19 Aralık 2012 Çarşamba

Mağduriyet edebiyatı ve Uludere gerçeği / Mehmet Kamış

Kürt meselesini hâlâ mağduriyet üzerinden okumanın gerçekçiliği yok artık...

 12 Eylül’den sonra o bölgede askerî yönetimin uyguladığı insanlık dışı işkencelerin ve gayri insani yasakların üzerinden bir hayli zaman geçti. 1990’lı yıllarda kan gölüne dönen bölgede, kimin kimi vurduğunun belli olmadığı uzun bir süreç yaşanmıştı. Yargısız, hukuksuz infazlarda binlerce suçsuz, masum sivil hayatını kaybetmişti. Bu siyasi ve sosyal mağduriyetler, PKK gibi ırkçı örgütlerin de hayat kaynağı olmuştu.

PKK ve onu besleyen söylemlerin mağduriyetten başka kullandığı ve kullanacağı hiçbir şey yok. Kürt meselesini sadece buradan okumakta ısrar ediyorlar. Ancak asıl tuhaf olan, aklı başında insanların da Kürt meselesine mağduriyet üzerinden yaklaşıyor olmasıdır. Çünkü özellikle AK Parti hükümetinden sonra bölgenin ve Kürtlerin mağduriyetinin yok edilmesi konusunda bir hayli mesafe kat edildi. Her şeyden önemlisi olağanüstü hal kaldırıldı. KÖYDES Projesi ile devlet o bölgeye çok büyük yatırımlar ve yardımlar yaptı. O dönemde bütün Türkiye’de olduğu gibi Güneydoğu’da da kişisel özgürlükler konusunda bir hayli mesafeler alındı.

‘Peki bu mağduriyeti ne yapalım? Hadi bu mağdur etmişlerden hesap soralım’ dendiğinde 90’lı yılların kirli defterini açmaya hiç kimse yanaşmıyor. Hatırlayın; Diyarbakır’daki birkaç gözü pek savcının 90’lı yıllardaki yargısız infazlarla ilgili attığı adımları... Albay Cemal Temizöz tutuklanmış ve yargılanmaya başlanmıştı. Ancak bu davayı BDP’li milletvekillerinin ya da parti yetkililerinin hiçbirisi takip etmedi. Bu davanın o çevreler tarafından bir kere bile gündeme getirildiğini duydunuz mu?

Bunların üzerine gitmek, Kürt etnik siyasetçilerinin ya da yazarlarının pek de işine gelmez. Neden mi? Birincisi; bu mağduriyet onların varlık sebebidir. İkincisi; faili meçhullerin kapağı açıldığında PKK’nın mağdur ettiği Kürtler meselesinin de gündeme geleceğinden endişe etmektedirler. Oysa JİTEM’in yaptığı kadar PKK’nın da Kürtlere yaptığı infazların, dağa kaldırmaların hesabının sorulması gerekir. Bu defteri açmıyorlar çünkü buradan kendi kirli tarihlerinin de gün yüzüne çıkmasından korkuyorlar.

Kürt etnik siyasetinin var olmaya devam edebilmesinin onlar açısından tek bir yolu var. O da, bölgedeki mağduriyetin sürmesidir. Devlet orada geçmiş yılların tecrübesiyle hareket etmeye başladı. Eline silah alanlarla profesyonel bir mücadele içine girildi. Şehit cenazeleri üzerinden de Türkiye genelinde bir Kürt düşmanlığı körüklenemedi. Üstelik terör de sahada büyük yenilgiler alıyor. Etnik siyaset ise sivillerin mağduriyeti söz konusu olmayınca büyük bozgunlar yiyor.

Uludere faciası, böyle bir zamanda yaşandı ve ölmek üzere olan PKK ile etnik siyasete hayat kaynağı oldu. Şüphesiz insanoğlu pek çok hata yapıyor, yapabilir. Hatalar bir şekilde telafi edilebilir. Burada kamuoyunun vicdanını rahatsız eden en önemli konu; Uludere’nin hata değil de taammüden yapılmış bir eylem olduğudur, güvenlik güçlerinin kasten tuzağa düşürüldüğü yönündeki kanaatlerdir!

AK Parti iktidarında, Kürtlerin daha rahat etmesi, bireysel özgürlüklerin daha çok artması için önemli adımlar atıldı. Yani mağduriyet edebiyatının altı bir hayli boşaltıldı. Uludere gibi aydınlatılmamış ve hesabı sorulmamış olaylar sebebiyle, 10 yılın emeği bir anda heba olmamalı. Psikolojik açıdan 90’lı yıllara yeniden mi dönüyoruz, endişelerine mahal verilmemeli.