28 Mayıs 2013 Salı

27 Mayıs’ın gizli karargâhı

27 Mayıs 2013 / CEMAL A. KALYONCU
60 darbesi olduğunda gözler Milli Birlik Komitesi ve Yassıada Kumandanlığı üzerindeydi. Ancak ortaya çıkan belgelere göre, başında Kurmay Albay Namık Kemal Ersun’un bulunduğu MBK İrtibat Bürosu, darbenin gizli beyni gibi çalışmış.
1960 darbesine dair yeni sırlar ortaya çıkıyor. Bu da gösteriyor ki üzerinden onca yıl geçmesine rağmen 27 Mayıs hâlâ pek çok sırrı barındırıyor. Herkesin, Millî Birlik Komitesi (MBK)  ile Yassıada arasında sadece irtibat kurmakla yükümlü sandığı, hatta başkanının adını dahi sadece ilgililerin bildiği İstanbul’daki İrtibat Bürosu’nun faaliyetleri, 27 Mayıs’a dair bilgilerimizi değiştirecek türden. Zira, MBK İrtibat Bürosu, yargılamaları yapacak soruşturmaları yürüten Yüksek Soruşturma Kurulu’nun bile üstünde bir yapı. Yani, ortaya yeni çıkan belgelere göre, adaleti tesis edecek yargı kurumları bile İrtibat Bürosu’ndan emir alıyor.
Başkanı Kurmay Albay Namık Kemal Ersun olan MBK İrtibat Bürosu, bugüne kadar ‘derin’ yapı diye eleştirilen ve faaliyetleri ile hep dikkatleri üzerine çekmiş Özel Harp Dairesi gibi çalışmış. Aslında yargılamaların yapılacağı Yassıada’ya yönelik güvenlik önlemlerini içermesi beklenen; ancak güvenlik planlarının yanında, başarıya ulaşmış bir darbenin etkisinin uzun yıllar sürmesi için yapılacak ‘psikolojik harp’ esaslarının da kâğıda döküldüğü ‘çok gizli’ ibareli İrtibat Bürosu Ada Planı bu kanaati pekiştiriyor.
Namık Kemal Ersun ismini hatırlamayanlar için bir de hatırlatma yapalım. 12 Eylül 1980 darbesinin öncesinde, kanlı 1 Mayıs 1977 Taksim Olayları’ndan tam bir ay sonra, 1 Haziran’da, beraberindeki 200 askerle darbe yapacak diye dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından re’sen görevden alınan Kara Kuvvetleri Komutanı o. Ersun’un bir başka özelliği NATO subayı olarak bilinmesi. NATO subaylarının önemli bir vasfı yurtdışında ‘psikolojik harp’ eğitimi almış olmaları. Ersun, aynı zamanda Yassıada idamlarının durdurulmasını engelleyen isim.
80 sayfayı bulan Ada Planı’nda en can alıcı belgelerden biri 1958 tarihli Yassıada Planı adlı ada haritası. Üzerinde 1958 tarihi taşımasına rağmen mahkeme salonu ta o tarihte planda belirlenmiş. Bu darbecilerin 1960’tan çok önce darbeyi planlayıp kafalarına koyduklarının en büyük delili. Bu tarih muhtemelen 9 Subay Olayı olarak bilinen ve içlerinden Samet Kuşçu’nun itirafı ile ortaya çıkan 1957-58 yıllarındaki darbe hazırlığına işaret ediyor. Aralarındaki organik bağ, Kurmay Albay Ersun imzalı, her sayfası ayrı bir emir ve uygulama içeren, darbe sonrası süreçte yapılacakların planlandığı kitaba göre, ‘hazırlanacak İnkılap filminde 9 subayımıza reva görülen muamele mukayeseli olarak gösterilecek’ ifadesi ile ortaya çıkıyor.
Darbeye yönelik düzenlenen destek mitingleri ve gösteriler, Demokrat Partilileri küçük düşürmek için çekilen ve belli başlı illerde gösterilen film projeleri de bu birimin planı.
Zaten TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun, kontrgerilla faaliyetlerine karşı Millî Savunma Bakanlığı’ndan istediği bilgiler arasında Özel Harp Dairesi ile beraber MBK İrtibat Bürosu’nun adının geçmesi bu büro hakkında fikir veriyor.
Yargılamalar sırasında herkes, DP’lilere yönelik tavırlarıyla Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’a odaklanmışken aslında onun Namık Kemal Ersun’a bağlı çalıştığı anlaşılıyor.
Yassıada’nın bir elden sevk ve idaresi sorumluluğunun 1 Eylül 1960 tarihinden itibaren İrtibat Bürosu’na geçeceğini de kayıt altına alan Ada Planı kitabı, MBK İrtibat Bürosu’nun ‘darbe sonrası faaliyetlerin beyni’ olduğunu ortaya koyuyor.
Ada Planı, 1 Ağustos 1960 tarihinde basılmış; ama 1958 tarihli Yassıada Planı da gösterdiği gibi içindeki bazı belgeler 27 Mayıs’tan önce hazırlanmış.

Adaya gidecek kordiplomatların dahi ‘hissettirilmeden’ araştırılmasının istendiği bir ortamda İrtibat Bürosu, dönemin basın mensuplarını da fişlemiş. 27 Mayıs 1960 darbesine ışık tutacak daha pek çok detay içeren Ada Planı kitabı, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nden akademisyen Rasim Koç’un doktora çalışmasının konusu şu anda. 1970 Trabzon doğumlu Koç,  Ötüken Yayınları’ndan kitaplaştırılan İdam Sehpasındaki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tezinin de hazırlayıcısı. MBK İrtibat Bürosu Ada Planı’nı konuştuğumuz Koç’un üzerinde çalıştığı önemli bir konu da Yassıada’da, yargılamalar sırasında özel bir düzenek kurularak DP’lilerin hem kendi aralarındaki konuşmalarının hem de avukatları ile yaptıkları görüşmelerin kayıt altına alınması. Bu şekilde sanıkların kuracağı savunmalar önceden öğrenilip etkisiz hale getirilmeye çalışılmış. Koç’un çalışmasının tarihe ışık tutacağını umuyoruz.
-27 Mayıs sürecinde Seferberlik Tetkik Kuru-lu’nun izine rastladınız mı?
27 Mayıs sürecinde hayır. Aksine, 27 Mayısçılar, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun komünizm işgali karşısında halkın direnişini örgütlemek için silah ve mühimmatın (hatta bazılarının Kıbrıs’a gönderilmesi için) belli bölgelerde saklanmasını Yassıada Mahkemesi’nde ‘iktidarın DP’lileri silahlandırması’ gibi göstererek ayrıca mahkûm etmeye çalışmış. Aslında böyle bir şey yok. Ama burada bir şey karşımıza çıkıyor. Seferberlik Tetkik Kurulu’nun değil de Amerika’ya, NATO’ya gitmiş 18 kurmay subayın bir kısmının 27 Mayıs’ı gerçekleştiren Millî Birlik Komitesi’nin (MBK) içinde yer aldığını görüyoruz.
-Biri Alparslan Türkeş…
Evet, ama kendi anılarından hareket edersek Türkeş, gelmekte olan bir darbeyi gördüğünü, bu darbenin de CHP’nin etkisi altında olacağını söylüyor. Ve bu 18 subay NATO sonrasında geliştirilen bir kavram olan psikolojik harp tetkikleri üzerinde çalışma yapmak üzere giden subaylar. Sadece kurmay olarak değil. Özel, spesifik bir alanda çalışma yapmak için gidenler de var. Biz 1952’de girdik NATO’ya ama 1948’den, İnönü döneminden itibaren eğitim amaçlı yurtdışına asker gönderiyoruz. Kanada’ya, işte Avrupa’da veya Amerika’da, kıta olarak, birçok ülkeye gönderiyoruz. Dolayısıyla 1948’den beri sizin ordunuz, ekonominiz Amerika ile iç içe gelmiş. 1960’da Türk ordusunun bir modernizasyonu varsa bu Amerika ve NATO eliyle olmuş. Şunu da göz ardı etmemek lazım. Sovyetler Birliği’nin özellikle 1957’den sonra, Stalin dönemindeki o şiddete dayalı yayılmacı politikasından uzaklaşarak daha hümanist bir rejim ihracına girişmesinin etkisinden de bahsedilebilir. Bu yumuşak tavırdan ordu içindeki genç subaylar da etkilenmiş. Bu noktada bir rahatsızlık var. Darbeyi gerçekleştirenlerin NATO ile Amerika ile ilişkilerini nasıl düşündüklerini hesap etmek zor olsa gerek.

Duruşma salonunda kadın kıyafetiyle istihbarat toplayan bir memur.
-NATO’da eğitim alan subaylar hususunda bir takibat yaptığınızda ne çıkıyor karşınıza?
Yani 48’de 18 kişi gönderilmiş galiba.
-Kim onlar?
Türkeş var, Ahmet Yıldız var. Millî Savunma Bakanlığı’nda (MSB) ya yok ya da var da vermiyor, bilmiyorum nedenini. Önemli isimlerden biri de Namık Kemal Ersun. Ben bu isim üzerinde çok durdum.
-Neden?
27 Mayıs olduğu zaman göz önünde bulundurulan hep MBK. Ama MBK Ankara’da. Yassıada Mahkemesi İstanbul’da. Bir de kafamızda Yassıada Garnizon Komutanı Tarık Güryay var. Araştırmalar neticesinde Güryay’ın etkisiz eleman olduğunu gördüm. Ve nitekim yarbayken Yassıada’daki görevine başlıyor, albayken emekli oluyor. Bunun vazifesi orada koruma, kollama. Olanı biteni bir yerlere aktarma. Bizim en çok atladığımız nokta, Yassıada Garnizon Komutanlığı’nda yoğunlaşırken İstanbul’da MBK İrtibat Bürosu diye bir büronun varlığını biliyoruz; ama bu büronun ne yaptığını bilmiyoruz. Yani kısmen biliyoruz. Ama neticede görüyoruz ki bütün darbe sürecinin propagandasını, psikolojik harp dediğimiz o kamuoyunun oluşturulması ve yönlendirmesini, hep bu İrtibat Bürosu yapmış
-Kim var başında?
Kurmay Albay Namık Kemal Ersun. Ersun’un, kurmay albay ve komutan olduğu bu İrtibat Bürosu’yla, kendi imzasıyla yaptığı bir çalışma var. Bu, sanıkların adaya gönderilmesiyle ilgili kararın verildiği andan itibaren adada neler yapılması gerektiğini, sanıkların korunması, yargılanması sürecinin dışında 27 Mayıs darbesinin Türk toplumu tarafından nasıl kabul edilmesi gerektiğinin de altyapısını hazırlıyor. Üzerinde 1 Ağustos 1960 tarihi var, 27 Mayıs’tan sonra kitap haline getiriliyor ama 1958’den birtakım evraklar da var içinde. 58 yılında da bu işin olduğunu gösteriyor. Demek ki o tarihte de bu işin içinde kendisi. Çünkü 1958’de 9 Subay Olayı ortaya çıktığında, 1954’ten beri cunta komiteleri olduğunu biliyoruz. Yani Konya’da, Ankara’da, İstanbul’da, Erzurum’da cunta komiteleri var ve dağınık şekilde insanlar bir araya geliyor. Bir darbe fikri etrafında düşünüyorlar ama bunların hepsinin bir araya gelip bütünleşmesi 1960, 27 Mayıs. 9 Subay Olayı bu işin ilk provası.

Sanık avukatları, davaların bitmesinden sonra Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile hatıra fotoğrafı çektirmiş.
-İrtibat Bürosu’nda Ersun’dan başka kim var?
Tek önemli olan o. Onunla beraber Yassıada’da olan, Tarık Güryay’a yakın olduğu söylenen ama aslında Ersun’a yakın bir kişi var; Teoman Koman. Darbe sonrasında tevkif müzekkeresi hazırlanıyor, bunlar sanıklara tebliğ ediliyor, sanıklar imza sonrası tutuklanıyor. Koman, topçu üsteğmen. Tutuklamayı yapan grubun başındaki subay.
Bu Ersun’a daha sonra ne olduğuna baktım. 1962’de tuğgeneral olmuş. Ardından korgeneral ve orgeneralliğe yükselmiş. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, Yüksek Askerî Şûra üyeliği, MGK Genel Sekreterliği yapmış. Kanlı 1 Mayıs (1977) olayları sırasında Kara Kuvvetleri Komutanı. 1 Mayıs sonrasında 200 subayla beraber darbe girişimi yapacağı şüphesiyle dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından re’sen emekliliğe sevk edildi. İşin daha enteresan tarafı, kendisi emekliliğe sevk edildikten 3 ay sonra yerine gelen Kenan Evren, Ersun’un yarım bıraktığı işi 3 yıl sonra tamamlıyor. Yani her yerde karşıma çıktı Ersun.
-Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görev almış mı?
Yani Seferberlik Tetkik Kurulu deyince 1950-60 arasındaki anlamından çıkıyor o. Çünkü 50-60 arasında Seferberlik Tetkik Kurulu’nun amacı belli. Ama 60’tan sonra farklı bir misyonla hayatına devam ediyor
-Nasıl mesela?
Amaç değişiyor. Soğuk savaş döneminin şartları değişiyor. Aslında 27 Mayıs darbesi sadece Türk ordusu içinde bir örgütlenmeyi beraberinde getirmiyor. Türk yargısında, üniversitede, her yerde bir örgütlenmeyi de beraberinde getiriyor. DP ile CHP’nin demokrasi anlayışı arasındaki en büyük fark; biri kurumlara dayalı demokrasiyi temsil ediyor, diğeri halka dayalı demokrasiyi. 27 Mayıs, 10 yıl boyunca yitirilmiş olan kurumlara dayalı demokrasi anlayışını tekrar hayata geçiriyor.
Aralarındaki konuşmaları kayda alınan sanıklara daha sonra bu konuşmaları mahkemede iddia olarak sorulmuş.
İrtibat Bürosu’nun hazırladığı kitapçıktan anlaşılan yargılamalarla ilgili güvenliğin vs. ikinci planda olduğu. Birinci planda darbenin kamuoyu tarafından nasıl sahiplenileceği ve zihinlere nasıl yerleştirileceği hususunda propaganda yapmayı hedefliyor.
-Ne diyor?
Çok önemli. Mesela İrtibat Bürosu Komutanının emrine verilen birimler. 1. Ordu psikolojik harp birliği. Şimdi bu tanım aslında pek çok şeyi çözüyor. Bu bize yabancı bir tanım. Türk ordusunun NATO’ya girdikten sonra karşı karşıya kaldığı bir tanım. Oraya giden subaylarımızın, bu mesele üzerinde eğitim alanların bileceği bir konu. Zaten ipucu buradaydı benim için. Ayrıca gidenlerin çoğu psikolojik harp tekniklerini almak üzere gitmiş. Yani bu Ada Planı’nın benim için çok heyecan verici kısmı psikolojik harpten bahsediyor olması.
-O zaman neden Ada Planı denmiş?
Çünkü her şey adadaki yargılamaların şemsiyesi altında yapılıyor. Adanın, gemilerin güvenliği ama öbür taraftan dönüyor bakıyorsunuz halkın algıları ile ilgili birtakım manipülasyonları orada görüyorsunuz. Yani film merkezleri, film çekmek, fotoğraflar, kitaplar, karikatürler, yayınlar, özellikle 15 ilde panolar, bu panolara DP’nin aleyhinde, onları halkın gözünden düşüren birtakım fotoğrafları sunarken aslında kendi iktidarlarını meşrulaştırıyor, kendi yerlerini sağlamlaştırmayı amaçlıyorlar. Çünkü darbe başarıya ulaşmış, iktidar tutuklanmış, Yassıada’ya götürülmüş. Sonra halktan bir tepki de gelmemiş. Halk sokaklara çıkıp ordu aleyhinde konuşmamış, yürümemiş.
-Bu kanaati pekiştiren ne?
Zaten MBK içindeki hiçbir subayın 1960’tan sonra ne siyasi hayatımızda ne ordu içinde çok fazla etkinliği oldu. Çünkü o adamlar artık emekli olup, doğal senatör olup ordunun dışına çıktı. Ama bir şekilde 27 Mayıs darbesinin zihniyeti, düşüncesi birileri tarafından böyle bir bayrak yarışı gibi elden ele aktarıldı. Ve bunların dışında kalan ve kendini bir şekilde göstermeyen bir grup ordu içinde etkinliğini sistematik olarak artırdı. Mesela Namık Kemal Ersun, kurmay albay. Şimdi Teoman Koman’a bakıyorsunuz üsteğmen. Hep böyle teğmen, üsteğmen. İçinde yüzbaşının bile fazla olmadığı bir grup genç subayın bir şekilde önü açılıyor. Zaten yapılanma 27 Mayıs’tan sonra kendi içinde kendi insanlarını yetiştiriyor.
Mesela Ersun ile ilgili bir şey daha buldum. Yüksek Soruşturma Kurulu Başkanı Hayrettin Şakir Perk, İstanbul’-daki İrtibat Bürosu başkanlığına bir konu hakkında bilgi veriyor ve bilgi istiyor. Ama yazıyı ‘arz olunur’ şeklinde bitiriyor.
-Hukuki bir kurum aslında.
Üçer kişilik, yedişer kişilik gruplar halinde çalışıyor. Mesela Egesel (Altay) de soruşturma grubunda. Savcıların tamamı da Yüksek Soruşturma Kurulu’nda. Ve Yüksek Soruşturma Kurulu’ndan savcılığa getiriliyorlar.
Ve bir şey daha dikkatimi çekti. Darbe sonrası, o günkü adıyla Millî Emniyet Hizmetleri (MAH) Reisi Ziya Selışık da İrtibat Bürosu’na çok gizli adı altında bir yazı gönderiyor. Bu yazı da MAH’a vekalet eden önceki başkan Salih Korur ile ilgili. Bu da yine ‘bilgi edinilmesini saygı ile arz ve rica ederim’ diye yazıyor.
-O da İrtibat Bürosu’na bağlı çalışıyor…
Yani bütün yazışmaların buranın üzerinden gittiğini görüyoruz. Sonra Ada Komutanı Tarık Güryay’ın yazdığı bütün yazışmalara baktığımızda ve daha sonra yine İçişleri’ne bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, basın yayın, bütün kurumların hepsinin buraya gönderdiği yazılarda, bilgilerde de hep ‘arz ederim’ deniyor.
-Ada Planı başka ne içeriyor?
Direkt bağlı olanlara bakıldığında İstanbul’daki ‘1. Ordu Komutanlığı, valilik, emniyet müdürlüğü, Boğazlar ve Marmara Deniz Kolordu Kumandanlığı, Yassıada Garnizon Kumandanlığı, Bakanlıklar ve bunlara bağlı teşekküller, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Kumandanlıkları ve kuruluşlarında bulunan birlik ve tesisler planın yürütülmesi ile ilgili faaliyetlerin öncelik ve süratle neticelenmesini sağlayacaklardır’ deniyor. Yani ne kadar mülkî ve askerî birim varsa buranın nerdeyse emrine verilmiş. Şimdi burada bir kurmay albay var, İstanbul’da bir koca orgeneral var.
-Yani kilit Namık Kemal Ersun’da!
Ersun’da. Bu çok enteresan. Bunu çözmekte biraz zorlandım ama… Yassıada Halihazır İskan Durumu. Haritalandırılmış; ama enteresan kısmı 1958 yılı. O yıl ada ile ilgili bir plan hazırlanmış. Mesela zaten adada Deniz Kuvvetleri’ne ait bir birlik var fakat enteresan kısmı işte mahkeme salonu.
-O zamana kadar mahkûm kimse var mı orada?
Yok. Bayar ile Menderes İstanbul’a geldiklerinde burada kalmış, iki kez. Haritada da gösterilen nokta tamamen boş ve mahkeme salonu diye ayrılmış. Bu beni çok düşündürdü. Yassıada Planı, 1958’de yapılmış. Yani kafalarından birçok şeyi geçirmişler. Yani bu darbe akşamdan sabaha böyle pişirilmiş, hazırlanmış bir şey değil. Sadece darbeyi amaçlayan değil, darbe sonrasındaki süreci de çok iyi hesap eden bir planlama.
İhtiyaçlar ve iş çizelgesi çıkarılmış. 18 sivil polis, ayrıca 14 sivil elbiseli subay isteniyor. Yassıada Broşürü’nün hazırlanması da İrtibat Bürosu’nun fikri. Radyolarda Yassıada Saati’nin ihdasına karar veren bu. Şuna benziyor; DP döneminde Vatan Cephesi diye radyolardan yaptığı propagandadan başbakan ve bakanlar mahkûm edilmiş. Ama kendileri de Yassıada Saati ile ilgili bir program yaparak, radyodan milleti manipüle etmeye çalışmış.
-Ada Planı’nı kim hazırlamış?
İrtibat Bürosu ama bütün planlarda Ersun’un imzası var. Yeri Beşiktaş’taki Deniz Askerî Müzesi’nde. Çevresi tamamen kapatılıyor. Askerler tarafından güvenlik çemberine alınıyor. Yakınında park eden araçların dahi oradan kaldırılması ile ilgili talimat yayımlanıyor.
Mesela, Heybeliada’da Yüksek Adalet Divanı için kira tahsisatı yapılıyor, çünkü Yassıada’da görevli hâkim ve savcılar Heybeliada’da bir otelde kalacak. Basında yayımlanacak fotoğraflar ordu film merkezince bir elden çekilecek ve uygun görülenler basılacak deniyor mesela. Yargılama safahatında çekilen fotoğraf ve filmlerin muhakkak surette MBK’dan ve İrtibat Bürosu’ndan bir heyet tarafından sansür edileceği de açıkça yazıyor. Ayrıca naklen radyo yayınlarına müsaade edilmeyecek, buna mukabil duruşmalar teybe alınarak lüzumlu görülen kısımları akşam Yassıada Saati’nde yayımlanacak.
-Cımbızlanacak yani…
Evet. Ayrıca emniyetle ilgili, Yassıada’da herhangi bir gizli faaliyet mevcut mudur, yok mudur, MAH yani MİT’in bu konu ile ilgili İstanbul genelinde sahada çalışma yapması gerektiğinin talimatını veriyor. Hani bazı kahvehanelerde ‘tünel açalım, Yassıada’daki sanıkları kaçıralım’ tarzında konuşmalarından dolayı insanlar yargılanmıştı. O istihbarat talimatı buradan gidiyor.
Duruşmalara illerden üniversitelere ne kadar kontenjan ayrıldığına yine Büro karar veriyor. Üniversiteler içinde en fazla payı İstanbul Üniversitesi almış. Çünkü darbeye tam destek verenlerden İstanbul ve Ankara üniversiteleri. 490 sanıklı bir davaya sanık yakınları için annesi, babası, karısı, kardeşi, çocukları, şahitler ve müdafi avukatlar da dâhil olmak üzere sadece 50 kişi ayrılmış.
Bir film, fotoğraf ve teyp arşivinin meydana getirilmesi de isteniyor. Maksat, 27 Mayıs inkılap hareketinin tarihinin hazırlanmasında, müteakip yıllarda 27 Mayıs’ın anılmasında müracaat edilecek bir tarihî arşivin temin edilmesi. Bütün duruşmalar bittikten sonra tabii büyük bir arşiv oluşmuş. Bunların hepsi kayıt altına geçmiş. Ve bu kayıtların ne yapılması gerektiği hususunda MBK İrtibat Bürosu bununla da meşgul olmuş. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden uzmanlar çağrılarak buradaki arşivin nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda profesyonel destek almışlar. Bir rapor hazırlanmış uzmanlar tarafından.
-Sonuç ne olmuş?
Yani bu arşivin hangi amaçla olması gerektiğini rapor etmiş uzmanlar. Araştırmacılara açık olup olmaması, nerede saklanması gerektiği üzerine çalışılmış.
-Uygulanmış mı bu?
Tabii. Bunun neticesinde tutanakların bir kısmı yayımlandı ama delillerin ve sanıkların söylediklerinin hiçbiri yayımlananlarda yoktu tabii.
İnkılap isimli hazırlanmakta olan filmlerden de bahsediliyor. Bu arada diyor ‘6-7 Eylül’de nezaret altına alınan 9 subayımıza reva görülen muamele mukayeseli olarak gösterilecek.’ Şimdi aslında işin rengi burada ortaya çıkıyor.
27 Nisan öğrenci olayları ile ilgili film dokümanı ellerinde yok mesela. Ayrıca Taksim’de, Beyazıt’ta, Kadıköy’de orduya şükran mitinglerinin filme alınıp belli başlı illerde gösterilmesi planlanmış. Özellikle milletvekilleri ile ilgili elde olmayan görüntülerin tekrar çekimi isteniyor. Hatta bundan bir tanesinde Celal Bayar film çekilirken çok ağrına gidiyor. Bir hareketi tekrar etmeleri isteniyor. Bunun da hangi amaca yönelik olduğunu Bayar anlıyor ve çok kızıyor.
Ayrıca yargılamalar başlamadan önce DP’lilerin yaptıklarını anlatmak ve acıma hissini kaldırmak amacıyla film çekme ve gösterimi isteniyor. Filmlerden biri de darbeden bir ay önce 27-28 Nisan’da ölen öğrencilerle ilgili. Hürriyet Şehitleri diye anılıyor ve cenazeleri mezarlarından çıkarılıp Cemal Gürsel’in de eşlik ettiği merasimle Anıtkabir’e defnediliyor.
-Sonra Anıtkabir’den çıkarılıyorlar mı?
Evet, ‘Biz ne yaptık?’ diyorlar. Defin sırasında bayrakları bile yarıya indiriyorlar. Hâlbuki bayrağın ne zaman yarıya indirileceği konusu bellidir ve en çok onların hassas olması gerekir bu konuda.
MBK için ses arşivi konusu da ele alınıyor. ‘Basın yayın radyo servisi ile birlikte foto film merkezi bütün safahatı teybe alacaktır’ deniyor. Bütün safahat dediği koğuşlardan yargılama sürecine kadar… Bu maksatla Bayar, Menderes, bakanlar ve milletvekilleri kaldıkları koğuşlarda dinleniyor.
İrtibat Bürosu ayrıca Cumhuriyet gazetesi karikatüristi Ali Ulvi’ye para ile halkın gözünde DP’nin yaptıklarını küçük göstermek için karikatür çizdirtiyor. Metinler, kendileri tarafından hazır veriliyor. Ve bunların hepsi adaya giden gemilerde ve savcı tarafından mahkeme heyetine ve salondakilere gösteriliyor.Vapurlarda satılacak suyun, ekmeğin fiyatı bile belirlenmiş burada. Ekmek 25 kuruş, çay 50 kuruş. Kahve 100 kuruş. Pilav 700 kuruş.
-Her şey en ince detayına kadar düşünülmüş.
İki helikopterli bir filo da ayrılmış. Bu helikopterler 31 Aralık 1960 yılbaşı akşamı Heybeliada’ya gidiyor, hâkimleri ve savcıları alıyor, Yeşilköy’e getiriyor. Oradan Türk Hava Kuvvetleri’nin tahsis ettiği bir özel uçakla yılbaşını geçirmek üzere Ankara’ya götürüyorlar.
İşin ilginç yanı örtülü ödenek davasında Menderes’i ‘evine üzüm götürdü, şunu bunu aldı’ diye suçlu bulan hâkim ve savcıları devletin uçakları, helikopterleri ile alıp bir yerden bir yere götürecek kadar işi abartmışlar. Ondan daha kötüsü belki, duruşmalar bittikten sonra Savarona gemisi Heybeliada’ya yanaşıyor. Hâkim ve savcıları alıyor ve Marmara’da bir Boğaz turuna çıkarıyor.
Planda muhaberat konusunda Yassıada ile İrtibat Bürosu arasında irtibatın nasıl sağlanacağı da belirlenmiş. Özel hatlar kurulmuş. Deniz altından hat döşenmiş.
Başbakanlık’la direkt telsiz çevrimiçi kurulmuş. Yassıada’daki sakıt hükümet erkânının durumlarını bildirmek için adayla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Ankara arasında irtibat temin edilmiş. Nitekim Menderes’in idamının durdurulması ile ilgili Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in Ankara’dan yaptığı direkt telefon araması var. Telefona irtibat bürosundan bir binbaşı çıkıyor. Tam o anda İrtibat Bürosu Komutanı Ersun orada. Ve Cemal Gürsel’in, Menderes’in idamının durdurulması yönündeki devlet başkanı kararını bildireceği sırada, İrtibat Bürosu Komutanı -ki bütün her şeyden sorumlu- Ersun, orada olmadığını söyletiyor. Ersun ayrıca, o binbaşıya, -ismini vermek istemiyorum-, ‘Sen bu emri duymadın, bana da söylememişsin’ diyor.
-Yaşıyor mu binbaşı?
Yakın bir zamanda vefat etti. Cemal Gürsel daha sonra 1. Ordu Komutanı’nı arıyor, Ersun’a ulaşamadığı için. Bütün kararı MBK adına bu veriyor. 1. Ordu Komutanı da ‘yapabileceği hiçbir şey olmadığını’ söylüyor. Ve idam öyle gerçekleşiyor zaten.
Şimdi 14’ler olayında da enteresan bir durum var. Orhan Erkanlı, yurtdışına giderken Yassıada Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’a mektup yazma ihtiyacı hissediyor. Ve burada kendisinin bu mahkeme kurulurken Salim Başol’un mahkeme reisi olarak seçilmesinde etken olduğunu anlatıyor. Bu, şunu gösteriyor. Bu mahkemenin bir şekilde kendilerini de yargılayacağını düşünüyor.

GAZETECİLERİ DE FİŞLEMİŞLER

-Kimleri fişlemişler?
Herkesin var ama adaya duruşmaları izlemek için başvuran bütün gazetecilerin, vatandaşların, bütün hepsinin soy geçmişini araştırmışlar. Hatta kordiplomatların bile gizli tetkikinin yapılmasını kitapçıkta söylüyor. ‘Onlara sezdirilmeden kordiplomatlarla ilgili istihbarat çalışması yapılması.’ diyor.
-Yasak aslında.
Tabii. Kordiplomatların istihbarat çalışmasını nasıl yapacaksın! Şimdi gazetecilerle ilgili istihbari bilgiler… Mesela Çetin Altan, Abdi İpekçi, Vasfiye Özkoçak, haklarında ‘mahzur görülmemektedir’ deniyor. Hakkı Devrim, Yeni Sabah adına gitmiş Yassıada’ya, mahzur görülmemiş.
Mesela Mardiros Kaçunyan, Jamanak diye bir gazete çıkıyor o zaman. ‘Kaçunyan, Hınçak Komitesi’ne mensup iken mütareke yıllarında serbest olarak Bulgaristan’a gidip kaçak olarak avdet etmiş, Ermenistan’ın kalkınması için yazılar yazmış ve Ermeni cemaati işleriyle yakinen ilgilenen bir kimsedir. Mahzur görülmüştür’ diyor. Bunlar aslında, 27 Mayıs sonrasında Türkiye’de gazetecilik yapan herkesin Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri fişlendiğini, birileri hakkında birtakım kayıtlar tutulduğunu, bu kayıtların da 27 Mayıs’ta güncellendiğini gösteriyor. Ve geçmişteki bu arşiv üzerinden gazetecilerin akredite edilmesini sağlıyor. İşte akredite meselesi…
-Selahattin Selek de var listede…
Evet. Mahzur görülmemektedir. Adnan Veli Kanık, Orhan Veli’nin kardeşi. 1941 yılında Alman ve İtalyanlar lehine casusluk yaptığından dolayı 30 seneye mahkûm edilmiş. Tahliye olmuş. İşte takdirine bırakıyor. İlhan Bardakçı, ‘Mahzur görülmemiştir.’ Edip Akın, Yelpaze diye yayın var. ‘Siyasi mahiyette olmadığından duruşmaları takibinde fayda görülmemektedir’ deniyor. Çetin Emeç, ‘mahzur görülmemektedir.’ Buraya giden gazetecilerin çoğu Türk basın hayatında daha sonra çok önemli görevlere gelmiş.
Sadık Kemal Gökçeli, yani Yaşar Kemal. Mahzurlu. Sebebi de; ‘Tanınmış komünistler ile temas ettiğinden komünistliğinden şüphe edilmektedir.’
-MAH iyi çalışmış demek ki!
Aziz Nesin. ‘1941-44 yılları arasında Kars Mevki Kıtası’nda üsteğmen olarak çalışmış ve bu semtin savunma planlarının büyük bir kısmının krokilerini yapmıştır. Orduda hırsızlık yapıp mahkûm edilmiş olduğundan ihraç edilmiştir. Tanınmış bazı komünistlerle teması vardır. Solcu olarak tanınmaktadır. Mahzurlu’ diye devam ediyor.
Nizamettin Nazif Tepedelenli. 1922’den almışlar mesela. Komünist Partisi murahhas üyesi. Nizam Payzın, Faiz Turhan, Falih Rıfkı Atay, Metin Toker, Emin Karakuş’un isimleri var. Falih Rıfkı Atay, ‘52 senesinde hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği iddiası ile adliyeye verilmiştir, deniyor.
Yine enteresan bir de şey yapmışlar. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’deki, onlara göre özgürlükçü ortamdan faydalanarak kurulan partilerin fazlalığından şikâyet ederek, onla ilgili bir rapor hazırlamışlar. Partiler, kurucuları ve amaçları ve gazetelerin davranışlarını raporlamışlar. Ve basına birazcık da şikâyet mahiyetinde eleştiriler yapmışlar.

SAVCI VE HÂKİMLER MAKUL DEĞİL

Millî Birlik Komitesi İrtibat Bürosu’nun hazırladığı Ada Planı’nda MBK için bir ses arşivi oluşturulması isteniyor. Buna göre yargı safahatı dâhil bütün aşamalar yasa dışı olarak kayıt altına alınıyor. Bu şu demek, başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes olmak üzere DP’li bakan ve milletvekilleri hem kendi aralarındaki konuşmalarda hem de avukatları ve ziyaretçileri geldiğinde dinlenip kayda alınıyor.
-Neden bu yola başvuruyorlar?
Kendi aralarındaki konuşmalarda yanlışlara vurgu yapılarak oradan alınacak malzemeler iddia makamının yani savcının önüne gelecek. Savcı da buna göre yeni bir iddia hazırlayacak. Nitekim Celal Bayar ile avukatı hazırladıkları müdafaanın ruhunu kendi aralarında konuşuyorlar. Menderes de konuşuyor. Ve bu müdafaaların bütün ruhunu orada dinliyorlar. Bunun çözülüp kime gittiği belli. Nitekim Bayar’ın, avukatı ile yapmış olduğu anayasayı ihlal davasıyla ilgili savunma stratejisini iddia makamı haziran ayındaki iddiasında tersinden koyuyor.
Dinlemelerin bir amacı da kendi aralarında bir çözülme yaşanıp yaşanmayacağı. Mesela milletvekili Abdullah Aker’in Zorlu hakkında yaptığı her konuşmayı savcı mahkemede çıkarıyor. Ama burada kişisel ilişkilerden kaynaklanan bir husumet de var.
Menderes’le Bayar koğuşlarda tek. Diğerleri 4’lü, 8’li, 16’lı koğuşlarda kalıyor.
-Kimi dinliyorlar en çok?
Bayar’ı.
-Neler konuşmuş Bayar mesela?
Burada Bayar’ın yeni bir şeyler de söylediğini görüyoruz. Özellikle Atatürk dönemi ile ilgili. Şimdi mahkeme heyeti DP’lileri, yani Bayar’ı, Menderes’i mahkeme boyunca aslında tek bir suçla itham ediyor. Dikta rejimine gitmek ve diktatör olmak. Onun dışındakiler hep biraz kafa karışıklığı ile konuyu farklı mecralara çekmek, oradan da bir şey çıkar mı diye düşünmek. Mesela Bebek davasında bile dikta ve diktatörlüğü görüyorsunuz. Ve bunu destekleyecek, mantığa, akla yatan, yatmayan her şeyi kullanmışlar. Çünkü bir şey çıkmıyor. Yok.
Mesela Bayar bu dinlemelerde diyor ki, ‘1937’nin sonu 38’in başı galiba, Atatürk, Recep Peker ve Yunus Nadi eliyle cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisinin verilmesini istedi. Ben buna karşı çıktım. Eğer dikta rejimine gitmek istemiş olsam Atatürk’ün böyle bir isteğine karşı çıkmazdım. Bu Meclis’e aittir dedik.’
Tabii dikta rejimine gitmekte en önemli şeylerden biri de Tahkikat Komisyonu’nun kurulması. Köşk’te yapılan ve Ali Fuat Başgil’in de katıldığı bir toplantı var. Avukatı, Bayar’a, Başgil’le yapılan o toplantıda neler görüşüldüğünü sormuş. Bayar da anlatmış. Daha sonra Başgil, şahitliğe çağrılmış. Köşk’te yapılan bir toplantıyı, Egesel, Anayasayı İhlal Davası’nda Bayar’ın karşısına çıkarıyor.
Ondan sonra Bayar, ‘savcının benimle ilgili birtakım ithamları var. Benim bunlara cevap verebilmem için birtakım belgelere ulaşmam lazım’ diyor. Avukatı bir başka ziyaretinde belgelerin gelip gelmediğini soruyor. Göndermiyorlar yine. Avukatı diyor ki ‘Ben belgeleri gönderirim ama gözleriniz rahatsız, okumakta çok zorlanırsınız.’ İrtibat Bürosu’ndan Yassıada’da görevli biriyle yaptığım bir röportajda ‘biz dönem dönem özellikle akşamları koğuşların ışıklarını azaltırdık’ demişti.
-Menderes’le ilgili neler var?
Menderes ile de avukatını dinlemişler. Duruşmalarla ilgili konular üzerinde konuşulurken kayda alındığını, kaydın çözümlenmesinde voltaj düşüklüğü nedeniyle seslerin tam anlaşılmadığını işaret ediyor. Bazen voltaj düşüklüğünden bazen de pencereler açık olduğundan martı seslerinden konuşmalar anlaşılmıyor diyor.
-Başka neler konuşulmuş?
İnönü üzerinde çok konuşulmuş. Bu işin (darbe) arkasında İnönü’nün etkisinin çok net bir şekilde ortada olduğu fikri DP’lilerin hepsinde hâkim. Abdullah Aker, Celal Yardımcı, Hadi Hüsman, Kemal Çakın, İsmet İnönü hakkında konuşuyorlar. Yardımcı, İnönü’den ‘abdülharis’ diye bahsediyor. Aker, 1937’den sonra İnönü’nün ufkunun daraldığını ve Atatürk’ün kendisine bir iktidar teslim etmediğini ve Mareşal’in (Fevzi Çakmak) sayesinde iktidara geldiğini fakat İnönü’nün, Mareşal’e ve Atatürk’e yaptıklarını hatırlatıyor. Yine aralarında İnönü üzerinde görüşürlerken biri, ‘yaşı 70’lere geldi. Artık siyaseti bırakır.’ diyor. Yardımcı da ‘İsmet Paşa canı çıkar siyasetten çıkmaz’ diyor. Cemal Gürsel için de İsmet Paşa’nın güdümlü demokrasisinin figüranı olduğunu söylüyor. Yine Yardımcı, politika için ‘Samimi söyleyeyim, Allah düşmanımın başına vermesin. Bu memlekette politika yapılmaz.’ diyor.
Rulo No: 62 (üst) başlıklı ve 18 Mart 1961 tarihli, bayramın birinci günü, sabah notu düşülen konuşma deşifresinde de yine bu dörtlü aralarında konuşuyor. Deşifre edenin kaleminden aynen şöyle aktarılıyor bu bölüm: “Savcının ve hâkimlerin makul olmadıklarından ve nasıl olsa kendilerini mahkûm edeceklerinden çok kısa bahis ediyorlar. Hedefsiz gelişigüzel mevzulardan konuştular. Celal Yardımcı, Spor Toto’yu nasıl kabul ettirdiğini anlatıyor.”
Celal Yardımcı ile Abdullah Aker, sohbet ediyor. Yardımcı, ‘Kansız ihtilal dendi, şu dendi, bu dendi. En kansız ihtilal diye tarihe geçmek istiyorlar. En asil ihtilali bu olursa bundan ötesini siz düşünün’ diyor. Bazen de kendi aralarında davaları da değerlendiriyorlar. İzzet Akçal başsavcının İpar Davası’nda ‘şapa oturduğunu’ söylüyor.
Burada enteresan, gazeteleri takip ettiklerini görüyoruz. Yine belki açık verirler düşüncesiyle hatıra ve günlük yazmalarına da göz yumuluyor.
Samet Ağaoğlu, Hayrettin Erkmen, Mehmet Atıf Benderlioğlu, Nedim Ökmen gazete okuyor ve Cemal Gürsel’in reis-i cumhur olmasını temenni ediyorlar. Yani içerde bile İsmet Paşa’nın olaylara o kadar hâkim olduğu izlenimi ve intibaı var ki bu psikoloji ile darbeyi gerçekleştiren Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı olması onların yüreğine su serpiyor. Bu psikolojiyi anlamak çok zor.
MBK İrtibat Bürosu ordu içerisinde öyle bir istihbarat ağı kurmuş ki Devlet ve Hükümet Başkanı Cemal Gürsel’in oğlu Özdemir Gürsel bile 8 Haziran 1961’de Balıkesir ve İzmir orduevlerine yaptığı ziyarette bizzat arkadaşı tarafından İrtibat Bürosu Başkanlığı’na raporlanıyor.