14 Aralık 2012 Cuma

Kime ‘komutan’ denir / Namık Çınar

  Komutanı olduğu savaş uçaklarının bombardımanıyla işlenen Uludere katliamına ve Suriye karasularında düşürülmüş kendi jetine rağmen, Hava Kuvvetleri Komutanı’na lâyık görülen şeref madalyası, farklı olacağı varsayılan “askerî değer yargıları”nı içe sinmeyen bir duygu seliyle yeniden sorgulanır kılmıştır.

Hattâ kimi Taraf yazarları da, bu olay vesilesiyle iki farklı görüş sergilemektedirler.

Oysa bu sorunun çözümü, en önce “komutan”ın kim olduğunu bilmeye bağlıdır.

Subay denince neredeyse onunla eşanlamlı gibi görülen komutan kavramı, sanılanın aksine, ne İç Hizmet Kanunu’nda, ne TSK Personel Kanunu’nda, ne de bir başka hukuki mevzuatta öne çıkarılıp ele alınmıştır.
Komutan kavramı elbette ki o yasalarda bir sözcük olarak vardır. Ama içeriği işlenmez, tanımı yapılmaz.

Bütün askerî yasalar komutanı değil, “âmir’i, ast ve üst’ü ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini” düzenler. Bütün tarifler, âmirin, ast ve üst’ün görev ve yetkileri, sorumlulukları vs. üzerine inşa edilmiştir.

Çünkü komutan, aynı zamanda âmir olmakla beraber, sadece âmir de değildir. O, yasal prosedür kalıpları kadarla algılanacak ve bir tarifin içine sıkıştırılarak orada tutulacak bir kimlik olarak görülemez.
Onun göverdiği yer askerî doktrindir. Ancak orada dahi tüketici bir tarif cihetine gidilmemiş, oraya dahi hapsedilmemiştir.

Amir vasfıyla yetkisini kanundan alıyor olmasına karşın, komutan olarak sadece kanunla yetinemez. Onun başka güç kaynakları da vardır.
Aksi hâlde Mustafa Kemal, sadece yasalarla yetinseydi, emrindeki unsurlara “ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” diyebilir miydi? Bunu hangi yasal düzenleme dört başı mamur yapabilir?

O yüzden komutan, tıpkı enbiyalar ve evliyalar gibi idealize edilmiş fenomenolojisiyle, yalnızca sevk ve idare talimnamelerinden değil, ayrıca insanlık kadar eski harp tarihinden, sadece yerel değil evrensel ölçekteki askerî şahsiyetlerden, biyografi ve hatıratlardan, destansı söylencelerden de beslenerek biçimlenen bir şahsiyet olagelmiştir.

Onun giysilerindeki hiç kimselere benzemeyen ve kendisini herkeslerden ayıran şaşaa bile boşuna değildir. Her bir yanının sırmalarla, kordonlarla, yaldızlarla bezeli olması, yüzünü bir hâle gibi sararak âdetâ onu canlı ve kutsal bir ikona çevirmesi içindir.

Sonraları polisler, itfaiyeciler, orman korucuları ve bir sürü başkaları da öykünmüş ve onun gibi giyinmeye kalkışmışlarsa da, hepimiz biliriz ki o yeri hiç kimseler dolduramamıştır.

O nedenle, harp okullarının ve harp akademilerinin önderlik ve liderlik dersleriyle bir subaya kazandırılmak istenen titr, “komutanlık ruhu”ndan başkası olmayacaktır.

Yasal mevzuatın tanımladığı âmir ise, kamuda olsun, özel sektörde olsun, zaten hemen her hiyerarşide karşılaşılabilen alelâde bir fonksiyon olarak görülecek ve subayı tatmine yetmeyecektir.
İşte böyle olunca da yasaları bile aşarak, emrindekilerin yaptıklarından da yapmadıklarından da; akla gelebilecek her bir şeyden yalnızca ve yalnızca komutan sorumlu tutulacaktır.
Biriminin yegâne öznesi olup, “karar”ı veren eşsiz ve mutlak tek egemen odur. Gerçekleştirilecek olan onun kararıdır ve o birimdeki herkes ve her şey, onun kararını yerine getirmek için vardırlar.
O yüzdendir ki neden-sonuç ilişkisindeki illiyet bağı, kaynağını en evvel onda bulan, ondan neş’et eden, ondan sadır olan bir olgu gibi addedilmelidir.
Bu durum, tıpkı Roma Hukuku’ndan gelen “objektif sorumluluk”, yani kusuru olmasa da üstlenilen“kusursuz sorumluluk” ilkesine benzer. Yasalardaki yükümlülüklerden bağımsız olarak, olup bitenlere duhulü bizatihi bulunmasa bile; askerî kültür bakımından, komutan sorumluluklarının başkalarına yıkılamayacağı birtakım hâller ve hadler vardır.
Elde yaz-kış eldiven taşıma hamallığından kurtulmak, “şövalyelik honouru” ancak buna yaraşır bir tarzda özümsenirse mümkündür.
Darbe plânları yapıp da yakalanınca, tehlikeye dahi sürüklemekten çekinmediği masum küçük rütbelilerin arkasına saklanmak; yahut da hak edilmesini sıradan aklın bile alamayacağı bir madalyayı taşımak, yasalara uygun bile görünse “komutan”a yakışmaz.
Nimetleri kullanırken “komutan” kesilenler, külfetlere gelince yasadaki “âmir”e dönüşüyorlarsa, askerlikteki onca senelerini haybeye geçirmişler demektir.