7 Haziran 2016 Salı

Hedef, en az 400 bin kişiyi gözaltına aldırmak! /// SEDAT LAÇİNER

2014’den bugüne 4 binden fazla kişi gözaltına alınmış… Bunlardan bine yakını tutuklanmış…

Operasyonlar durmuyor, yavaşlamıyor, katlanarak büyüyor. Sadece geçtiğimiz bir ayda bine yakın gözaltı olmuş, 200’e yakın kişi tutuklanmış…

Haziran ayının bilançosunun daha büyük olması bekleniyor. Ramazan olmasına rağmen gözaltı ve tutuklamalar hızlanacak…

Bu rakamlara açığa alınan, sürülen, görevden alınan, kamu kurumlarında soruşturması süren ve benzeri süreçlerden geçen kurbanlar dahi değil. Bunları da eklerseniz Erdoğan’ın ‘cadı avı’ olarak nitelendirdiği FETÖ operasyonlarında on binlerce kişinin soruşturma ve yargılamadan geçtiğini söyleyebiliriz!

Peki, tüm bu operasyonları AK Parti mi yapıyor?

Elbette hayır!

AK Parti’nin böyle bir kini ve kapasitesi mevcut değil. Bunu Erdoğan da biliyor. Belki de bu nedenle, Erdoğan, Gülen Cemaati’ni bitirme işini Parti dışından bir gruba verdi.

Bu grup bana göre Derin Devlet’in sözde sol kanadı.

Biliyorsunuz Susurluk’ta sağ kanat tartışmasız bir şekilde ortaya çıkmıştı. İşte bugün karşımızda derin yapının sol kanadı var ve bu kanat seçilmiş Hükümet ile stratejik bir ortaklığa girdi. Onlar Erdoğan için Cemaat’i temizleyecekler, başkanlığın yolunu açacaklar; Erdoğan da onlara istedikleri mevkileri verecek, istedikleri politikaları izleyecek....

Anlaşma neticesinde Ulusalcı-devletçi-sol kanat devlette hayal dahi edemeyeceği yerlere geldi.


Polisin en kritik noktaları da onlara teslime dildi.

Şu anda her istediklerini yapabiliyorlar. Bunlarda, AK Partililerde az rastlanabilecek bir kin ve kızgınlık da olduğundan operasyonlar çok sert geçiyor. İşlerini yaparken adeta keyif alıyorlar, intikam alırcasına bir haz duyuyorlar…

Dikkat ederseniz pek çok operasyon sahur vaktinde, iftar vaktinde, çocukların gözü önünde, Kadir Gecesi’nde vs. yapılıyor. Tutukluların namaz kılmaları, oruç tutmaları zorlaştırılıyor. Kuranı Kerim, hadis kitapları ve diğer dini kitaplara yasak yayın muamelesi yapılıyor, evlerdeki aramalarda tespih ve takkelere dahi el konuluyor. Zekat vermek, kurban kesmek, hatta sadaka vermek bile suç sayılabiliyor…

Bunun nedeni, nüfusun yüzde birinin bile desteğine sahip olmayan bu grubun muhafazakâr cemaatlere duydukları kızgınlık. Zaten onlara bırakılsa operasyonlar sadece Gülen cemaati ile sınırlı kalmayacak, halka, adım adım diğer cemaatleri de kapsayacak şekilde genişleyecek.

Yaşananları gözlemleyen gazeteci-yazar Ruşen Çakır geçen hafta diyor ki “Gülen cemaatine yapılan hiç kimseye yapılmadı. 28 Şubat’ta bugün yapılanların dörtte biri bile yapılmamıştı ”.

Çakır’a göre Hükümet, Cemaat’e karşı mücadelesinde fazlaca müttefik bulamıyor, hatta Erdoğan dışında AK Parti içinde bile bu konuda onun kadar konuyu sahiplenen kimse de yok.

Ruşen Çakır, partililerin bu konuyu neden Erdoğan kadar sahiplenmediklerini açıklamıyor ama Erdoğan’ın kin ve kızgınlığının nedenini 17/25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’na bağlıyor. Ruşen Çakır’a göre Erdoğan, Cemaat’in kökünü kazıyarak kendisini ve ailesini korumuş oluyor, bu nedenle operasyonlar AK Parti cenahında Erdoğan’ın kişisel sorunu gibi kalıyor, hep onun ittirmesiyle gidiyor.

Ancak operasyonları yürüten, Ulusalcı grup için durum hiç de öyle değil. Onlar Erdoğan’ın Cemaat’i bitirme istekliliğinden memnun olsalar da daha fazla hızlanmak istiyorlar, tutuklama ve soruşturmaları yeterli bulmuyorlar. Hatta zamanın daraldığını, muhafazakâr kesimin her an sessizliğini bozup operasyonları durdurabileceği korkusunu yaşıyorlar. Bu nedenle hızlanmak istiyorlar. Bunun sonucu olarak bu ramazan ayı boyunca tutuklama ve gözaltların sayısında patlama yaşanabilir.

Ayrıca Ulusalcı grup, mahkemelerden daha hızlı sonuç alınmasını istiyor. En azından bir mahkemeden FETÖ diye bir terör örgütünün varlığını teyit eden karar aldırabilseler diğer mahkemelerin de bunu takip edeceğinden eminler. MGK ve Bakanlar Kurulu’nda alınan kararlar onları çok rahatlattı, ancak hukuk açısından bakıldığında Yürütme’nin alacağı bu tür kararlar mahkemelerin işini kolaylaştırmıyor, tam aksine alınacak mahkeme kararlarına gölge düşürüyor. MGK ve Bakanlar Kurulu’nun mahkemelerden önce aldığı siyasi karar, hâkim ve savcıları baskı altına alıyor, mahkemelerin bağımsızlığını sözde hale getiriyor.

Peki, bu operasyonlar ve davalar ne zaman bitecek. Erdoğan’a ve birlikte hareket ettiği Perinçekçilere kalırsa hiçbir zaman bitmeyecek, bin yıl sürecek.

Cemaate biraz sempatisi olan, hatta hakkında şüphe olan kişilerin bile evleri basılacak, mallarına el konulacak, şirketleri kayyım yoluyla zor durumda bırakılacak, ülke dışına göçe zorlanacaklar, hatta şartlar değişirse işkence ve kötü muamele daha da artacak.

Başta söylediğimiz gibi şu ana kadar on binlerce insan bu baskıyı yaşadı, yaşamaya devam ediyor… Ancak benim edindiğim izlenim operasyonun harekat beyni konumundaki Ulusalcılar, en az 400 bin kişiyi polis merkezlerinden ve mahkemelerden geçirtmek istiyorlar.

Eğer karşılarına bir engel çıkmazsa, Erdoğan’ın devletteki hâkimiyeti güçlenmeye devam eder ise, yakalanan kişileri artık spor salonları almayacak ve stadyumlar bu amaç için kullanılacak… Bir anlamda BALYOZ ve KAFES planları uygulanacakyani… Bir farkla, artık bu planları uygulamak için askeri darbe gerek olmadığından, uygulama sivil ellerle, yani AK Parti’nin üzerinden gerçekleştirilecek.

400 bin rakamı Aydınlık gazetesinin Nisan ayında yayınladığı bir haberde de kullanıldı. Habere göre Cemaat, 400 bin taraftarını devlete yerleştirmiş, 40 binkişiyi ise kritik görevlere atamış.

Peki, 400 bin kişi hapsedildiğinde, gözaltına alındığında, mallarına el konulduğunda, yani sindirildiğinde operasyonlar bitecek mi?

Hayır, bitmeyecek!

Bundan sonra diğer cemaatler ve dini gruplara, diğer muhafazakâr gruplara geçilecek. Tabii o aşamaya kadar ortada başka bir cemaat veya dini grup kalır ise.

Bu planları yapanların tahminine göre, Cemaat ibreti âlem olacak şekilde acımasızca ezilebilirse, diğer gruplar başlarına gelecekleri görecek ve zaten kendiliğinden siyasi-toplumsal iddialarından vazgeçip dağılacaklar.

İşin aslına bakacak olur isek diğer cemaatlere bu gidişle operasyon yapmaya zaten gerek kalmayacak. Çünkü tamamına yakını pasifiye edilmiş durumda. Bu gruplar, iktidarın maddi imkânları ile adeta sarhoş vaziyetteler. Bu zevk hissi azaldıkça etkisizleştirildiklerini anlayacaklar, ancak artık çok geç olmuş olacak.

ASIL HEDEF DEMOKRASİYİ BİTİRMEK

Derin Devlet’in gerek sol kanadı, gerekse sağ kanadı nihai hedeflerini gizlemek içindevletçi ve milliyetçi görünüyor. Kitlelerin bölünme ve anarşi korkusu ellerindeki en güçlü araçlar arasında. Erdoğan’ın Cemaat’e olan kişisel nefreti onlara bulunmaz bir araç daha verdi.

İlk bakışta hedef dini ve muhafazakâr kesimler gibi görünse de o iş o kadar basit değil. Derin Devlet için dindar veya laik fark etmiyor. Sorun, oy veren kitlelerin kontrolü ve mevcut devlet anlayışının muhafazası. Yani ortada gerçek anlamda bir sağ veya sol yok. İki uç aynı ideolojiye ve aynı hedeflere sahip: Devlete sahip olmak ve onu olduğu gibi korumak.

Dolayısıyla, halkın ‘istenmeyen talepleri’ kontrol edilebildiği sürece sorun kalmıyor. Bu manada esas hedefin demokrasiyi askıya almak olduğunu söyleyebiliriz.

Derin Devlet’in bir diğer hedefi ise Türkiye’yi Avrupa Birliği yolundan saptırabilmek. Çünkü AB standartları Türkiye Cumhuriyeti’nin kodlarını değiştirebilecek en önemli etken. Eğer Türkiye AB’ye yaklaşırsa, şu ana kadar geçerli olan devlet anlayışını yaşatabilmek imkânsız. Çünkü AB standartları, demokratik-hukuk devletini büyük oranda garanti ediyor. Bu ise bizdeki Derin Devlet’in oksijensiz kalması anlamına geliyor.

İki koldan ilerleyen Derin Devlet, Güneydoğu/Kürt politikalarını 1990’lara geri döndürmeyi başardı…

Avrupa Birliği ve dış dünya ile ilişkilerde de ‘dört tarafımız düşman’ moduna geri döndük. Türkiye artık içe kapanıyor, dünyadan izole ediliyor…

1970’lerde gözlemlediğimiz kutuplaştırma politikası da ufak tefek revizyonlarla yine sahnede.

Anlayacağınız ekonomiden kültürel hayata yaşamın her alanında eski Türkiye yeniden ve yeniden inşa ediliyor. İster seçilmiş, ister bürokrat devletin muktedirleri yine değişmiyor.

ARAFTA KALANLARA NE OLACAK?

Süreç herkesin gözüne soka soka ilerliyor; Ortada hiçbir delil yokken insanlar tutuklanıyor, köşe yazıları sözde suça kanıt sayılıyor, hâkimler ‘kanıta ne gerek var, her şey zaten ortada’ türünden garip kararlar alıyor ve herkes susuyor. Çünkü herkes biliyor ki yargı bağımsız değil, ağır baskı altında.

Bu ortamda en kötüsü yaşananları kabul etmeyen aydın ve yazarların durumu.

Olan bitene birazcık itiraz eden herkes önce paralel ilan ediliyor, ardından hain, en nihayetinde terörist. Can Dündar ve Erdem Gül örneği bunun en çarpıcı kanıtı…

İsterseniz en azılı komünist olun, hatta Tanrı tanımaz radikal bir ateist olun, isterseniz AK Parti’nin kurucularında olun, hiç fark etmiyor. ‘Paralel’ yakıştırması herkese kolayca yapıştırılıyor ve kimsecikler de buna ses çıkartamıyor.

Sayıları on binden fazla denilen trol ekipleri sizi gözüne kestirdiyse, hiç şansınız kalmıyor. Birkaç hafta içinde hakkınızda o kadar çok ‘bu adam paralel’ yorumu çıkıyor ki bir süre sonra siz bile kendinizden şüphelenmeye başlıyorsunuz.

Troller kamuoyuna şüphe tohumunu yerleştirdikten sonra trol-gazete ve televizyonlar devreye giriyor ve avlarını dişlerinin arasında param parça ediyorlar. Bu maksatla kurulmuş yerel-ulusal internet siteleri bile var.

Çıkan haberleri altta bir ekip hızlıca BİMER’e, CİMER’e ve savcılıklara ‘mağdur-müşteki’ görüntüsü altında ihbar olarak gönderiyor. Kurbanın paralel olduğu söylenip, dilekçenin devamına akıllara seza ithamlar ekleniyor. Savcılar, bu suç duyurusunu anında işleme alıyor ve böylece hakkınızda birden fazla soruşturma başlamış oluyor.

Devlet memuruysanız o zaman tam yandınız demektir. Attığınız, hatta paylaştığınız bir twitter veya facebook mesajı sizi terörist yapmak için yeterli olabiliyor.

Bir kere mahkemeye düştükten sonra ise artık işiniz tamam demektir.

Başka bir deyişle, hedeflenen belki 400 bin kişinin gözaltına alınması, tutuklanması ve yargılanması, ancak gerçekte sindirilen insan sayısı 80 milyon. Korku hızlı yayılan bir mikrop gibi, hızla tüm Türkiye’yi sarıyor…