23 Kasım 2012 Cuma

12 Eylül: Bugünleri de gördük... / Hüseyin Gülerce

12 Eylül yargılamasının 10. duruşmasında Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın verdiği ifadelerde dikkatimi çeken iki husus oldu.
 
Birincisi, darbeci iki eski general de başka bir âlemde yaşıyorlar. Mesela, “Biz teşebbüs etmedik, darbe yaptık. Yine olsa yine yaparız…” diyorlar. Kendilerinin yargılanamayacağını söylüyorlar. İkincisi, Kenan Evren “Hatırlamıyorum, planları ben yapmadım, 1. Ordu Komutanı Üruğ yaptı, Kurmay Başkanı Saltık uyguladı” diyor. Necdet Üruğ hayatta, 91 yaşında, şimdi onu da dinlemek şart.

Ancak bu dava ile ilgili önemli bir eksiklik var. Yargılama iki kişi üzerinden götürülüyor. Darbe öncesi ve sonrasının korkunç olayları, provokasyonları, işkenceleri ve zulümleri ikinci planda kalıyor. Hal böyle olunca da “terörden bunalan halkı o karanlık günlerden selamete çıkaran kurtarıcılardan hesap soruluyor” diyenlere malzeme veriliyor. Halbuki mahkeme heyeti çok can alıcı sorular sordu. Ülkede,  sıkıyönetim idaresi varken ve her türlü yetki Genelkurmay’da iken, suçlular neden yakalanmadı, yargılanmadı da, darbeden sonra harekete geçildi? Başka bir soru da şuydu: “Komuta kademesinde, ‘Darbeyi daha önce yapacaktık, ancak olgunlaşmasını bekledik’ şeklinde gazetelere demeçler verildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. İddianamede anlatım olarak yer verilen 16 Mart İstanbul Üniversitesi, 1 Mayıs 1977 Taksim, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarında birçok aydın, yazar, gazeteci, öğretim üyesinin katledilmesinin toplumda darbe beklentisi yarattığı iddia edildiği de dikkate alındığında, bu olaylara göz yumulması söz konusu mudur? Veya bu olayların niteliğine uygun müdahaleler yapılmış mıdır?”

Mesele, hesap sorma meselesi değil. Mesele, darbecilerin aslında nasıl acımasız, zalim ve makam düşkünü olduklarını göstermek. Darbecileri savunma adına şöyle bir stratejisi var: “Yargılanan generaller asla suçlu değildir, cumhuriyeti korumak ve kollamak için harekete geçmişlerdir. İyi niyetli insanlardır. Zaten bizim komutanlarımız öyle şeyler yaparlar mı? Türk ordusuna karşı emperyalist bir saldırı başlatılmıştır…”

Bu strateji, cuntacıları aklamak için izleri karıştırma çabasıdır. Kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetleri ile cuntacıları karıştırmamak lazım. Genelkurmay Karargâhı’nı cunta yapılanmasıyla yönlendirenlerle, orduyu kendi halkı ve kendi değerlerimiz ile karşı karşıya getirenlerle, anayasal bir kurum asli görevini yapamaz. Türk Silahlı Kuvvetleri kurum olarak başka, darbe ile yatıp kalkan içindeki cuntacılar başkadır.

Darbecilerin yaptıklarını bu topluma kimse unutturmaya kalkmamalıdır. 12 Eylül öncesi, bu ülkede Sünni-Alevi, Türk–Kürt kutuplaşmasının fitne ateşleri tutuşturulmuştur. Aralık 1978’de ilan edilen sıkıyönetime rağmen, 1979 Kasım’ına kadar (Ecevit dönemi) 995 kişi, Kasım 1979’dan 12 Eylül 1980’e kadar (Süleyman Demirel hükümeti döneminde) toplam 3.729 kişi hayatını kaybetti. Darbe şartları oluşsun diye yapıldı bu provokasyonlar… Abdi İpekçi, Gün Sazak, Nihat Erim, Kemal Türkler cinayetleri ve daha yüzlercesi, hep “kurtarıcılara” davetiye çıkarılsın diye işlendi.

12 Eylül darbesinden sonra da 650 bin kişi gözaltına alındı. 517 kişiye idam cezası verildi, 50’si asıldı. 30 bin kişi ‘sakıncalı’ olduğu gerekçesiyle işten atıldı. On binlerce kişi ülkeyi terk etti. 300 kişi şüpheli bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Bırakın darbeciler yargılansınlar. Hesaplaşma peşinde değil, adalet peşinde olduğumuzu herkes görsün….