bitirilmemiş bir dosya nasıl olur da beraat kararıyla kamuoyuna sunulur? İşin aslı nedir? Sanığın tutuksuz yargılanması. Yani, dava sürüyor, sanık hâlâ suçlanıyor; ancak zanlı bundan sonra tutuksuz yargılanacak. Bizim medya olayı öyle bir noktaya getirdi ki aynen şöyle konuşanlar oldu: 'Şimdi yedi aydır tutuklu kalan bu insanın hakkını kim ödeyecek? Devlet bu duruma düşürülen kişilere tazminat ödeyecek mi?' Hatta anlı şanlı bir gazete 'Ergenekonzedeler' diye bir sözcük bile kazandırdı (!) dilimize.Bu işin içinde ya kara bir cehalet var yahut olayları karartma gibi bir strateji. Çünkü zanlı hakkında yurtdışına çıkma yasağı sürüyor. 'Delil yetersizliğinden salıverildi' deniyor. İyi de, iddianame yok ki deliller yetersiz bulunabilsin. Nitekim mahkeme, 25 klasörlük suç dosyasını inceleyince bir önceki kararın tersine sanığın delil yetersizliğinden değil, yaşlı ve hasta olmasından dolayı tutuksuz yargılanacağını açıkladı.Mesele sadece emekli bir komutanla ilgili değil; temelde bazı basın organları olayı çarpıtacak bir yol izliyor. Maalesef bunu bazıları sistemli ve kasıtlı bir şekilde yapıyor. Düşünebiliyor musunuz Danıştay saldırısının en önemli zanlılarından biri itiraflarda bulunuyor ve diyor ki: 'Veli Küçük ile Alparslan Arslan baba-oğul gibiydi.' Daha pek çok ayrıntı da veriyor. Tüyler ürpertici itiraflar! Ancak kendine muteber haber kanalı imajı veren bir televizyonumuz, olayı şöyle sulandırıyor: 'Buluştuklarını iddia ettiği evi hatırlayamadı.' Haberi dinleyince anlıyorsunuz ki gece yarısı Muzaffer Tekin ile buluşmuşlar da, itirafçı gece karanlığında buluştukları evi tam tarif edememiş. Ne olmuş peki? Bu mudur haberin asıl ağırlık noktası? Maksat itirafçının ne söylediğinden çok, adamın güvenilmezliğini ispat etmek. Oysa Danıştay saldırısı çok önemli. Cumhuriyet Gazetesi'ne ve Danıştay'a saldıranlar arasındaki bağın deşifre olması, bu saldırının azmettiricileri ve planlayıcılarının ortaya çıkarılmasını sağlayacak itiraflar basını ve TV kanallarını niçin huzursuz ediyor?Maalesef kamuoyunda aynen şöyle bir kanaat oluştu: 'Medyadaki bazı kişiler Ergenekon çetesine karşı bir yakınlık hissediyor.' Hiç kimse kusura bakmasın ama bu imajın oluşmasında asıl suç medyanındır. Görülmeyen bazı gelişmeler, görüyorum derken yapılan çarpıtmalarla birleşince vatandaşın başka bir kanaate ulaşması mümkün değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder