24 Eylül 2012 Pazartesi

Balyoz ve Genelkurmay'ın stratejik hatası / Adem Yavuz Arslan

Balyoz davası bu kuralın ne kadar doğru olduğunu gösteren somut bir örnek oldu.
Malum olduğu üzere 21 aydır süren yargılama bitti ve aralarında kuvvet komutanlarının da bulunduğu çok sayıda üst düzey asker ceza aldı.

365 sanıktan 34'ü ise beraat etti.
Karar sonrası toplum, siyaset ve medya ikiye bölünmüş durumda. Bir grup, Balyoz davasını ilk günden bu yana 'komplo' olarak nitelendirirken, öbür grup da Balyoz'un doğruluğuna iman etmiş halde.
Özellikle sanık avukatları, bunca somut delil ve imzalı belgeye rağmen davanın meşruiyetini tartışmalı hale getirmeyi başardı.

Daha doğrusu bu yönde bir algı oluşturdular.
Davayı mahkemede kazanamayacaklarını bildikleri için kamuoyunu kazanmaya oynadılar. Postal sesi duyunca dünden hazır ola geçen bazı meslektaşlarımız da ezberledikleri sloganlarla davayı çürütmeye çalıştı.

Mahkeme tartışmalara değil delillere baktı

Fakat çıkan kararlar gösteriyor ki, mahkeme kamuoyuna değil önündeki delillere bakıyor.
Bu kez de 'Ama cezalar çok ağır. Haksızlık bu' korosu çıktı.

Oysa bir kez olsun iddianameye baksalar bu cezanın geleceğini görebilirlerdi. Yargılandıkları madde son derece açık. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Balyozcular amaçlarına ulaşabilseydi bu milletin anası ağlayacaktı.
Peki bu tablo olmak zorunda mıydı?

Sonuçta ortada sevinilecek bir şey yok. Yaşlı başlı insanlar ceza aldılar, rütbeleri sökülecek ve muhtemelen ömürlerinin sonuna kadar cezaevinde kalacaklar. Ordu yıprandı.

İşte bu noktada işin esasına inmekte fayda var.
Türkiye 27 Mayıs'tan bu yana askeri darbeleri tüm acılarıyla yaşamış, tecrübe etmiş bir ülke. Askerin siyasetteki yeri de herkesin malumu.
Balyoz belgeleri ortaya döküldüğünde yaşanmış tecrübelerden hareketle kimse 'Yok canım kesinlikle böyle bir şey olmaz' diyemedi.

Kaldı ki yaşananların şahitleri hâlâ hayatta.
Özden Örnek ve Mustafa Balbay günlükleri internette mevcut. Olayın birinci elden şahidi siyasetçiler hâlâ hayatta ve önemli koltuklarda oturuyor.

Nitekim Başbakan Erdoğan geçtiğimiz günlerde Balyoz davasıyla ilgili anlatamayacağı çok şeyin olduğunu bunları ileride kaleme alacağını söyledi.

Benzer ifadeleri 23 Mart 2011'de bizzat Cumhurbaşkanı Gül'den dinlemiştim. Gana yolunda uçakta sohbet ederken Amerikan Wikileaks belgelerinde yer alan cunta girişimlerini sorduğumda "Senin haberin yok muydu? Kimse kafasını kuma gömmesin. Herkes her şeyi biliyor" demişti.

Genelkurmay eski Başkanı Büyükanıt 'Hayatımda böyle bir plan semineri görmedim' derken Işık Koşaner de 'Balyoz 1. Ordu'nun günahı. Namerdin eline malzeme verdik' demişti.
Söz konusu dönemde MİT'in de 1. Ordu'nun darbeye hazırlandığı yönünde bir raporu Başbakan'a ulaştırdığı herkesin malumu.

Dün gazetelere yansıdı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de yaşananlardan ders alınması gerektiğini belirtip 'Adil yargılama olmadı diyemem' dedi.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise dün Kanaltürk yayınında Balyoz'la ilgili olarak 'Bazı şeylerin olumlu gitmediği ortadaydı. Demokratik düzene karşı hazımsızlık vardı' dedi.
Örnekleri uzatmak mümkün.

Birçok Ankara gazetecisi o dönemde yaşanan hareketlenmelerden haberdardı. Yani mahkemeden çıkan sonuç birçok kişi için sürpriz değil.

Gelelim işin bam teline.
Her şeyi inkâr etmek, 'Yok öyle bir şey' demek hiçbir şeyi çözmüyor.
Yaşanan şahitlikler, muhataplıklar var. Oysa asker, bugüne kadar hiçbir darbenin hesabını vermediği için bu kez de öyle olacağını düşündü.

Eğer komuta kademesi 'Birtakım yanlışlıklar oldu. Biz gereğini yapacağız, hemen soruşturma açtık' dese ve hukuki süreç başlatılmış olsaydı bugün tablo farklı olabilirdi.

Bir kısmı meslekten ihraç edilir bir kısmı ceza alırdı ve bugün Balyoz gibi bir sonuç doğmazdı. Fakat askeri cenah böyle yapmak yerine her şeyi inkâr edip hukuku takmadığı için ortaya farklı bir sonuç çıktı.

Stratejiyi baştan inkâr üzerine kurunca daha sonra taktik manevralar da işe yaramadı.
Genelkurmay toplumdaki, siyasetteki ve yargıdaki değişimi, özgürlükçü eğilimi okuyamadı. Sivil yargı olaya el koyunca da yasaların gereği yerine getirildi.

Koşaner'in dediği gibi 'Balyoz 1. Ordu'nun günahı' idi. Ama Genelkurmay'ın strateji hatasıyla faturayı tüm ordu ödedi.