15 Nisan 2009 Çarşamba

Harp Akademileri'nde Org. Başbuğ'u dinledim / Taha Kıvanç

Harp Akademileri Komutanlığı'nın İstanbul/Maslak'taki binasından çıkarken her pazar TRT-1'de 'Politik Açılım' programında birlikte olduğumuz Milliyet'ten Derya Sazak'a, “İlker Paşa bizim programa pekâlâ sürekli katılımcı olabilir” dedim.
O da benimle aynı görüşteydi: Org. İlker Başbuğ ayrıntılı konuşmasında, üniformasız olsaydı da dinlenmeye değecek düzeyde, yüksek bir performans sergiledi.
Yıllardır herhangi bir askerî tesise ayak basmadığımı bilenler arasından bu tespitimi davet sahibine 'hulus çakmak' olarak değerlendirme budalalığına sapanlar çıkabilir. Kimseden sözünü esirgemeyen biri olduğumu hatırlatmada yarar görüyorum. Toplantı sonrasında söylemek ve yazmak zorunda kalabileceğim eleştiriler yüzünden ikircikli bir halde gitmiştim Harp Akademileri'ne; mutlu ayrıldım...
Kimleri hayal kırıklığına uğrattığını anlayasınız diye, 28 Şubat'ın öndegelen isimlerinden, “AKP kapatılsın” iddialı kitabı da bulunan eski bir yargı mensubuna “Nasıl buldunuz?” sorusunu yönelttiğimi ve mutsuzluğunu belli eden bir cevap aldığımı buraya kaydedeyim. Gelecek hafta Ankara'da yapılacak basın toplantısında söyleyeceklerinden umutluymuş...
Vali, belediye başkanı, emniyet müdürü, birkaç üniversitenin rektörü yanında eski komutanlar, eski bürokratlar, eski öğretim üyeleri, eski rektörler, eski gazeteciler de davetliydi Harp Akademileri toplantısına. Yeni akreditasyon uygulaması sebebiyle Yeni Şafak ve star gazeteleri yazarlarıyla Kanal-24 yöneticileri de yıllar sonra ilk kez salondaki yerlerini almışlardı. Radikal'in 'TSK uzmanı' bilinen yazarı Mehmet Ali Kışlalı ile ondan çok farklı düşünen bizim Ali Bayramoğlu'nu aynı salonda görmek gerçekten hoştu.
Umarım askerler de medyadaki farklı renkleri konuk etmekten mutlu olmuşlardır da, bir sonraki toplantıya hâlâ eksik renkleri de davet ederler...
Eskiden katıldığım askerî davetlerde konukların çoğu gazeteciyse “Komutan teşrif ediyor, ayağa kalkın” anlamı taşıyan bir duyuru yapılmaz, biz kendiliğimizden -önemli birine hep yapıldığı üzere- hafifçe kımıldar ve saygımızı gösterirdik. Bu defa yüksek sesle yapılan davete asker-kökenli konuklarla birlikte uyalım mı, yoksa gazeteci olduğumuzu düşünüp oturmaya devam mı edelim, bilemedik.
Dev bir salonu var Harp Akademileri'nin, 'A' ile başlayıp 'W'ya kadar devam eden... Birilerinin “Türk alfabesinde 'W' yoktur” tezi yüzünden davalık olduğu bir konuyu, askerler, herhalde aynı salonda yabancı konukları da ağırladıkları için, 'W' lehine çözmüşler bile...
Toplantıyı açan albay rütbeli komutan podyumun sağında dev bir Türkiye haritası altına kurulmuş kürsüden konuştu; Org. İlker Başbuğ ise podyumun solunda üniformalı dev bir Atatürk posteri altında. İçimden, ne bileyim, “Keşke tersi olsaydı” düşüncesi geçti.
Askerlerin hepsi üniformalıydı, bizden de takım elbise giymemiz istenmişti. Gözlerimi kalabalık arasında dolaştırıp -ikisi bu tür toplantıların gediklisi- üç gazetecinin toplantıya kravatsız geldiğini fark ettim. Gazeteci milleti sonuçta bildiğini okuyor işte.
Hürriyet'in yayın yönetmeni ortalıkta görünmedi; onun dışında basından davetli olan hemen herkes -bazısı niyetli olmadığını önceden söylediği halde- gelmişti toplantıya. Yeni Şafak benimle birlikte Yusuf Ziya Cömert, Ali Bayramoğlu ve Abdülkadir Selvi tarafından temsil edildi.
İlginç bir konuşmaydı Org. Başbuğ'un yaptığı... Kitaplar tavsiye etti. Görüşlerinin toz kaldıracak olanlarına mutlaka bir referans vermek istediği belliydi. 'Türkiye halkı' diye bir askerin ağzından çıktığına ilk kez tanık olduğumuz bir kavramın Atatürk'e ait olduğunu o sayede öğrendik.
Kuvvet komutanlıklarının kökeni Osmanlı dönemine dayandırılır, ama şimdiye kadar bir generalin ağzından Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasında süreklilik bulunduğunu akla getirecek bir cümle işittiğimi hiç hatırlamıyorum. Org. Başbuğ iki kez sürekliliğe vurgu yaptı.
Vurgunun bir başkası da şu yakınlarda ülkemizi ziyaret etmiş ABD Başkanı Barack Obama'nın TBMM'de yaptığı konuşmaya idi. Obama'nın konuşmasındaki bazı bölümlerden alınmak yerine, istenirse konunun hassasiyeti sebebiyle alınılabilecek o bölümlere olumlu vurgular yapması Org. Başbuğ'un, dikkatimi çekti.
Toplantıya davet edildiğimi haber alan bazıları “Acaba ne sorar?” merakına düşmüşlerdi. Soru-cevap faslı yoktu bu toplantının; bu sebeple soramazdım zaten. Fırsat olsaydı da elimi kaldırır mıydım, kuşkuluyum.
En son bu kadar uzun (iki saat) bir konuşmayı ne zaman dinlemiştim hatırlamıyorum; bunu gözlerimi kırpmadan izledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder