27 Aralık 2012 Perşembe

364 gün sonra Uludere faciası / Sedat Ergin


BUNDAN bir yıl önce 28 Aralık günü saat 21.00 sularında Diyarbakır’daki İkinci Taktik Hava Üssü’nden havalanan F-16 uçaklarının pilotları, Şırnak üzerinde Türkiye-Irak sınırındaki Uludere’ye geldiklerinde, kendilerine verilen hedef koordinatlarına göre butona basarak bombaları hedefe gönderdiler.

Teknik anlamda tam isabet kaydedildi ve Irak tarafından gelip katırlarla birlikte sınırın sıfır noktasına varmış olan konvoy imha edildi. Bütün sorun, ölenlerin istihbarat notunda belirtildiği gibi PKK’lı değil, bölgede kaçakçılık yapmakta olan sivil vatandaşlarımız olmasıydı. Aralarında çocukların da olduğu 34 insan hayatını yitirdi. Çoğunun cesetleri yanmış, iç organları dışarı çıkmış haldeydi.

Bugün itibarıyla geçen 364 gün içinde bu olayın hâlâ tam olarak aydınlatılmamış olması, Türkiye’nin büyük bir ayıbıdır.

* * *

Bu bir yıl içinde savcılık tarafından yürütülen soruşturma ile Genelkurmay’ın ayrıca kendi içinde açtığı soruşturma henüz sonuçlanmamıştır. Diyelim ki, gizlilik devletin huyudur. Peki o zaman TBMM’de Uludere olayını incelemek üzere kurulan komisyonun raporunu hâlâ açıklamamış olmasına ne diyeceksiniz?

Bu olay ortalama ölçüleri karşılayan herhangi bir Batı demokrasisinde yaşanmış olsaydı, muhtemelen parlamentonun yürüteceği bir soruşturma üzerinden kamuoyu, gerçekleri bütün boyutlarıyla çoktan öğrenmiş olurdu.

Kesinlik içinde bildiğimiz bir husus, olay öncesinde PKK’nın üst kadrosundan bir ekibin sınırın karşı tarafında bulunduğu ve muhtemelen Uludere civarından Türkiye’ye sızacağı istihbaratının MİT tarafından verilmiş olmasıdır.

Bu beklenti içinde konvoyun sınıra yaklaşmakta olduğu insansız hava aracı tarafından tespit edildiği anda, bunun PKK’nın tahmin edilen sızması olduğu değerlendirilerek F-16’lara hedefi vurma talimatı verilmiştir.

Başaktan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen cuma akşamı NTV’deki mülakatında, “Bu kaçakçıdır, bu teröristtir’ değerlendirmesini ilgili mercilerin o anda yapması mümkün değil. Orası terör bölgesi... Burada ister istemez ilgili güvenlik güçlerimiz sorulması gereken merciye sormuşlardır, verilen kararla görevlerinin gereğini yerine getirmişlerdir. Bu tür işlerde hata payı olmaz mı? Her zaman olur” şeklindeki sözleri aslında olayın nasıl gerçekleştiğini en çıplak haliyle özetliyor.

* * *

Başbakan’ın sözlerindeki “sorulması gereken merci”, yani “bombalayın” talimatını veren mercinin hangi makam, kim olduğu sorusunun yanıtı hâlâ boşluktadır. Bu bölge harekât merkezi komutanı mıdır? Yoksa Genelkurmay’daki bir yetkili midir?

Bir bu kadar önemli olan, istihbarat akışıyla ilgili sorulardır. Bu noktada Başbakan’ın “Bu kaçakçıdır-teröristtir değerlendirmesini yapmak o anda mümkün değil” şeklindeki sözlerine çekinceyle yaklaşıyoruz. Şu nedenlerle:

Bombalamanın olduğu yer, Uludere’deki en önemli ekonomik faaliyetlerden biri, devletin bilgisi ve göz yummasıyla yürütülen kaçakçılıktır. Bombalamanın olduğu mıntıka, kaçakçıların on yıllardır düzenli bir şekilde kullandıkları bir ticaret koridorudur aslında.

En kritik konulardan biri, bombalama kararı öncesinde havadan alınan bilgilerin yerel makamlarla koordinasyonunun yapılıp yapılmadığı sorusunda beliriyor.

Konvoyun hareketinin tespit edildiği saat 18.39’dur. Bunun ardından istihbaratın “birden fazla kaynaktan teyidi alınmış” ve saat 21.37’de hedef ateş altına alınmıştır. Arada tam üç saat geçmiştir. Burada ciddi bir istihbarat -en hafif ifadesiyle- karambolünün yaşandığı aşikârdır.

* * *

İnsan hayatına daha çok değer verilen bir ülkede yaşıyor olsaydık, muhtemelen bütün bu soruların yanıtlarını çoktan öğrenmiş olurduk. Aradan tam bir yıl geçmiş olmasına rağmen bu soruların hâlâ boşlukta asılı duruyor olması, aslında topluma hesap veren bir demokrasi ve hukuk devleti olma hedefinden ne kadar uzaklaştığımızı bize gösteriyor.

Bu olayın meydana geldikten sonra hükümet ve ilgili devlet birimleri tarafından yönetiliş şeklinin Kürt vatandaşlarımızda onarılması güç bir açık yaraya dönüşmüş olması meselenin insan kaybından sonraki en üzücü yönüdür.

Bir ülkede toplumsal barışın temeli, o ülkenin sınırları içinde yaşayan vatandaşların asgari bir duygu birliği içinde yaşamalarıdır. Uludere faciası dallanıp budaklanan seyriyle, ne yazık ki bu duygudaşlığı da tam kalbinden vurmuştur.