19 Eylül 2012 Çarşamba

İmralı’da yaşananlar suç olarak tescillenmeli

17 Eylül 2012 / İDRİS GÜRSOY
Dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Prof. Emine Gürsoy Naskali, Adnan Menderes’e idam öncesi ve sonrası birçok saygısızlık yapıldığını belirterek “27 Mayıs sayfası hâlâ açık. 1960 darbesi suç olarak tescillenmeli.” diyor. 
 
“17 Eylül 1961 sabahı İmralı’da cellatların hazırlıkları sürüyordu. Öğleye doğru Başbakan Adnan Menderes’in hücresine gelen 6 doktor, sağlıklı olduğuna dair rapor verdiler. Yassıada Komutanı Tarık Güryay, intihardan kimsenin sorumlu olmadığına dair bir yazı aldı. Darbecilerin acelesi vardı. Güryay, son anlarında bile Menderes’e yalan söylemekten çekinmedi. Yola çıktılar. ‘Nereye gidiyoruz?’ diye sordu başbakan. ‘Hastaneye!’ dedi Güryay. İmralı’ya 13.15 gibi geldiler, iki subay koluna girdi. Misafirhanenin giriş kapısının solundaki odaya alındı. Elleri önden kelepçeliydi. İnfaz kararı yakasına iliştirildi. Başsavcı Ömer Altay Egesel tarafından hükmü okundu. “Ayın kaçı?” dedi. Bir sigara istedi. Fotoğrafları çekildi. Hocaları getirdiler. Yalnız kalarak konuşmak istedi. İzin vermediler. Duayı müteakip son sözü soruldu. İnfaz gömleği giydirildi. İmralı Cezaevi’nin bahçesine yürüdü. İki adım sıra ile iki yana askerler dizilmişti. Sola döndü. Misafirhane ile ambar arasındaki sehpayı gördü. Sendeledi… Yürürken zorlanıyordu. Erler kollarını bırakınca yere yığıldı. Sehpaya çıkardılar. Cellat ipi boynuna geçirdi. Sıktı… Altındaki sandalyeye vurdu. İnfaz yerine getirilmişti ancak Menderes çok çırpınıyordu. Urgan soğancığın arkasına gelmemiş, kasıtlı olarak kaydırılmıştı. Yere indirip ikinci defa ipe çektiler. Cellat, ‘Bu evliya imiş, namaz kılıp dönüyormuş, bunun için uçuruyorum’ diyordu. Bir deri bir kemik kalmıştı. Ayakkabılar ayaklarından fırlamıştı. Soydular, yıkadılar. Göğsünde bir değil, belki binlerce sigara söndürülmüştü. Aceleyle açılan çukura götürüldü. Ne tahta ne başka bir şey… Başı ve ayağı belli olsun diye taşlar kondu. O hâlde bırakıldı. Hava kuvvetlerinin jetleri adanın üstüne dalışlar yapıyordu. Bir denizaltı başını çıkarıyordu.”

Bunlar şehir efsaneleri değil. Tanık ifadeleri ve belgelerden ortaya çıkan gerçekler. 27 Mayıs 1960’ta cuntanın devirdiği Demokrat Parti (DP) hükümetinin başbakanı Adnan Menderes, bundan tam 51 yıl önce, 17 Eylül 1961’de asıldı. Ülkeye 10 yıl hizmet etmiş, serbest seçimlerde iki kişiden birinin oyunu almış bir başbakanın idama nasıl götürüldüğü, nasıl infaz edildiği ve açılan bir çukura cesedinin nasıl atıldığının ayrıntıları yıllar sonra ortaya çıkarılabildi. 18 Eylül 1961 tarihli gazetelerin büyük puntolarla ‘Menderes idam edildi’ başlığı ile verdiği haberin arkasında büyük bir hukuksuzluk ve insanlık suçu vardı. Menderes ve iki arkadaşı (Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan) işkence ve hakaretlerden sonra boyunlarına ilmik geçirilerek bir çukura atılıverdi. Peki, nasıl bir cinayet işlenmişti? Kimdi bu suçun ortakları?

Yassıada Mahkemesi kararını açıklamış, ülkede nefesler tutulmuştu. Bir umut, herkes dua ederek bekliyordu. 17 Eylül saat 19.00’da ilk olarak Ankara Radyosu’ndan acı haber açıklandı: “Sakıt başbakan Menderes hakkındaki idam hükmü infaz olunmuştur.” 18 Nisan tarihli gazetelerde Milli Birlik Komitesi İrtibat Bürosu’nun 61 nolu tebliği vardı: “1-Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, Amiral Bristol Hastanesi Dahiliye Şefi Nevzat Yeginsu ve Yassıada Garnizon Hastanesi tabiplerinden Dr. Galip Bozalioğlu, Dr. Zeki Kebapçıoğlu ve Dr. Sedat Yürütgen’den müteşekkil heyet tarafından düşük başvekil Adnan Menderes’in sıhhi muayenesi yapılmış ve sıhhi durumunun tamamen normale döndüğü raporla tespit edilmiştir. 2- Yüksel Adalet Divanı’nca verilen ve Milli Birlik Komitesi’nce tasdik edilen idam cezası hükmü infaz edilmiştir. Tebliğ olunur.”

O günkü gazetelerde yakasına asılmış idam yaftalı bir fotoğrafının yanı sıra, iki asker arasında idam sehpasına götürülürken arkadan elleri kelepçeli diğer bir fotoğraf ve son muayenesi yapılırken çekilen bir fotoğraf yayımlandı. Menderes’in yüzündeki ifadeleri okumak adeta imkânsızdı. İdam kareleri ise açık artırmaya çıkarılıp satıldı. Aslında ip milletin boynuna geçirilmişti. İdam öncesi, esnası ve sonrası yaşananlar ise fotoğraflara sığmayacak, kelimelerle anlatılamayacak vahşilikteydi. Silivri’de darbeden yargılananların avukatlığını üstlenen CHP, 16-17 Eylül 1961’deki cinayetlerin seyircisiydi. İstanbul Barosu da DP’lilerin avukatlığını üstlenmemeleri için üyelerine yazı yazmış ve hukuksuzluğa destek vermişti. DP’lilere yapılan linç yıllarca sürdü. Dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Prof. Emine Gürsoy Naskali, yüzüne karşı, “Bunların hepsini idam etmek lazımdı!” diyenlerin olduğunu söylüyor. 27 Mayıs’ın arkasındaki bazı çevreler ve Yassıada’da görevli askerlerin pişman olduklarını söylemediklerine de dikkat çeken Naskali, “Bugün ortaya çıkan yeni gerçekler ışığında Yassıada ve İmralı’da yaşananlar suç olarak tescillenmeli.” diyor.

Peki, Yassıada ve İmralı’da neler yaşanmıştı?

 DP’li 402 milletvekilinin sorgulanması bir ay içinde yapıldı. İddianamenin incelenmesi için DP’lilere zaman bırakılmadı.

 İstanbul Barosu bir yazı ile DP’lilerin avukatlıklarının üstlenilmesini yasakladı!

 Burhan Apaydın, İstanbul Barosu’nun kararına rağmen Menderes’in avukatı oldu. Duruşmalar esnasında, Menderes’e yapılan hakarete karşı, başbakandan ‘cevher’ diye bahsedince halkı isyana teşvikten tutuklandı. Hapisten çıktıktan sonra Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’in Menderes’e yazdığı mektubun okutulmasını isteyince yine gözaltına alındı. Menderes’in idamından bir hafta sonra serbest bırakıldı. İsmet İnönü ve Vehbi Koç gibi tanıkların dinlenmesi talebi reddedildi. DP’lilerin yakınları ile görüşmesi engellendi.
 Adnan Menderes ve arkadaşları sorgu sırasında kötü muamele gördü. Menderes, hücresinde aylarca kimse ile konuşturulmadı. Son savunması yaptırılmadı. Kararlar, gerekçeleri hariç olarak sanıklara okundu.

 Mahkeme sürerken İstanbul Emniyet Müdürü Nevzat Emrealp’tan bir yazı ile cellat ve darağacı istendi. Örfi idare Kurmay Başkanı Albay Emin Aytekin (CHP Milletvekili Nur Serter’in babası), “Gizliliği ihlal etme” diye Emrealp’ı uyardı, yazıyı yırtıp attı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne giden yazı, MBK’nın infaz planlamasının bir parçasıydı.

 İnfazların İmralı’da yapılacağı 1,5 ay önceden cezaevi müdürüne bildirildi. İmralı Adası’nda hazırlıklar başladı. 50’nin üzerinde çukur kazıldı. Tabutlar hazırlandı. Darağaçları kuruldu.

 15 Eylül’de idam kararları açıklandı. Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Emin Kalafat, Agâh Erozan, Hamdi Sancar, Bahadır Dülger, Baha Akşit, İbrahim Kirazoğlu, Nusret Kirişçioğlu, Zeki Erataman, Osman Kavrakoğlu, Rüştü Erdelhun idam cezasına çarptırıldı.

 MBK, idamları 4 saat içinde tasdik etti. Ne dosya ne gerekçeler okundu. Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun dışındakilerin idam cezaları son anda müebbede çevrildi.

 İnfaz emri helikopterle İstanbul’a getirilip ada komutanlığına tebliğ edildi.
 Yassıada Mahkemesi’nde kararlar okunduğunda 14 idam mahkûmu elleri arkadan bağlı İmralı’ya gönderilmişti.

 İdamlıklar 14 hücrede, karanlıkta, elleri arkadan kelepçelenmiş vaziyette 9 saat tutuldu. Bir subay gelip tek tek fotoğraflarını çekti. İdamı tasdik edilen üç kişi ayrıldı.  Zorlu ve Polatkan 16 Eylül’de, Menderes 17 Eylül’de infaz edildi.

 İmamlar adaya neden getirildiklerini bilmiyorlardı. Cellatlar sarhoştu.

 Menderes’in 16 Eylül sabahı, 30 kadar Equanil adlı uyku hapını içerek intihar ettiği söylendi. Adli Tabip Lütfü Tuncay’ın “İnfaza mâni hâli vardır” itirazına rağmen 17 Eylül’de “İdamında tıbbi engeli yoktur” diye rapor verildi. Menderes, komadan yeni çıkmış, nekahet dönemindeydi. Bir an önce asılabilmesi için, sağlıklı olduğuna dair rapor veren doktorlar “tıp cinayeti” işledi.

 Menderes’e, İmralı’ya giderken, “Haydarpaşa Askerî Hastanesi’ne götürüyoruz” diye yalan söylendi. İdam öncesi hukuka ve doktorluk ahlakına sığmayacak şekilde “genel muayene” adı altında, mesane kontrolü yapıldı, aşağılandı.

 Bütün dünyada idamlar sabaha karşı yapıldığı hâlde, Menderes öğleden sonra 13.21’de asıldı. Çektiği acıdan ve zayıflıktan ayakkabıları ayağından fırlamıştı. Fotoğraf için ikinci defa ipte sallandırıldı.

 Defnedilirken vücudunda çok sayıda işkence ve sigara yanığı izleri vardı.
 Menderes’in infazı, öğleden sonra saat 14.26’da tamamlandı. Yassıada Komutanı Tarık Güryay idamlara nezaret etti. MBK üyelerinden bazıları ve 100 kadar subay infazı izledi. Daha sonra küçük bir parti vererek kutladılar. Yassıada Mahkeme heyeti üyeleri ve bazı subaylar da infazlardan sonra Atatürk’ün yatı Savarona ile kutlama yaptı.

 Naaşlar ailelerine verilmeyip adanın bir köşesinde açılan çukurlara gömüldü.
 Yassıada’da Ordu Film Merkezi’nde çekilen fotoğraf ve görüntüler basına irtibat bürosu üzerinden açık artırma ile satıldı. Hürriyet gazetesinin sahibi Erol Simavi, 100 bin liraya fotoğrafların yayın hakkını aldı.
 İdamlıklardan ip, kefen, mezar ve Yassıada’da yenen yemeğin parası, ödeme emri kâğıdı ile istendi.
 Menderes’in idamından sonra ‘Adnan Menderes anayasayı ihlal suçundan idam edilmiştir’ yazan bir kâğıt evinin kapısına asıldı. İdam hükmü, bir hafta boyunca asılı kaldı.

 1962’de Tedbirler Kanunu çıkarıldı. Yassıada Mahkemesi’nin kararlarını eleştirmek, 27 Mayıs aleyhinde imada bile bulunmak yasaklandı. DP’yi övmenin suçu beş yıl hapisti.

 27 Mayıs askerî darbesi bir ‘devrim’ olarak adlandırıldı. 1963’te, İsmet İnönü hükümeti tarafından ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ adıyla resmî bayram ilan edilerek kutlanmaya başladı. 1960’tan 1983’e kadar çocuklara bir ‘devrim’ olarak okutuldu.

‘Bunların hepsi idam edilmeliydi’

Yassıada duruşmalarının zabıtlarını yayımlayan Celal Bayar’ın torunu Prof. Emine Gürsoy Naskali, “27 Mayıs suç olarak tescillenmelidir.” diyor. Naskali, idam sürecindeki pek çok şeyin muamma olduğuna dikkat çekiyor: “Yassıada, İmralı ve Kayseri’yi önceden hazırlıyorlar. Mahkemeden önce bir kısmını asacaklar, bir kısmını hapsedecekler, karar verilmiş zaten. Her şey önceden ve ince ince planlanıyor. İmralı Cezaevi’nin müdürü Ahmet Acarol, muazzam şeyler anlatıyor. Menderes’in vücudunda sigara söndürülmüş, ‘İzlerini gördüm’ diyor. Bir de Menderes’in boynuna ipi geçirip şiddetle yukarı çekiyorlar, başı tepeye vuruyor, kanıyor. İpten indirip yüzünü temizleyip yeniden asıyorlar, fotoğrafı öyle çekiyorlar. Acarol’un dediğine göre ilmik yanlış yere getirildiği için çırpınarak ölüyor. Çırpınmadan dolayı ayakkabıları fırlıyor.”

-Niye fırlıyor?
Çünkü çok zayıflamış, bitmiş, vücut bitmiş. Asılacak insanlara bir sakinleştirici verirler, o usuldendir. Acaba Menderes’e verdiler mi? Bilmiyoruz. İdam sehpasındaki karelerde bir de fotomontaj olanı var. Bir kişi idam edildiğinde ayaklar aşağı sarkar. O fotoğrafta Menderes asılmış ama ayakları düz duruyor. Sonra tabure gibi bir şey var karede. Bir muamma.

-Neden 16’sında asılmıyor?
Korku var. Zorlu ve Polatkan asıldığında bakıyorlar halkta bir tepki yok. Tepkiler olsaydı belki Menderes’i idam etmeyeceklerdi. Menderes’i bir gün sonra idam etmek için bu ilaçları, kendileri vermiş de olabilir. “Sağlıklıdır’ raporundan sonra o kadar aceleleri var ki öğle vakti asıyorlar. Feci, feci şeyler var.

-İdamı engelleme girişimi oluyor mu?
Harp Okulu öğrencileri ve subayları daha fazla idam istiyor. Onlar için 3 de az, 14 de az. İdamlar olduktan sonra benim yüzüme karşı daha sonraki yıllarda ‘Bunların hepsi idam edilmeliydi’ diyenler oldu. Bunlar da aydın dediğimiz insanlar. Bugün de aynı duyguları besleyen insanlar var. 27 Mayıs’tan bahsederken dobra dobra konuşamıyorlar, hep dolandırarak ‘Böyle oldu ama kusurları da vardı’ diyorlar. O kusur lafını ağzına almadan konuya giremiyorlar. ‘Ben aslında idamlara karşıydım’ diye de bir söylem geliştirdiler. Bunu söyleyen kişinin söylemek isteği aslında şu: “Ben darbeyi tasvip ediyorum, iyi ki oldu ama işte bana yakışmaz, asılmış olmalarını arzu etmem, ellerimi yağlı urganla kirletmek istemem.”

-İsmet İnönü idamlara karşı mıydı?
İdama karşı isen genelkurmay başkanını çağırır, ‘Yapmayacaksın’ dersin. ‘Yapmasanız iyi olur’ diye mektup göndermiş. Neden herkesin duyacağı bir şey söylemedi de MBK’nin hiç okumadığı bir mektup yazdı? Tarihe ne şekilde mal olacaksınız? İnönü tarihe idamları istedi diye mal olmak istemedi. Mektup bir manevradır. Tam da oturdu. Bayar, Kayseri Cezaevi’nde iken af konusu görüşülüyor. İnönü, ‘Teknik yönden itiraz etsinler, dilekçe versinler bir bakalım’ diyor. Dilekçe yazacak büyükbabam. Bayar bunu dinliyor, hiçbir şey söylemiyor, aradan beş dakika geçtikten sonra DP’lilere “Acaba ne yaptım da size böyle bir girişimde bulunacak cesareti verdim?’ diyor.

-Yassıada’da görev alanlar pişman mı?
Bazı subaylar ve askerî öğrenciler Çengelköy’den gemiye bindirilip Yassıada’ya götürülüyor, orada bir prova yapılıyor. Işık Koşaner, Veli Küçük gibi isimler var bunların arasında. Askerî lise öğrencileri seçilmiş ve figüran olarak getirilmişler. Hiçbirinde bugün pişmanlık yok. Yassıada’da şöyle olmuştur, diye söylemiyorlar. 27 Mayıs sayfası açık. Suç olarak tescillenmedi. Çoğu insan 27 Mayıs darbesini lanetliyor ama hukuki olarak değil. Çeşitli mahkemelerdeki yargılamalar o zihniyetin hâlâ var olduğunu gösteriyor.

Menderes: Ölümüm sizi ebediyete kadar takip edecek 
Başbakan Adnan Menderes  idamdan önce şu mektubu bırakmıştı: “Sizlere dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme karar-i metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?  Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi yine de 1950’de kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama simdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.’’

Rüştü Erdelhun: En acı gün
Darbeye karşı çıktığı için cuntacılar tarafından tutuklanan dönemin genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun, mahkemenin idam kararından sonra elleri ardından kelepçelenmiş vaziyette bir hücreye atıldıklarını şöyle anlatıyor: “15 Eylül 1961’de Yassıada Yüksek Adalet Divanı’nın o elim kararı açıklandıktan sonra, mahkeme kapısından çıkar çıkmaz ellerime kelepçe vurdular. İskelede benden evvel aynı cezaya çarptırılanların yanlarına sevk edildim. İskelede saat 15.00 civarında bizi almaya gelen avcı botu hareket etti. Hareketi müteakip bir subay muhallefatımı (öldükten sonra geride bırakacağım eşyaları) aileme göndermek için üzerimde ne varsa kayda aldı. Saat 17.00 gibi infazın gerçekleştirileceği İmralı’ya bot yanaştı. Ellerimiz kelepçeli olarak birer birer iskeleye çıkartıldık. İskelede cezaevi gardiyanlarına teslim edildim. Koluma giren gardiyan heyecanlı ve titremekte idi. Bu esnada simalar (fotoğraflarımız) çekildi. İmralı’da hücre sayısı 10 adetmiş. Biz 14 kişi olduğumuz için dört kişiyi (Bunlardan biri de ben idim) bir binaya koydular ve ellerimizi arkadan kelepçelediler. Bu şekilde kelepçelenmek, her geçen saat yaşadığımız ızdırabı bir kat daha artırıyor. Bu ızdırap insana bir an evvel ölüme kavuşmayı istetiyordu. Saat 9’a kadar çok ızdırab çektim. Yorgunluk, acı, manevi çöküntü ile sızmış hâlde iken saat 02.30 civarında muhallefatım iade edildi. Ardından kelepçeler arkadan öne alındı. Bunun iyi manaya geldiğini düşünerek biraz açıldım. Beni bekleyen gardiyan ve nöbetçi mütemadiyen yüzüme su serpiyordu. Saat 04.00’de Başsavcı Ömer Altay Egesel gelerek bana Milli Birlik hükümetinin idam cezamı müebbet hapse çevirdiğini bildirerek tebrik etti ve bazı kelepçeleri aldılar. Sonra Ada Komutanı Albay Tevfik Aksoy ile muhafız subaylar gelerek geçmiş olsun dediler.”

İmralı’daki cezaevinde 8 gün kalan Erdelhun Paşa, Başbakan Menderes’in idam gününü ‘en acı gün’ olarak not defterine yazmıştı: “İmralı Cezaevi’nde 8 gün kaldım. Maddi ve manevi ağır baskılardan sonra burası adeta bir dinlenme kampı hayatını yaşattı. 16 Eylül günü burada esas müebbetlikler kavuşturularak ve iki koğuş halinde iskân edildik. Cezaevi müdüründen gardiyanına kadar herkes kolaylık gösteriyor ve hayatımızı yaşamamızı kolaylaştıracak çeşitli imkânlar sağlıyorlardı. En feci gün Sayın Adnan Menderes’in idam edildiği 17.09.1961 Pazar günüydü. Öğle üzeri mevkute bulunduğumuz koğuşun parmaklıkları kapatıldı. Bir şey göremiyorduk. Fakat etraftaki tedbirden anlaşılanlar ve emniyet birliklerinin koşuşmalarından fevkalade bir hâl yaşandığını hissediyordum. Parmaklıkların arkasından gelen bir ‘Ah!’ sesi merhumun son nefesi oldu. O gece koğuşta sabaha kadar idam edilenler için hatimler, aşırlar ve  dualar okuduk.”

Cezaevi Müdürü: Fidanlık diye mezar kazdık  
İmralı Cezaevi Müdürü Ahmet Acarol da vefatından önce İmralı’daki işkenceyi şöyle anlatıyordu: “Duruşma devam ederken Milli Birlik Komitesi’nden seçilmiş kişiler gelip İmralı’da denetim yaptı. Nereye ne yapabiliriz, nereyi muhafaza altına alabiliriz, hükümlüyü nasıl çıkartırız; her şey planlandı. Dosya geldi. Ankara’ya özel uçakla gidildi. Milli Birlik Komitesi, kararın çıkmış şeklini değiştirmek suretiyle 3’ünü idam olarak onayladı. İnfaz için Menderes’in hücresine gittim. Hastalıktan yeni kalkmış, halsizdi. Fatin Rüştü Zorlu, içlerinde en metanetli olanıydı. Sanki ölüme gitmiyordu, seyahate gider gibiydi. Onun ölüm kartını yapıştırırken neşeliydi. Sanki ikinci bir hayata merhaba demek için davetiye almış gibiydi. Namazını kıldı. Kızına mektup yazdı. Sonra da infaza gitti. Celladı getirdiler. Celladın nasıl geldiği belli değil, nereye gittiği belli değil. Sarhoş bir şekilde almış getirmişler bana. Adam körkütük; meyhaneden kaldırmışlar onu. Kahve yaptırıyorum adamı ayıltmaya çalışıyoruz. Sonra adam farkına varıyor ve ‘Burası neresi, ne oldu!’ demeye başlıyor. Cellat, gece yarısı askeriyenin kendisini alması ile şaşırmış. Vallahi günahsızım, belediye emir verdi onun için köpekleri zehirledim, demeye başlıyor. Meğerse o gün çalıştığı belediyeden aldığı emirle köpekleri zehirlemiş. ‘Alın götürün’ dedim başgardiyana. O da gardiyana ‘Sakın bizi Adnan Menderes’i asmak için getirmiş olmasınlar buraya?’ demiş. Gardiyan geldi, ‘Ayıldı ağabey, böyle böyle söylüyor’ dedi. Celladı yanıma çağırdım ve infazda görevli olduğunu söyledim. Urgan ve zeytinyağı gerektiğini söyledi, temin ettik. Beşiktaş’ın meşhur bir cinayeti vardı. Faili Börekçi Ali, onu asan adam bu. Eski cellatlardan.”

17 Eylül 1961’de kim kimdi?   
Genelkurmay eski başkanları emekli orgeneraller İsmail Hakkı Karadayı ve Necip Torumtay, Kara Kuvvetleri eski komutanları Kemal Yamak ve Namık Kemal Ersun, Deniz Kuvvetleri eski komutanları İlhami Erdil ve İrfan Tınaz, Yassıada’da görevliydi. Yassıada İrtibat Bürosu komutanı, Albay Namık Kemal Ersun’du. Teoman Koman, ada komutanının sağ koluydu. MBK ülkeyi fiilen yönetiyordu. Cemal Gürsel, devlet başkanıydı. MBK üyesi Fahri Özdilek başbakan, Ekrem Tüzemen adalet bakanıydı. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Adnan Menderes’in idamından iki ay sonra (20 Kasım 1961) 26. hükümeti kurarak başbakanlık koltuğuna oturdu.