17 Eylül 2012 / H. SALİH ZENGİN
Adnan Menderes,
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın cuntacılar tarafından Yassıada’da
yargılanıp 16 ve 17 Eylül 1961’de İmralı’da idam edilmelerinin
üzerinden 51 yıl geçti. Üç infazda da görevli bulunan ve bugüne kadar
korkusundan hiç konuşmayan asker Muzaffer Erkan, suskunluğunu Aksiyon
için bozdu.
27Mayıs 1960 darbesi ve Yassıada
olayları ile ilgili kayıtları okuyup, anlatılanları dinleyince insanın
kanının donmaması mümkün değil. Sanıklara savrulan tehditler ve
hakaretler, yaptırılmayan savunmalar, kayda alınmayan ifadeler, sahte
belgelerle suçlamalar... Ülkemizin yarım asırlık bu utanç davasının
ardından ise ipe gönderilen Demokrat Partili üç isim: Başbakan Adnan
Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan
Polatkan... Üç idam... Ve bu idamlara tanıklık eden bir asker: Muzaffer
Erkan…
Yassıada duruşmaları için özel olarak seçilen 120 askerden biri olan Erkan, şu an 75 yaşında ve İzmir’de yaşıyor. Son duruşma dışında bütün davalara görevli er olarak katılan ve ülkemizin demokrasi ayıbı olan üç idama çok yakından tanıklık eden Erkan, bugüne dek korktuğu için hiç konuşmamış. Kendisini çekirdekten Cumhuriyet Halk Partili olarak tanımlayan Erkan, idamlara üzüldüğünü ve asılmaları gördükten sonra günlerce yemek yiyemediğini söylüyor: “O anlar gözlerimin önünden gitmedi, çok zor oldu benim için. Rüyalarıma girdi. Kâbus görüyordum hep.” Erkan, o günleri konuşurken, dönemin fotoğraflarına bakarken yine heyecanlıydı ve anlatırken ister istemez sesi titriyordu.
Peki, okuduklarımızdan, duyduklarımızdan ve bildiklerimizden farklı ne anlattı Muzaffer Erkan? Öncelikle Erkan, bütün duruşmalara katılan bir asker olmasının yanında, Yassıada’dan İmralı’ya gemiyle infaz için götürülen Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı koruyan dört askerden biriydi ve üç idamda da bulundu. Diğer üç asker ölmüş. O dönemin yaşayan son tanıklarından biri Erkan. Aktardıkları arasında birçok ilginç bilgi mevcut. O dönem günü gününe olayları bir deftere not aldığını ancak komutanının görüp ikaz etmesi üzerine defteri korkudan yaktığını belirten Muzaffer Erkan, İmralı’da mahkemeden önce 66 mezar yeri kazıldığını kaydediyor ki bu bile cuntacıların niyetlerini ortaya koyması açısından önemli.
Yassıada’dan İmralı’ya infaz için getirilen Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarına kadar sürekli yanlarında bulunan ve her olayın canlı şahidi olan Erkan, Hasan Polatkan’ın infaz için götürülürken hücumbotta gözlerinin yaşardığını ve millete sitem ettiğini söylüyor. Celal Bayar’ı kendisi asılmayacakmış gibi tavırlar içinde gördüğünü belirten Erkan, Fatin Rüştü Zorlu’nun abdest alarak idam sehpasının yanında iki rekat namaz kıldığını ve cellada lüzum duymadan kendi kendini astığını kaydediyor.
Yazılanların aksine, boyu uzun geldiği için tam ölmeyen ve ayakları sehpada kalan Zorlu’nun sehpasına celladın tekme vurduğu iddiasını ise yalanlıyor. İdam günü ayağa kalkamayacak derecede hasta olan Adnan Menderes’in burnuna ve ağzına bir merhem sürülerek canlandırıldığını söylüyor: “Menderes’i İstanbul’a hastaneye götürüyoruz diyerek hücumbota bindirdiler. İnanmış gibiydi, mutlu oldu. Ver bana bir sigara!’ diyerek teğmenden bir Hanımeli sigarası aldı ve içti. İdam öncesindeki misafir odasında bir parça şeftali yedi. İdam edildiğinde şeftalinin suyu beyaz kefeninin önüne aktı.” Başsavcı Altay Ömer Egesel’in idam fermanını okuduktan sonra dalga geçer gibi “Ya Menderes, gördün mü, nerelere kadar düştün!” dediğini belirten Erkan, Adnan Menderes’in idam sehpasındaki son sözlerinin ise şunlar olduğunu ifade ediyor: “Türkiye’ye 10 sene başbakanlık yaptım. 8 senemi Türk tarihi yazacak, 2 senemi de dalkavuklar. Oğlum Yüksel’in devlet tarafından okutulmasını istiyorum. Kaleminden altın damlasın. Bizim gibi olmasın.”
Muzaffer Erkan’ın aktardığı Menderes’in bu son sözleri hiçbir yerde yer almıyor, bunu ilk kez duyuyoruz. Birçok kitap, gazete yazısı ve internet sitelerinde Menderes’in idamdan önce son sözünün “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda, karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum” olduğu yazılıyor. Ancak bu ifadelerin Menderes’in son sözleri değil, Yassıadada’da iken yazdığı son mektuptan alıntılanan cümleler olduğunu ifade edelim. Tanık Erkan, Menderes’in idamını Yassıada Komutanı Tarık Güryay, MBK üyeleri ve 100 subayın izlediği bilgisinin de yanlış olduğunu, idam anında 11-12 kişi bulunduğunu iddia ediyor.
Ve belki de insanın kanını donduran bir ayrıntı daha. İdam edilen Menderes’in başında 45 dakika beklediklerini belirten Erkan, celladın ipte sallanan Menderes’e doğru yaklaşarak onun rugan ayakkabılarına baktığını ve şöyle söylediğini anlatıyor:
Kütahya’da talimgâhta eğitim görüyorduk. Onbaşı idim ben, yarım çavuş yani. 18 bin kişiden oluşan tugayı topladılar bir gün ve içerisinden benimle birlikte güçlü kuvvetli 30 kişiyi ayırdılar. Silah değiştirme, nöbet tutma-değiştirme eğitimi aldık. Bölük Komutanı Üsteğmen Hürmet Kamah “Nöbet mahallinde konuşursan, bilgi verirsen arkadaşının kurşunu ile ölürsün” diye emir verdi. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. 15 günlük sıkı eğitimin ardından bizi trenle Haydarpaşa’ya götürdüler. Trenden indik ve orada havacıların transit merkezine gittik. Karacılardan, havacılardan, jandarmadan ve bahriyeden otuzar kişi olmak üzere toplam 120 kişiydik. Hepimiz bir koğuşta kaldık.
-Yassıada’ya ne zaman gittiniz?
Bir gün öğleden sonra bizi bir çatana, yani kuru yük gemisi aldı. Bize o zaman dediler “Yassıada’ya gidiyorsunuz” diye. Bir ay öncesinden gittik yani adaya. Beden ölçülerimizi aldılar ve Ankara Dikimevi’nde havacıların kumaşlarından elbise diktirdiler, elbiseler sonradan geldi adaya. Sembollü bir de kokart yaptırdılar bu davaya özel. Sadece bu 120 askere dağıtıldı bu kokart.
-Adadan özel veya askerî eşya çıkarmak kesinkes yasak ise şu an elinizde bulunan kokardı nasıl alabildiniz?
Bu kokart kolumdaydı, ben eskitmediğim ve iyi kullandığım için verilen yeni kokardı takmadım, bunu da anı olsun diye sakladım. Elimde kalan tek anı bu yani, bir de Anayasa Mahkemesi salonunda çekilen fotoğraf. Bu fotoğrafı da adada iken parayla satın aldım.
-Sanıklar Yassıada’ya yargılama için getirilirken orada mıydınız peki?
Biz karşılamadık onları. Bize silahlar verilmemişti daha. Sonrasında Thompson tüfekler verildi, 20 mermiliydi. Yassıada Garnizon Komutanı Albay Tarık Güryay “Emir sarihtir, değişmez” derdi bize. Bunu deyince gerisini düşünme yani, zaten rejim çok diktaydı.
-İlk duruşmada neredeydiniz?
İlk duruşmadan itibaren nöbette idim, mahkeme salonunda yani. Herkes oradaydı; Adnan Menderes, Celal Bayar, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu, Emin Kalafat, Ethem Menderes... Kalafat, uçak kazasında kendileri yere çakılırken Menderes’i meleklerin kurtardığını söyledi. (Emin Kalafat, Adnan Menderes’in Kıbrıs konusunda görüşmelerde bulunmak üzere Londra’ya giderken düşen uçağından yaralı olarak kurtulan milletvekili.) Beli sakattı onun. Celal Bayar söz istedi ilk duruşmada. Söz verilince “Efendim ben yıllarca cumhurbaşkanlığı yaptım. Bu çocukların hiçbir suçu yok. Suçun tümü benim. Ben imzayı çaktım, ben mühürü verdim” dedi. “Yoo!” dedi mahkeme başkanı Salim Başol, “Biz eleyeceğiz, altına düşeni bir daha eleyeceğiz, altına düşenleri bir daha eleyeceğiz, ondan sonra suç unsurunu bulacağız. Geç otur yerine!” dedi. Bugün bir cumhurbaşkanına o kelimeyi kullanmak mantık dışı yani.
-Celal Bayar, mahkeme sonuna kadar tüm suçu üzerine aldı mı?
15 gün sonra tekrar söz istedi Kayseri (Yeşilhisar) olayları davası sırasında. “Mührümü ve kaşemi Menderes’e verdim, ben bir şey bilmiyorum. Bu işin içerisinden o çıksın” diye ifadesini tamamen değiştirdi.
-Peki, mahkeme başkanı Salim Başol nasıl biriydi sizce?
Makamının adamı değildi bence. Çünkü Salim Başol, adaya her defasında çeşit çeşit kadınlarla geliyordu. Yakışır mı? Tutukluların yakınları adaya gelebilmek için sıra alıyordu, bu özel kamarasında kadın getiriyordu. Başsavcı Altay Ömer Egesel, aşüfteleri İstanbul’dan ayarlıyordu. Bu kadınlar mahkeme salonunda her yere oturabiliyorlardı.
-İlk beraat eden kimdi?
İstanbul Valisi Fahreddin Kerim Gökay idi. Davalar devam ederken o beraat edip çıktı. Biz de kızıyorduk o adama. Bana deselerdi ki bu adamı sustur, o an sustururdum.
-Neden?
Nasıl olur da bir vali Türkiye’nin başhâkimine, Türkiye’nin en büyük mahkemesine bağırır ve hakaret eder diye kızıyordum. Demek ki suçsuzmuş adam.
-Sert mi konuşuyordu o kadar?
Hem de nasıl! “Ben de senin görevini yapıyorum. Sen Türkiye’nin hâkimiysen ben de İstanbul’un hâkimiyim, valisiyim!” diye, elini kaldırarak bağırıyordu.
-Peki Adnan Menderes nasıl konuşuyordu duruşmalarda?
Her zaman defteri kalemi elinde, bir parmağını kaldırarak “Sayın reis beyefendiciğim, bir şeye temas edeceğim, müsaade buyurursanız” diye söz alırdı. Salim Başol ise sertçe “Ama o öyle senin dediğin gibi değil!” diyor, Savcı Ömer Egesel de “Otur, otur, otur yerine!” diye bağırıyordu.
-Kimler suçladı Adnan Menderes’i?
A’dan Z’ye herkes onu suçladı. Bütün sanıklar Menderes’ten emir aldıklarını söylediler. Mesela İstanbul Emniyet Müdürü Zeki Şahin söz aldı bir davada ve “Benim evime Menderes silahıyla geldi ve ağzıma namluyu sokup ‘Ölür müsün, öldürecek misin?’ dedi. Tabancanın arpacığı ile dişimi kırdı” dedi. Menderes ise “Sayın hâkimim, bir başbakan bir emniyet müdürünün evine silah çekerek girer mi?” diye itiraz etti. Yani bir başbakan niye eve gitsin, makamına çağırmaz mı?
-Adnan Menderes’i hiç savunan olmadı yani?
Sadece Ayhan Aydan Hanım savundu ve sahip çıktı. Savcı duruşmada “Menderes çok namusluysa niye Ayhan Aydan’ı Ankara’dan alıp doğumevine getirdi?” deyince Ayhan Aydan söz aldı ve çok güzel bir söz sarf etti: “Sayın Başol, benim evrakıma sen imza attın. Çocuğumun sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Fırsat bulayım Menderes’ten yine bir çocuk daha yaparım.” (Cunta yönetimi tarafından Menderes aleyhinde açılan 13 dava arasından beraatle sonuçlanan tek dava.) Bunları dava tutanaklarına almadılar ama.
-Davanın sürdüğü 9 ay 27 gün boyunca orada mıydınız?
Evet, ama toplamda 11 ay adada kaldık. Bir ay önce gittik, dava bittikten bir ay sonra da Kütahya’ya birliğimize döndük. Millî Birlik Komitesi bize bir ay mükâfat izni verdi. 24 ay askerlik yaptım ama bu arada 127 gün izin kullandım.
-Nasıl aldınız izinleri?
Birinde tel örgünün içinde bir albayı yakaladım. Bu albay bahriyeli elbisesi giymiş ve içeri girmiş. Ellerini bağladım, “Yoksa seni vururum, gözünün yaşına bakmam. Bize ada komutanının verdiği emir bu” dedim. Ada komutanının huzuruna çıkardım. Ada Komutanı Tarık Güryay dört tane tokat çekti albaya. Gizli fotoğraf çekiyormuş. Kabataş’tan binerek gelmiş ziyaretçilerle birlikte. Bundan dolayı 15 gün izin ve 50 lira para ödülü verdi. Bana, “Hergele, bizdensin!” dedi.
-İzindeyken olanları anlattınız mı?
Aile içinde anlattım. Dışarıda anlatmak suçtu, korkuyordum. Herkes “Yok Menderes’in suratında-elinde sigara söndürülmüş” diye konuşuyordu. Öyle bir şeye ben rastlamadım.
-Hiç işkenceye rastlamadınız mı yani?
Bizim onların koğuşlarına girmemiz yasaktı. Ama Kayseri davasının polisleri çok hırpalandı, bayağı tartaklandılar. Namık Kemal’in kaldığı zindanlarda kalıyordu 20 tane polis. Bir kâğıt, bir kalem ve bir silgi veriyordu nöbetçi subaylar. Her iki tarafını da doldurmaları isteniyordu polislerden, nereden rüşvet aldın, ne yaptın, ne ettin yazdırıyorlardı. Varsa basıyorlardı dayağı. Yok diyorsa da eğer arkadaşının ifadesi ile çelişiyorsa subaylardan kötek yiyorlardı.
-Başka izin kullanmadınız mı dava sırasında?
Bursa’dan gelen ve 1956’da boks şampiyonu olmuş Remzi Oral diye bir komutanımız vardı. Onun bize verdiği disiplin, bizi bir numaralı asker yaptı ve subayın üstüne devriye komutanı olduk. Thompson silahların kayışını kıvırarak elimde tutardım ben. İki defa silahımı almaya kalktı, alamadı. Bir defasında aniden döndüm ve arka üstü düşürdüm onu. Bunun üzerine 15 gün mükâfat izni verdi. Bir keresinde de mahkeme salonunda Muğla milletvekili konuşuyordu, sussun diye “Pısst!” dedim, “Pis asker!” dedi. O an şuurumu kaybettim, “Seni p...venk!” dedim. Sonra ada komutanı beni çağırttı ve neden isyan ettiğimi sordu. “Komutanım sen dâhil benim üniformama dünyada hiç kimse pis diyemez. Biz bu ülkeyi taşıyan vatandaşız” dedim. Komutan “Vatandaş değil, nefersin” dedi ve alnımdan öptü. Bir 15 günlük izin daha koptu böylece. Demek ki bu başarımdan dolayı beni ve diğer üç askeri idamlar esnasında görevlendirdiler.
-Şu an yaşınız 75, kaç yaşında gittiniz askere?
Askerdeyken 24 yaşındaydım. Askerliğe iki sene geç gittim. Rahmetli babam 5 lira vermemek için biraderimle aynı anda almış nüfus kâğıdımı. Yol parası vermemek için dört-beş tane çocuk yapıp yıllar sonra hepsine birden nüfus cüzdanı alınırmış.
-Bütün duruşmalara katıldınız mı?
Hemen hemen hepsine katıldım. Sadece son karar duruşmasına katılamadım.
-Neden?
Komutanımız “Yarın tutuklular mahkûm olacak. Hepinizin silahı dolu ve emniyeti açık olacak” dedi. Ben komutana yalvardım: “Ne olursunuz komutanım, son celseyi göreyim. Ben de burada 11 ay esir muamelesi gördüm, şehre çıkamadım. Biz de onlar gibi hapisiz” deyince, “Hayır, senin yapacağın görev daha mukaddes” dedi. Ertesi gün 14 idamlık bakanı, 17 tane de müebbet mahkûm edilen milletvekilini hücumbota bindirip İmralı’ya 20 askerle birlikte götürdük. Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu, Ethem Menderes, Celal Bayar ve bakanları tek başlarına hücreye koydular. Adnan Menderes hastaydı, Yassıada’da kalmıştı. Eğer orada çekilen filmler oynatılsaydı televizyonda hep başrolde olurdum yani.
-Polatkan, Bayar ve Zorlu gemi ile İmralı’ya götürülürken siz de gemide miydiniz?
Evet, biz mahkûmlarla kamaradaydık. Hepsinin infaz kararı üzerlerine asılmıştı. Tümgeneral ve paşalar bile sokulmuyordu yanımıza, onlar kaptan köşkündeydi. Ada komutanının “Emir sarihtir, değişmez” emri vardı.
-Aralarında hiç konuşmadılar mı İmralı’ya götürülürken?
Biraz açıldıktan sonra Hasan Polatkan duygulandı. Herkese veryansın ve sitem ediyordu. Arkadan Celal Bayar atıldı ve “Gül ki torunların dedem ölüme dahi gülerek gitti desinler.” diye teskin etti.
-Ağlayan asker var mıydı?
Yo, yo, kesinlikle. Ağlarsan gözünü çıkarırlar. 18 bin asker içinden seçilmişsiniz yani.
-Peki siz üzülüyor muydunuz hiç?
Ben ekmek yiyemedim günlerce. Adam asılmayı ilk kez orada gördüm. İnsan üzülmez mi? Elde olmadan bir insan karıncayı değil, fareyi bile ezmez.
-Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam edildiği geceye dönelim. Neler yaşandı orada?
Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve 14 bakanın infazı için Ankara Millî Birlik Komitesi’nden emir geldi. Yalnız Celal Bayar, “Susun, af olacak!” diyordu. Affolunacağını tahmin ediyordu. Gece saat 2 gibi emir geldi, sadece Polatkan ve Zorlu asılacak diye. Gece saat 3’te Hasan Polatkan’ı hücresinden çıkardık. Kemal ve Tuğrul teğmenler ile İsmail Sıdal yüzbaşı vardı yanlarında. Biz ikinci emniyet olarak hemen arkalarındaydık dört kişi. Ayakkabı ya da giyim atölyesi gibi bir yerdi, üç tane darağacı kurulmuştu. Polatkan’a “Anayasayı ihlalden suçlu bulundunuz ve infaza layık görüldünüz!” dendi. İpi boynuna geçirdiler. Son arzusu soruldu. Yine isyankar bir dille bir şeyler söyledi, konuşmasına devam ederken sehpa çekildi. İzlerken sıkılmamak kabil değil, bir hayvan asmıyorsun. Ama yüzümüzü çevirmek suçtu, elimiz tetikte bekliyorduk.
-Sonra sıra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya geldi...
Evet, onu da hücresinden gardiyanlar çıkardı. İdam sehpaları hepsinin hücrelerine yakındı, birbirlerini görmüyorlardı. Aralarında koridor ve duvarlar vardı. Fatin Rüştü Zorlu izin isteyerek abdest aldı ve idam sehpasının başında iki rekât namaz kıldı. Sehpaya kendi ayaklarıyla çıktı. Cellada “Oğlum sen çekme, ben kendimi asarım. Belki günahım vardır, belki günahım yoktur. Kendi cezamı kendim veririm” dedi. Kendi kendini astı. Dili ağzının içinde katlandı. Onun ölümünde gözlerimden yaş geldi doğrusu. En çok ona üzüldüm. Allah hiç kimseye göstermesin o günleri.
Polatkan ve Zorlu’yu infaz edip o gece 45 dakika daha İmralı’da durduktan sonra Yassıada’ya geri döndük. Ertesi sabah güneş doğmadan Erdoğan Üsteğmen, yani mahkemenin mesul müdürü tarafından çağrıldım, teçhizatımı kuşanıp Menderes’in bulunduğu birinci pavyona gittim. “Kapının yanında dur, mermiyi ver silahının ağzına” dedi. Sonra Menderes indi pijamalarıyla. Koğuşa bizim girmemiz yasaktı, koğuşta ilk kez burada gördüm. “Efendim şimdi sizi İstanbul’a götüreceğiz. Sıhhi bir muayeneden geçirip Ankara’ya çoluk çocuğunuzun yanına gideceksiniz” dedi komutan.
-Menderes çok hastaymış. O esnada neler yaşandı?
Menderes’i yatağından kaldırdılar. İnfaz iznini doktor olan tümgeneral vermedi. “Biz hasta insanı asamayız, vebali büyük olur” dedi. İmza atmayınca İstanbul’a telefon edildi. Helikopter ile alçak boylu, toplu bir profesör geldi. Üsküdar Deniz Hastanesi’ndenmiş. Cebinden küçük bir merhem çıkardı. Menderes’in burnunun deliklerine, bir çay kaşığı ile de diline o merhemi sürdü. Oturdular bir süre. Sonra Menderes güçlendi ilacın etkisiyle. Ondan sonra tümgeneral de imza attı. Mehmet Biliç diye bir asker vardı. Kütahya’dan getirilmişti, yakışıklıydı. Menderes’in postası idi o, elbiselerini getirdi. Siyah bir takım elbisesi vardı, beyaz çizgileri olan. Rugan bir ayakkabısı vardı. İlk onda gördüm o ayakkabıyı. Türkiye’de yoktu o zamanlar o ayakkabılar. Postacısı ayakkabısını giydirdi ve bağcıklarını bağladı. Komutan bana ve dört askere yine “Emir sarihtir, değişmez Erkan!” dedi ve biz ada komutanının J15 hücumbotu ile güneş iyice yükselmişken İmralı’ya hareket ettik.
-Kimler vardı hücumbotta?
Üç subay ve dört asker idik küçücük bir kamarada. Paşalar kaptan köşkünde idi. Aşağı inme yasağı vardı onların. Adnan Menderes ise muayene olacağını düşünüyordu. Kemal Teğmen, Hanımeli sigarası içiyordu, kırmızı uçlu. Menderes, verilen sigarayı içti.
-Hava yağmurlu ve fırtınalıymış sanırım. Öyle yazılıyor anılarda...
Hayır, yağmur yağmadı hiç, ilgisi yok. Ama fırtına vardı. Deniz o kadar dalgalıydı ki ağzımızı kapatıyorduk ama burnumuzdan kusuyorduk. Ege’nin en büyük hücumbotu bile bize eşlik edemedi, jetler korudu havadan. Adnan Menderes ve İsmail Yüzbaşı kusmadı sadece. 45 dakikalık yolu 2,5 saatte gittik. Kaptan dalgayı karşısına alarak yarıyordu, yan gitse alabora olurduk. Biz de Menderes’in kurbanı olacaktık yani.
-Adaya vardınız. Sonra…
Biz ondan önce indik hücumbottan. Uçaklar, helikopterler vardı ada üzerinde. Silahımızı kalçada tuttuk. Menderes bizi görünce sendeledi. Anladı. Hemen Teğmen Kemal ve Yüzbaşı İsmail Sıdal koluna girdi. Tahta iskeleden indik, tam adımını atacağı zaman Tuğrul Teğmen de koluna girdi. İsmail Sıdal arkada kaldı ve “Efendim, bir şey söyleyeceğim” dedi. Menderes hemen geriye dönüp ellerini uzattı. Yani kıyıya ayak basmadan kelepçelendi. Misafir salonuna götürdük. Siyah deri bir koltuk vardı, ona oturdu.
-Siz neredeydiniz bu sırada?
Ben onun tam karşısında nöbetteydim. Hiçbir şey söylemeden oturuyordu. Başsavcı Ömer Egesel geldi odaya ve “Ya Menderes, gördün mü nerelere kadar düştün!” dedi. Olağanüstü değil, olmayanüstü savcı yani! Ölüm fermanını okuyup “İşte Menderes, ölüm fermanın yakanda!” dedi. Öyle dememesi lazım. Bir başbakana denir mi bunlar? 45 dakikadan fazla odada kaldı Menderes. Ada komutanı helikopterle gelene kadar odada bekledi sessizce. Gayri ihtiyari sağına soluna bakıyordu. Kemal ve Tuğrul teğmenler kefeni giydirdiler. Onlardan bir sigara istedi. Onlar da verdi ve onu içti. Sonra ada komutanı Tarık Güryay geldi. Güryay, “Güle güle” dedi. Ölüme giden bir adama güle güle denir mi? “Affet, ağzımdan kaçırdım Adnan’cığım” dedi. Tarık Güryay geriye doğru döndü, Menderes idam sehpasının bulunduğu yere doğru yürüdü. Nezaketini hiç bozmadı idamına kadar Menderes.
-Yani iki asker arasında idama giderken, arkadan çekilen meşhur fotoğrafın sahnesi önünüzde (Fotoğrafı gösteriyorum, heyecanlanıyor).
Evet, işte bu fotoğraf. Heyecandan titriyorum şu an. Dışarı çıktık ve yürümeye başladık. 50-60 metrelik bir yol. Yanındaki Kemal ve Tuğrul teğmenler. Üç yol ağzının köşesine geldik.
-Saat kaçtı o sırada?
Öğleden sonra idi, 13.00’ü geçmişti. “Son sözün nedir?” diye sordular.
-Neydi Menderes’in son sözleri?
“Türkiye’ye 10 sene başbakanlık yaptım. 8 senemi Türk tarihi yazacak, 2 senemi de dalkavuklar” dedi. Son iki seneyi kastetti. “Oğlum Yüksel’in devlet tarafından okutulmasını istiyorum. Kaleminden altın damlasın. Bizim gibi olmasın” dedi. Zaten yarı ölüydü. Cellat yardım etti sehpaya çıkarken. Titriyordu. Titrememesi kabil mi? “Sehpayı çekebilirsiniz” dedi. Çektiler ve omzunu çekti böyle. Dili çok sarkmadı. Menderes’in idam öncesinde misafir odasında yediği şeftalinin suyu, asıldıktan sonra önüne, kefen bezine aktı.
-Cellat nasıl biriydi?
30 yaşlarındaydı. Menderes asılı iken yaklaştı ve onun rugan ayakkabılarına bakıp “Bu ayakkabılar benim olacak!” dedi.
-Ne kadar kaldınız orada? Kimler vardı?
45 dakika kadar kaldık. Dört asker olarak biz, iki teğmen, bir yüzbaşı… Cellat, hoca, fotoğrafçı ve arkada da üç-dört gardiyan vardı. Sonrasında gardiyanlara nereye gömeceklerini sordum. Bağların üzerinde bir boşluk vardı, oraya gömeceklerini söylediler. O bölgeye tam 66 tane mezar kazmışlar. Mahkemeden önce hazırlamışlar mezarları.
-Karşınızda bir başbakan asılıyor, ne hissettiniz o an?
Ben çekirdekten, hakiki Halk Partiliyim. Babadan Halk Partiliyim. Ama Adnan Menderes, tarih adam... Yaşanmayacak olaylar yaşandı. Çok üzüldüm. Günlerce yemek yiyemedim, hiçbir şey yiyemedim. Gözlerimin önünden gitmedi, çok zor oldu benim için. Rüyalarıma girdi. Kâbus görüyordum hep. Mahkemelerin bittiğini ve tutukluların geldiğini görüyordum rüyamda. O dört askerden üçümüz İzmirliydik, komşuyduk. Onlar kanserden öldü. Bir ben kaldım.
Bizim mahkemede olmadığımız zamanlarda oturduğumuz barakalarda da hoparlörler vardı ve mahkemede konuşulanları duyuyorduk. Ben her gün düzenli olarak ikişer üçer yaprak not tuttum.
-Defterler duruyor mu?
İkinci defter de dolmak üzereydi. Akşamdan akşama yazıyordum. Günde dört kere ikişer saat nöbet tutuyorduk. Erdal Üsteğmen gördü ben yazarken ve bana “Dua et, ben gördüm bunları. Başkası görseydi Divan-ı Harp Mahkemeleri’ne verilirdin. Çabuk bunları yok et!” dedi. Ben de binanın 9. katında yaktım yazdıklarımı. Dağı oymuşlar ve mahkeme salonu kurmuşlar. Modern bir şehir hâline getirmişler orayı. 9 katlıydı ve 6. katında biz yatıyorduk. Burası Türkiye’nin en büyük ecza deposu yapılacakmış, en üst katını da gazino yapacaklarmış. Ama mahkeme salonu oldu.
-Aradan 51 yıl geçti. Bugüne kadar neden sustunuz?
Korkudan! Bunu 40 sene önce konuşsam ayaklarım yere değmeden mahpushaneye düşerdim. Bugün hiç suçu olmayan adam bile yatıyor senelerce hapiste. Dünyanın en önemli ve eşine rastlanmayacak bir olayına şahit oldum.
-Tekrar asker olsanız gider misiniz Yassıada’ya?
Giderim, çünkü oraya gitmek her askerin harcı değil.
-Yani idamları izlemek ister miydiniz bir daha?
Hayır, mahkemeye gitmek isterdim; ama idamı izlemek istemem. İdam, Türk milletine yakışmaz.
Yassıada duruşmaları için özel olarak seçilen 120 askerden biri olan Erkan, şu an 75 yaşında ve İzmir’de yaşıyor. Son duruşma dışında bütün davalara görevli er olarak katılan ve ülkemizin demokrasi ayıbı olan üç idama çok yakından tanıklık eden Erkan, bugüne dek korktuğu için hiç konuşmamış. Kendisini çekirdekten Cumhuriyet Halk Partili olarak tanımlayan Erkan, idamlara üzüldüğünü ve asılmaları gördükten sonra günlerce yemek yiyemediğini söylüyor: “O anlar gözlerimin önünden gitmedi, çok zor oldu benim için. Rüyalarıma girdi. Kâbus görüyordum hep.” Erkan, o günleri konuşurken, dönemin fotoğraflarına bakarken yine heyecanlıydı ve anlatırken ister istemez sesi titriyordu.
Peki, okuduklarımızdan, duyduklarımızdan ve bildiklerimizden farklı ne anlattı Muzaffer Erkan? Öncelikle Erkan, bütün duruşmalara katılan bir asker olmasının yanında, Yassıada’dan İmralı’ya gemiyle infaz için götürülen Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı koruyan dört askerden biriydi ve üç idamda da bulundu. Diğer üç asker ölmüş. O dönemin yaşayan son tanıklarından biri Erkan. Aktardıkları arasında birçok ilginç bilgi mevcut. O dönem günü gününe olayları bir deftere not aldığını ancak komutanının görüp ikaz etmesi üzerine defteri korkudan yaktığını belirten Muzaffer Erkan, İmralı’da mahkemeden önce 66 mezar yeri kazıldığını kaydediyor ki bu bile cuntacıların niyetlerini ortaya koyması açısından önemli.
Yassıada’dan İmralı’ya infaz için getirilen Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarına kadar sürekli yanlarında bulunan ve her olayın canlı şahidi olan Erkan, Hasan Polatkan’ın infaz için götürülürken hücumbotta gözlerinin yaşardığını ve millete sitem ettiğini söylüyor. Celal Bayar’ı kendisi asılmayacakmış gibi tavırlar içinde gördüğünü belirten Erkan, Fatin Rüştü Zorlu’nun abdest alarak idam sehpasının yanında iki rekat namaz kıldığını ve cellada lüzum duymadan kendi kendini astığını kaydediyor.
Yazılanların aksine, boyu uzun geldiği için tam ölmeyen ve ayakları sehpada kalan Zorlu’nun sehpasına celladın tekme vurduğu iddiasını ise yalanlıyor. İdam günü ayağa kalkamayacak derecede hasta olan Adnan Menderes’in burnuna ve ağzına bir merhem sürülerek canlandırıldığını söylüyor: “Menderes’i İstanbul’a hastaneye götürüyoruz diyerek hücumbota bindirdiler. İnanmış gibiydi, mutlu oldu. Ver bana bir sigara!’ diyerek teğmenden bir Hanımeli sigarası aldı ve içti. İdam öncesindeki misafir odasında bir parça şeftali yedi. İdam edildiğinde şeftalinin suyu beyaz kefeninin önüne aktı.” Başsavcı Altay Ömer Egesel’in idam fermanını okuduktan sonra dalga geçer gibi “Ya Menderes, gördün mü, nerelere kadar düştün!” dediğini belirten Erkan, Adnan Menderes’in idam sehpasındaki son sözlerinin ise şunlar olduğunu ifade ediyor: “Türkiye’ye 10 sene başbakanlık yaptım. 8 senemi Türk tarihi yazacak, 2 senemi de dalkavuklar. Oğlum Yüksel’in devlet tarafından okutulmasını istiyorum. Kaleminden altın damlasın. Bizim gibi olmasın.”
Muzaffer Erkan’ın aktardığı Menderes’in bu son sözleri hiçbir yerde yer almıyor, bunu ilk kez duyuyoruz. Birçok kitap, gazete yazısı ve internet sitelerinde Menderes’in idamdan önce son sözünün “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda, karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum” olduğu yazılıyor. Ancak bu ifadelerin Menderes’in son sözleri değil, Yassıadada’da iken yazdığı son mektuptan alıntılanan cümleler olduğunu ifade edelim. Tanık Erkan, Menderes’in idamını Yassıada Komutanı Tarık Güryay, MBK üyeleri ve 100 subayın izlediği bilgisinin de yanlış olduğunu, idam anında 11-12 kişi bulunduğunu iddia ediyor.
Ve belki de insanın kanını donduran bir ayrıntı daha. İdam edilen Menderes’in başında 45 dakika beklediklerini belirten Erkan, celladın ipte sallanan Menderes’e doğru yaklaşarak onun rugan ayakkabılarına baktığını ve şöyle söylediğini anlatıyor:
“Bu ayakkabılar benim olacak!”
-Yassıada yargılamalarında ve infazlarında bulunan bir askersiniz. Sizi nasıl seçtiler?Kütahya’da talimgâhta eğitim görüyorduk. Onbaşı idim ben, yarım çavuş yani. 18 bin kişiden oluşan tugayı topladılar bir gün ve içerisinden benimle birlikte güçlü kuvvetli 30 kişiyi ayırdılar. Silah değiştirme, nöbet tutma-değiştirme eğitimi aldık. Bölük Komutanı Üsteğmen Hürmet Kamah “Nöbet mahallinde konuşursan, bilgi verirsen arkadaşının kurşunu ile ölürsün” diye emir verdi. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. 15 günlük sıkı eğitimin ardından bizi trenle Haydarpaşa’ya götürdüler. Trenden indik ve orada havacıların transit merkezine gittik. Karacılardan, havacılardan, jandarmadan ve bahriyeden otuzar kişi olmak üzere toplam 120 kişiydik. Hepimiz bir koğuşta kaldık.
-Yassıada’ya ne zaman gittiniz?
Bir gün öğleden sonra bizi bir çatana, yani kuru yük gemisi aldı. Bize o zaman dediler “Yassıada’ya gidiyorsunuz” diye. Bir ay öncesinden gittik yani adaya. Beden ölçülerimizi aldılar ve Ankara Dikimevi’nde havacıların kumaşlarından elbise diktirdiler, elbiseler sonradan geldi adaya. Sembollü bir de kokart yaptırdılar bu davaya özel. Sadece bu 120 askere dağıtıldı bu kokart.
-Adadan özel veya askerî eşya çıkarmak kesinkes yasak ise şu an elinizde bulunan kokardı nasıl alabildiniz?
Bu kokart kolumdaydı, ben eskitmediğim ve iyi kullandığım için verilen yeni kokardı takmadım, bunu da anı olsun diye sakladım. Elimde kalan tek anı bu yani, bir de Anayasa Mahkemesi salonunda çekilen fotoğraf. Bu fotoğrafı da adada iken parayla satın aldım.
-Sanıklar Yassıada’ya yargılama için getirilirken orada mıydınız peki?
Biz karşılamadık onları. Bize silahlar verilmemişti daha. Sonrasında Thompson tüfekler verildi, 20 mermiliydi. Yassıada Garnizon Komutanı Albay Tarık Güryay “Emir sarihtir, değişmez” derdi bize. Bunu deyince gerisini düşünme yani, zaten rejim çok diktaydı.
-İlk duruşmada neredeydiniz?
İlk duruşmadan itibaren nöbette idim, mahkeme salonunda yani. Herkes oradaydı; Adnan Menderes, Celal Bayar, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu, Emin Kalafat, Ethem Menderes... Kalafat, uçak kazasında kendileri yere çakılırken Menderes’i meleklerin kurtardığını söyledi. (Emin Kalafat, Adnan Menderes’in Kıbrıs konusunda görüşmelerde bulunmak üzere Londra’ya giderken düşen uçağından yaralı olarak kurtulan milletvekili.) Beli sakattı onun. Celal Bayar söz istedi ilk duruşmada. Söz verilince “Efendim ben yıllarca cumhurbaşkanlığı yaptım. Bu çocukların hiçbir suçu yok. Suçun tümü benim. Ben imzayı çaktım, ben mühürü verdim” dedi. “Yoo!” dedi mahkeme başkanı Salim Başol, “Biz eleyeceğiz, altına düşeni bir daha eleyeceğiz, altına düşenleri bir daha eleyeceğiz, ondan sonra suç unsurunu bulacağız. Geç otur yerine!” dedi. Bugün bir cumhurbaşkanına o kelimeyi kullanmak mantık dışı yani.
-Celal Bayar, mahkeme sonuna kadar tüm suçu üzerine aldı mı?
15 gün sonra tekrar söz istedi Kayseri (Yeşilhisar) olayları davası sırasında. “Mührümü ve kaşemi Menderes’e verdim, ben bir şey bilmiyorum. Bu işin içerisinden o çıksın” diye ifadesini tamamen değiştirdi.
-Peki, mahkeme başkanı Salim Başol nasıl biriydi sizce?
Makamının adamı değildi bence. Çünkü Salim Başol, adaya her defasında çeşit çeşit kadınlarla geliyordu. Yakışır mı? Tutukluların yakınları adaya gelebilmek için sıra alıyordu, bu özel kamarasında kadın getiriyordu. Başsavcı Altay Ömer Egesel, aşüfteleri İstanbul’dan ayarlıyordu. Bu kadınlar mahkeme salonunda her yere oturabiliyorlardı.
-İlk beraat eden kimdi?
İstanbul Valisi Fahreddin Kerim Gökay idi. Davalar devam ederken o beraat edip çıktı. Biz de kızıyorduk o adama. Bana deselerdi ki bu adamı sustur, o an sustururdum.
-Neden?
Nasıl olur da bir vali Türkiye’nin başhâkimine, Türkiye’nin en büyük mahkemesine bağırır ve hakaret eder diye kızıyordum. Demek ki suçsuzmuş adam.
-Sert mi konuşuyordu o kadar?
Hem de nasıl! “Ben de senin görevini yapıyorum. Sen Türkiye’nin hâkimiysen ben de İstanbul’un hâkimiyim, valisiyim!” diye, elini kaldırarak bağırıyordu.
-Peki Adnan Menderes nasıl konuşuyordu duruşmalarda?
Her zaman defteri kalemi elinde, bir parmağını kaldırarak “Sayın reis beyefendiciğim, bir şeye temas edeceğim, müsaade buyurursanız” diye söz alırdı. Salim Başol ise sertçe “Ama o öyle senin dediğin gibi değil!” diyor, Savcı Ömer Egesel de “Otur, otur, otur yerine!” diye bağırıyordu.
-Kimler suçladı Adnan Menderes’i?
A’dan Z’ye herkes onu suçladı. Bütün sanıklar Menderes’ten emir aldıklarını söylediler. Mesela İstanbul Emniyet Müdürü Zeki Şahin söz aldı bir davada ve “Benim evime Menderes silahıyla geldi ve ağzıma namluyu sokup ‘Ölür müsün, öldürecek misin?’ dedi. Tabancanın arpacığı ile dişimi kırdı” dedi. Menderes ise “Sayın hâkimim, bir başbakan bir emniyet müdürünün evine silah çekerek girer mi?” diye itiraz etti. Yani bir başbakan niye eve gitsin, makamına çağırmaz mı?
-Adnan Menderes’i hiç savunan olmadı yani?
Sadece Ayhan Aydan Hanım savundu ve sahip çıktı. Savcı duruşmada “Menderes çok namusluysa niye Ayhan Aydan’ı Ankara’dan alıp doğumevine getirdi?” deyince Ayhan Aydan söz aldı ve çok güzel bir söz sarf etti: “Sayın Başol, benim evrakıma sen imza attın. Çocuğumun sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Fırsat bulayım Menderes’ten yine bir çocuk daha yaparım.” (Cunta yönetimi tarafından Menderes aleyhinde açılan 13 dava arasından beraatle sonuçlanan tek dava.) Bunları dava tutanaklarına almadılar ama.
-Davanın sürdüğü 9 ay 27 gün boyunca orada mıydınız?
Evet, ama toplamda 11 ay adada kaldık. Bir ay önce gittik, dava bittikten bir ay sonra da Kütahya’ya birliğimize döndük. Millî Birlik Komitesi bize bir ay mükâfat izni verdi. 24 ay askerlik yaptım ama bu arada 127 gün izin kullandım.
-Nasıl aldınız izinleri?
Birinde tel örgünün içinde bir albayı yakaladım. Bu albay bahriyeli elbisesi giymiş ve içeri girmiş. Ellerini bağladım, “Yoksa seni vururum, gözünün yaşına bakmam. Bize ada komutanının verdiği emir bu” dedim. Ada komutanının huzuruna çıkardım. Ada Komutanı Tarık Güryay dört tane tokat çekti albaya. Gizli fotoğraf çekiyormuş. Kabataş’tan binerek gelmiş ziyaretçilerle birlikte. Bundan dolayı 15 gün izin ve 50 lira para ödülü verdi. Bana, “Hergele, bizdensin!” dedi.
-İzindeyken olanları anlattınız mı?
Aile içinde anlattım. Dışarıda anlatmak suçtu, korkuyordum. Herkes “Yok Menderes’in suratında-elinde sigara söndürülmüş” diye konuşuyordu. Öyle bir şeye ben rastlamadım.
-Hiç işkenceye rastlamadınız mı yani?
Bizim onların koğuşlarına girmemiz yasaktı. Ama Kayseri davasının polisleri çok hırpalandı, bayağı tartaklandılar. Namık Kemal’in kaldığı zindanlarda kalıyordu 20 tane polis. Bir kâğıt, bir kalem ve bir silgi veriyordu nöbetçi subaylar. Her iki tarafını da doldurmaları isteniyordu polislerden, nereden rüşvet aldın, ne yaptın, ne ettin yazdırıyorlardı. Varsa basıyorlardı dayağı. Yok diyorsa da eğer arkadaşının ifadesi ile çelişiyorsa subaylardan kötek yiyorlardı.
-Başka izin kullanmadınız mı dava sırasında?
Bursa’dan gelen ve 1956’da boks şampiyonu olmuş Remzi Oral diye bir komutanımız vardı. Onun bize verdiği disiplin, bizi bir numaralı asker yaptı ve subayın üstüne devriye komutanı olduk. Thompson silahların kayışını kıvırarak elimde tutardım ben. İki defa silahımı almaya kalktı, alamadı. Bir defasında aniden döndüm ve arka üstü düşürdüm onu. Bunun üzerine 15 gün mükâfat izni verdi. Bir keresinde de mahkeme salonunda Muğla milletvekili konuşuyordu, sussun diye “Pısst!” dedim, “Pis asker!” dedi. O an şuurumu kaybettim, “Seni p...venk!” dedim. Sonra ada komutanı beni çağırttı ve neden isyan ettiğimi sordu. “Komutanım sen dâhil benim üniformama dünyada hiç kimse pis diyemez. Biz bu ülkeyi taşıyan vatandaşız” dedim. Komutan “Vatandaş değil, nefersin” dedi ve alnımdan öptü. Bir 15 günlük izin daha koptu böylece. Demek ki bu başarımdan dolayı beni ve diğer üç askeri idamlar esnasında görevlendirdiler.
-Şu an yaşınız 75, kaç yaşında gittiniz askere?
Askerdeyken 24 yaşındaydım. Askerliğe iki sene geç gittim. Rahmetli babam 5 lira vermemek için biraderimle aynı anda almış nüfus kâğıdımı. Yol parası vermemek için dört-beş tane çocuk yapıp yıllar sonra hepsine birden nüfus cüzdanı alınırmış.
-Bütün duruşmalara katıldınız mı?
Hemen hemen hepsine katıldım. Sadece son karar duruşmasına katılamadım.
-Neden?
Komutanımız “Yarın tutuklular mahkûm olacak. Hepinizin silahı dolu ve emniyeti açık olacak” dedi. Ben komutana yalvardım: “Ne olursunuz komutanım, son celseyi göreyim. Ben de burada 11 ay esir muamelesi gördüm, şehre çıkamadım. Biz de onlar gibi hapisiz” deyince, “Hayır, senin yapacağın görev daha mukaddes” dedi. Ertesi gün 14 idamlık bakanı, 17 tane de müebbet mahkûm edilen milletvekilini hücumbota bindirip İmralı’ya 20 askerle birlikte götürdük. Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu, Ethem Menderes, Celal Bayar ve bakanları tek başlarına hücreye koydular. Adnan Menderes hastaydı, Yassıada’da kalmıştı. Eğer orada çekilen filmler oynatılsaydı televizyonda hep başrolde olurdum yani.
-Polatkan, Bayar ve Zorlu gemi ile İmralı’ya götürülürken siz de gemide miydiniz?
Evet, biz mahkûmlarla kamaradaydık. Hepsinin infaz kararı üzerlerine asılmıştı. Tümgeneral ve paşalar bile sokulmuyordu yanımıza, onlar kaptan köşkündeydi. Ada komutanının “Emir sarihtir, değişmez” emri vardı.
-Aralarında hiç konuşmadılar mı İmralı’ya götürülürken?
Biraz açıldıktan sonra Hasan Polatkan duygulandı. Herkese veryansın ve sitem ediyordu. Arkadan Celal Bayar atıldı ve “Gül ki torunların dedem ölüme dahi gülerek gitti desinler.” diye teskin etti.
-Ağlayan asker var mıydı?
Yo, yo, kesinlikle. Ağlarsan gözünü çıkarırlar. 18 bin asker içinden seçilmişsiniz yani.
-Peki siz üzülüyor muydunuz hiç?
Ben ekmek yiyemedim günlerce. Adam asılmayı ilk kez orada gördüm. İnsan üzülmez mi? Elde olmadan bir insan karıncayı değil, fareyi bile ezmez.
-Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam edildiği geceye dönelim. Neler yaşandı orada?
Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve 14 bakanın infazı için Ankara Millî Birlik Komitesi’nden emir geldi. Yalnız Celal Bayar, “Susun, af olacak!” diyordu. Affolunacağını tahmin ediyordu. Gece saat 2 gibi emir geldi, sadece Polatkan ve Zorlu asılacak diye. Gece saat 3’te Hasan Polatkan’ı hücresinden çıkardık. Kemal ve Tuğrul teğmenler ile İsmail Sıdal yüzbaşı vardı yanlarında. Biz ikinci emniyet olarak hemen arkalarındaydık dört kişi. Ayakkabı ya da giyim atölyesi gibi bir yerdi, üç tane darağacı kurulmuştu. Polatkan’a “Anayasayı ihlalden suçlu bulundunuz ve infaza layık görüldünüz!” dendi. İpi boynuna geçirdiler. Son arzusu soruldu. Yine isyankar bir dille bir şeyler söyledi, konuşmasına devam ederken sehpa çekildi. İzlerken sıkılmamak kabil değil, bir hayvan asmıyorsun. Ama yüzümüzü çevirmek suçtu, elimiz tetikte bekliyorduk.
-Sonra sıra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya geldi...
Evet, onu da hücresinden gardiyanlar çıkardı. İdam sehpaları hepsinin hücrelerine yakındı, birbirlerini görmüyorlardı. Aralarında koridor ve duvarlar vardı. Fatin Rüştü Zorlu izin isteyerek abdest aldı ve idam sehpasının başında iki rekât namaz kıldı. Sehpaya kendi ayaklarıyla çıktı. Cellada “Oğlum sen çekme, ben kendimi asarım. Belki günahım vardır, belki günahım yoktur. Kendi cezamı kendim veririm” dedi. Kendi kendini astı. Dili ağzının içinde katlandı. Onun ölümünde gözlerimden yaş geldi doğrusu. En çok ona üzüldüm. Allah hiç kimseye göstermesin o günleri.
Menderes’i idam eden cellat: ‘Bu ayakkabılar benim olacak!’
-Adnan Menderes’i idama götürmeden önce neler yaşandı?Polatkan ve Zorlu’yu infaz edip o gece 45 dakika daha İmralı’da durduktan sonra Yassıada’ya geri döndük. Ertesi sabah güneş doğmadan Erdoğan Üsteğmen, yani mahkemenin mesul müdürü tarafından çağrıldım, teçhizatımı kuşanıp Menderes’in bulunduğu birinci pavyona gittim. “Kapının yanında dur, mermiyi ver silahının ağzına” dedi. Sonra Menderes indi pijamalarıyla. Koğuşa bizim girmemiz yasaktı, koğuşta ilk kez burada gördüm. “Efendim şimdi sizi İstanbul’a götüreceğiz. Sıhhi bir muayeneden geçirip Ankara’ya çoluk çocuğunuzun yanına gideceksiniz” dedi komutan.
-Menderes çok hastaymış. O esnada neler yaşandı?
Menderes’i yatağından kaldırdılar. İnfaz iznini doktor olan tümgeneral vermedi. “Biz hasta insanı asamayız, vebali büyük olur” dedi. İmza atmayınca İstanbul’a telefon edildi. Helikopter ile alçak boylu, toplu bir profesör geldi. Üsküdar Deniz Hastanesi’ndenmiş. Cebinden küçük bir merhem çıkardı. Menderes’in burnunun deliklerine, bir çay kaşığı ile de diline o merhemi sürdü. Oturdular bir süre. Sonra Menderes güçlendi ilacın etkisiyle. Ondan sonra tümgeneral de imza attı. Mehmet Biliç diye bir asker vardı. Kütahya’dan getirilmişti, yakışıklıydı. Menderes’in postası idi o, elbiselerini getirdi. Siyah bir takım elbisesi vardı, beyaz çizgileri olan. Rugan bir ayakkabısı vardı. İlk onda gördüm o ayakkabıyı. Türkiye’de yoktu o zamanlar o ayakkabılar. Postacısı ayakkabısını giydirdi ve bağcıklarını bağladı. Komutan bana ve dört askere yine “Emir sarihtir, değişmez Erkan!” dedi ve biz ada komutanının J15 hücumbotu ile güneş iyice yükselmişken İmralı’ya hareket ettik.
-Kimler vardı hücumbotta?
Üç subay ve dört asker idik küçücük bir kamarada. Paşalar kaptan köşkünde idi. Aşağı inme yasağı vardı onların. Adnan Menderes ise muayene olacağını düşünüyordu. Kemal Teğmen, Hanımeli sigarası içiyordu, kırmızı uçlu. Menderes, verilen sigarayı içti.
-Hava yağmurlu ve fırtınalıymış sanırım. Öyle yazılıyor anılarda...
Hayır, yağmur yağmadı hiç, ilgisi yok. Ama fırtına vardı. Deniz o kadar dalgalıydı ki ağzımızı kapatıyorduk ama burnumuzdan kusuyorduk. Ege’nin en büyük hücumbotu bile bize eşlik edemedi, jetler korudu havadan. Adnan Menderes ve İsmail Yüzbaşı kusmadı sadece. 45 dakikalık yolu 2,5 saatte gittik. Kaptan dalgayı karşısına alarak yarıyordu, yan gitse alabora olurduk. Biz de Menderes’in kurbanı olacaktık yani.
-Adaya vardınız. Sonra…
Biz ondan önce indik hücumbottan. Uçaklar, helikopterler vardı ada üzerinde. Silahımızı kalçada tuttuk. Menderes bizi görünce sendeledi. Anladı. Hemen Teğmen Kemal ve Yüzbaşı İsmail Sıdal koluna girdi. Tahta iskeleden indik, tam adımını atacağı zaman Tuğrul Teğmen de koluna girdi. İsmail Sıdal arkada kaldı ve “Efendim, bir şey söyleyeceğim” dedi. Menderes hemen geriye dönüp ellerini uzattı. Yani kıyıya ayak basmadan kelepçelendi. Misafir salonuna götürdük. Siyah deri bir koltuk vardı, ona oturdu.
-Siz neredeydiniz bu sırada?
Ben onun tam karşısında nöbetteydim. Hiçbir şey söylemeden oturuyordu. Başsavcı Ömer Egesel geldi odaya ve “Ya Menderes, gördün mü nerelere kadar düştün!” dedi. Olağanüstü değil, olmayanüstü savcı yani! Ölüm fermanını okuyup “İşte Menderes, ölüm fermanın yakanda!” dedi. Öyle dememesi lazım. Bir başbakana denir mi bunlar? 45 dakikadan fazla odada kaldı Menderes. Ada komutanı helikopterle gelene kadar odada bekledi sessizce. Gayri ihtiyari sağına soluna bakıyordu. Kemal ve Tuğrul teğmenler kefeni giydirdiler. Onlardan bir sigara istedi. Onlar da verdi ve onu içti. Sonra ada komutanı Tarık Güryay geldi. Güryay, “Güle güle” dedi. Ölüme giden bir adama güle güle denir mi? “Affet, ağzımdan kaçırdım Adnan’cığım” dedi. Tarık Güryay geriye doğru döndü, Menderes idam sehpasının bulunduğu yere doğru yürüdü. Nezaketini hiç bozmadı idamına kadar Menderes.
-Yani iki asker arasında idama giderken, arkadan çekilen meşhur fotoğrafın sahnesi önünüzde (Fotoğrafı gösteriyorum, heyecanlanıyor).
Evet, işte bu fotoğraf. Heyecandan titriyorum şu an. Dışarı çıktık ve yürümeye başladık. 50-60 metrelik bir yol. Yanındaki Kemal ve Tuğrul teğmenler. Üç yol ağzının köşesine geldik.
-Saat kaçtı o sırada?
Öğleden sonra idi, 13.00’ü geçmişti. “Son sözün nedir?” diye sordular.
-Neydi Menderes’in son sözleri?
“Türkiye’ye 10 sene başbakanlık yaptım. 8 senemi Türk tarihi yazacak, 2 senemi de dalkavuklar” dedi. Son iki seneyi kastetti. “Oğlum Yüksel’in devlet tarafından okutulmasını istiyorum. Kaleminden altın damlasın. Bizim gibi olmasın” dedi. Zaten yarı ölüydü. Cellat yardım etti sehpaya çıkarken. Titriyordu. Titrememesi kabil mi? “Sehpayı çekebilirsiniz” dedi. Çektiler ve omzunu çekti böyle. Dili çok sarkmadı. Menderes’in idam öncesinde misafir odasında yediği şeftalinin suyu, asıldıktan sonra önüne, kefen bezine aktı.
-Cellat nasıl biriydi?
30 yaşlarındaydı. Menderes asılı iken yaklaştı ve onun rugan ayakkabılarına bakıp “Bu ayakkabılar benim olacak!” dedi.
-Ne kadar kaldınız orada? Kimler vardı?
45 dakika kadar kaldık. Dört asker olarak biz, iki teğmen, bir yüzbaşı… Cellat, hoca, fotoğrafçı ve arkada da üç-dört gardiyan vardı. Sonrasında gardiyanlara nereye gömeceklerini sordum. Bağların üzerinde bir boşluk vardı, oraya gömeceklerini söylediler. O bölgeye tam 66 tane mezar kazmışlar. Mahkemeden önce hazırlamışlar mezarları.
-Karşınızda bir başbakan asılıyor, ne hissettiniz o an?
Ben çekirdekten, hakiki Halk Partiliyim. Babadan Halk Partiliyim. Ama Adnan Menderes, tarih adam... Yaşanmayacak olaylar yaşandı. Çok üzüldüm. Günlerce yemek yiyemedim, hiçbir şey yiyemedim. Gözlerimin önünden gitmedi, çok zor oldu benim için. Rüyalarıma girdi. Kâbus görüyordum hep. Mahkemelerin bittiğini ve tutukluların geldiğini görüyordum rüyamda. O dört askerden üçümüz İzmirliydik, komşuyduk. Onlar kanserden öldü. Bir ben kaldım.
Yaşadıklarımı 51 yıl boyunca korkudan kimseye anlatamadım
-Hiç not tutmadınız mı?Bizim mahkemede olmadığımız zamanlarda oturduğumuz barakalarda da hoparlörler vardı ve mahkemede konuşulanları duyuyorduk. Ben her gün düzenli olarak ikişer üçer yaprak not tuttum.
-Defterler duruyor mu?
İkinci defter de dolmak üzereydi. Akşamdan akşama yazıyordum. Günde dört kere ikişer saat nöbet tutuyorduk. Erdal Üsteğmen gördü ben yazarken ve bana “Dua et, ben gördüm bunları. Başkası görseydi Divan-ı Harp Mahkemeleri’ne verilirdin. Çabuk bunları yok et!” dedi. Ben de binanın 9. katında yaktım yazdıklarımı. Dağı oymuşlar ve mahkeme salonu kurmuşlar. Modern bir şehir hâline getirmişler orayı. 9 katlıydı ve 6. katında biz yatıyorduk. Burası Türkiye’nin en büyük ecza deposu yapılacakmış, en üst katını da gazino yapacaklarmış. Ama mahkeme salonu oldu.
-Aradan 51 yıl geçti. Bugüne kadar neden sustunuz?
Korkudan! Bunu 40 sene önce konuşsam ayaklarım yere değmeden mahpushaneye düşerdim. Bugün hiç suçu olmayan adam bile yatıyor senelerce hapiste. Dünyanın en önemli ve eşine rastlanmayacak bir olayına şahit oldum.
-Tekrar asker olsanız gider misiniz Yassıada’ya?
Giderim, çünkü oraya gitmek her askerin harcı değil.
-Yani idamları izlemek ister miydiniz bir daha?
Hayır, mahkemeye gitmek isterdim; ama idamı izlemek istemem. İdam, Türk milletine yakışmaz.