17 Nisan 2009 Cuma

Genelkurmay'ın Kürt açılımı / Mümtazer Türköne

Genelkurmay, bu toprakların geçmişine has askerî yeteneği temsil ediyorsa, İlker Başbuğ'un konuşmasının bir stratejik arkaplanı olduğunu varsaymamız gerekir. Asker, mesleği gereği savaşır.
Savaşmak için düşman lâzımdır. Düşmanla savaşırken ileri ve geri taktik hamleler yapılır. Serdedilen mülahâzalar ülkenin siyasî dokusuna ve geleceğine dair; demek ki siyasî alanda savaş yürüten ordunun –çok fazla değişim sinyali verildiğine göre- gözden geçirilmiş ve zamana uyarlanmış yeni bir stratejisi söz konusu.
Askerin siyasî tasarruflarının gerekçesi olan iki temel sorun var. Bunlardan biri hepimizin canını yakan ve uğrunda ülke olarak ağır bedeller ödediğimiz Kürt sorunu. İkincisi ise bütünüyle siyaset üzerinde vesayet aracı olarak yapay biçimde üretilmiş irtica sorunu. Asker, kendisini bu iki soruna göre konuşlandırıyor. Düşmanları ise bu iki sorunun içinden çıkartıyor. Genelkurmay Başkanı, askerin profesyonel ilgi alanı olan bu iki soruna ve karşısında yer aldığı düşmanlara dair revize edilmiş bir stratejiyi dile getirdi.
Kürt sorunu bir etnik sorun. Üniter-ulus devlet ile Kürtler arasında. Asker, bu sorun üzerinde öteden beri tekel oluşturmuş durumda. Sivil siyasî aklın bu sorunu çözmek için attığı adımları, ağırlığını koyarak engelledi. Siyasetçilerin, Kürt sorununu çözmek için ileri attıkları bir adım kendi akıllarının, geri attıkları iki adım ise askerlerin eseriydi. Kürt sorununun bugünkü hali, doğrudan askerin belirlediği politikaların eseri. 1983 yılında askerler tarafından getirilen "Kürtçe yasağı"nın, sorunun büyümesindeki etkisi, askerin oluşturduğu tekel hakkında bir fikir vermek için yeterli.
Başbuğ'un "Türkiye halkı" açılımı, bu fiilî durum yüzünden çok önemli. Demirel'in "Kürt realitesi"ni tanıması ve Başbakan Erdoğan'ın "Kürt sorunu"nu kabul etmesi ile karşılaştırıldığında bu açılım sonuç getirme şansına sahip. Çünkü sahibi asker olduğu için, askerden muhalefet gelmesi ihtimali yok. Başbuğ'un konuşması ile asker, Kürt sorununa yönelik stratejisini köklü bir şekilde değiştirdiğini anlatıyor. Bu köklü değişim, sorunun askerî tedbirlerle çözümü yerine, siyasî araçların egemen olması anlamına geliyor. Başbuğ, "üniter-ulus devlet"in ulusunu yeniden tanımlamaya girişti. Değişim "ulus" tanımında. Şimdilik "ulus", "Türkiye halkı" olarak tanımlanabilecek. Bu tanım bizi, toprak esasına dayalı bir milliyetçilik anlayışına götürür. Aynı zamanda, hukukun koruduğu vatandaşlık esasına dayalı bir millet tanımı ortaya çıkartır. Mantık olarak Kürtlerin de kendilerini eşit ve onurlu vatandaşlar olarak içinde bulabilecekleri başka bir tanım yapılamaz.
"Bu ulus-devlet yapısının ortak değeri ne olacaktır?" sorusunu, Başbuğ kendisi soruyor. Başbuğ'un "Türk" sıfatı üzerindeki vurgusunun pratik bir değeri yok. "Bu ulus devlet yapısının ortak değeri" artık ortak çıkarlar ve hukuk olacaktır. "Vatandaşlığa dayalı milliyetçilik" yerine doğrudan "vatanseverlik" tabirinin kullanılması gerekir. Vatanseverlik, ulus devletin dayandığı referansı o toplumun içinden alıp üzerinde yaşanılan toprağa aktarır.
Başbuğ'un "Kürt kimliği" üzerine giriştiği spekülasyonların tamamı, "Kürt sorunu"nun vatandaşlık esasında çözülmesine yönelik. Üst-kimlik alt-kimlik ayırımı, "kültürel kimlik" vurgusu sınırları kolay çizilecek ayırımlar değil.
Önemli olan sonuç ise şu: Asker, siyasî çözüm alanı üzerindeki ipoteğini kaldırmış görünüyor. Bu sonuç, tam anlamıyla Kürt sorunu konusunda askerin stratejik geri çekilmesini ifade ediyor.
"Sanal düşman" yani "irtica tehdidi" konusunda ise geri çekilme değil, strateji değişikliği söz konusu. Asker, siyasî alandaki pozisyonunu muhafaza etmek için "cemaatleri" düşman ilan ediyor. Bu yeni düşman tanımının, bir "sanal düşman" tanımı olduğuna dikkat etmeliyiz. Siyasal alandaki vesayet, bu düşman tanımı ile sürdürülecek. Bakalım bu sanal kavga için ülke olarak hangi bedelleri ödeyeceğiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder