15 Nisan 2015 Çarşamba

Asker, polis yardıma gelmez / Lale Kemal


‘Evdeki hesap her zaman çarşıya uymaz,’ misali, gerek iktidarın gerekse Saray’ın, başkanlık sistemi gibi köklü bir yönetim değişikliğine gitme hesabının tutmadığı ve hatta AKP’nin, tek başına iktidara gelme yüksek olasılığının giderek zayıfladığının işaretlerini veren gelişmeler yaşanıyor.
 
 
7 Haziran seçimlerine az bir zaman kala, bu gelişmelerin iktidar üzerindeki olumsuz etkilerinin anketlere de artık yansımakta olduğunu görüyoruz. Metropol araştırma şirketinin dünkü verilerine göre, oyları yüzde 41,7’ye gerileyen AKP, tek başına iktidar için gerekli 267’ye ulaşamıyor.

Ne ekersen onu biçersin.

Toplumun tüm kesimlerinden gelen itiraz seslerinin kulak ardı edilerek pek çok anti demokratik uygulamaları içinde barındıran İç Güvenlik Yasası’nın ısrarla yürürlüğe konmuş olması, baskıcı yöntemlerle muhalefetin susturulmasına devam edileceğinin önemli bir işaretiydi zaten.  Keza bu yasanın, valiye verdiği güçlendirilmiş yetkinin belki de ilk provası Ağrı’da yapıldı, bir bahar şenliğine bu mülki amirin talimatıyla ordunun müdahale etmesinin istenmesiyle.

Ağrı’nın Diyadin ilçesindeki şenliğin çatışmalara dönüşmüş olması, diğer yönüyle ordunun bir süredir yeniden iç siyasete çekilmek istendiği ve kendisinin de bu durumdan sanki rahatsızlık duymadığı bir sürecin devamı gibi. Bu açıdan, TSK’nın, Ağrı olaylarıyla ilgili yaptığı yazılı açıklamadaki şu beyanı dikkat çekici.;
“Bahar şenliği olarak isimlendirilen etkinlikte bölücü terör örgütünün propagandasının yapılacağı, vatandaşlarımıza seçimde destekledikleri adaylara oy vermesi konusunda baskı uygulanacağı bilgisinin alınması üzerine, kamu düzeninin sağlanması için Ağrı Valiliği’nin talimatıyla, 15 timden oluşan güvenlik gücü 10-11 Nisan gecesi bölgeye sevk edilmiş,….”

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere buram buram iç politika kokan Ağrı şenliğine, bir duyumdan hareketle birlik sevkiyatını, 17/25 Aralık olayının hemen akabinde iktidarın orduyla kurduğu fiilî ittifakın bir meyvesi olarak okursak çok mu yanılmış oluruz?

Daha birkaç hafta önce Balyoz darbe teşebbüsü davasında yeniden yargılama yapan farklı bir mahkeme, tüm sanıklara delil yetersizliğinden beraat vermedi mi?
Aynı davaya bakan önceki mahkemenin darbe teşebbüsü suçunun işlendiğine dair verdiği kararı Yargıtay onamışken, hangi mahkeme kararına güvenmek gerekecek? Son mahkeme kararı da, 17/25 Aralık ittifakının bir ürünü olarak karşımıza çıktı adeta.

Tipik bir, “al gülüm ver gülüm” hesabı.
Şimdilerde de trajikomik bir biçimde, sanki bizzat kendileri, “Orduya kumpas” diye nitelendirmemişler gibi, Balyoz’un gerçekte bir darbe teşebbüsü olduğunu söyler oldular. Başbakan Davutoğlu, geçenlerde, “Bunun kumpas olması bazı unsurların masum olduğu anlamına gelmiyor,” diyordu. Keza Danışmanı Mahçupyan, CNN’deki söyleşisinde, “1’inci Ordu’daki seminer bir darbe planıydı.” derken İnternethaber.com sitesi yazarı Avukat Cesim Parlak, 2 Nisan tarihli yazısında “Balyoz mahkemesi ‘darbe yok’ diyemedi” diye yazıyordu.

Nasıl bir trajedidir ki, 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını ortaya çıkardıktan sonra Emniyetten ihraç edilen polisler, önceki gün yeniden tutuklandılar, hapse atılan diğer üst düzey polislerin AYM’ye yaptıkları hak ihlali başvurusu ise geri çevrildi. Daha bunun gibi yüzlerce hak ihlali olaylarına tanık oluyoruz. Bu türden hukukun hiçe sayıldığı olaylar, toplum nezdinde yaralanan vicdanların artık tedavi edilemez boyutlara ulaşmasına yol açtı. 

7 Haziran seçimlerine az bir zaman kala bırakın başkanlık sistemini tek başına iktidarın bile artık cepte olmadığı bir sürece girilmiş gibi. 8 Haziran sabahı yaşanabilecek bir yenilgiyi tersine çevirmek için ola ki asker ya da polisten istenecek destek ise karşılıksız kalacaktır.