Temmuz ayı sonunda başlayan ve şu an neredeyse birinci yılını dolduracak olan çatışmalar halen devam etmekte. İlk dalgada Cizre-İdil-Sur-Silopi’de büyük oranda ilçe merkezlerinin sokaklarında hendek-barikatlar çevresinde yaşanan çatışmalar, 2’nci dalgada Nusaybin-Yüksekova-Şırnak merkezlerinde binaların içlerinde ve daha yıkıcı şekilde yaşanmaya başladı. Özellikle Nisan-Mayıs döneminde Nusaybin’de yaşananlar kent çatışmalarının yıkıcı etkisini net biçimde gözler önüne serdi. Nusaybin’de Mayıs ayı sonunda PKK’nın dağ kadrolarının Rojava’ya çekilmesi ve çoğu çocuk YPS militanlarının teslim olması ile Nusaybin’deki şiddet dalgası inişe geçse de diğer yerlerde çatışmalar hala devam ediyor. Özellikle Van merkezli Serhat bölgesinde (kuzey aksı) çatışmaların sıcaklığı artıyor. Yaz ayları yaklaştıkça çatışmalar kentlerden tekrar kırsala kayma eğiliminde. Kent çatışmalarında en ağır bedeli çatışma bölgelerindeki sivil halk ödemiş görünüyor. Çatışmalardan doğrudan etkilenen sivil sayısı 1.3 milyon, çatışmalar nedeniyle tam 1 yıl kaybeden ilk ve ortaöğretim öğrenci sayısı yaklaşık 300 bindir. Çatışmaların yarattığı sosyoekonomik yıkımın etkileri bölgede her yerde hala hissedilmekte.
Şu an çatışma bölgedeki vatandaşlar niçin başladığını tam olarak anlamlandıramadıkları çatışmaların bir an önce bitmesini istiyor. Çatışmalardan ve çatışmaların yarattığı sosyoekonomik yıkımdan en çok etkilenen ve en çok bedel ödeyen bölge halkının hem Ankara’ya hem de PKK’ya mesafeli duruşu Ankara tarafından da PKK tarafından da yanlış okunmakta. Ankara çatışmaların bir an önce bitmesini isteyen ancak çatışmaları devam ettirdiği için de kendisine için için kızan bu kitlenin PKK’ya olan mesafeli duruşunu otomatik bir tutumla ‘PKK’ya mesafeliler. O zaman demek ki beni destekliyorlar’ şeklinde okuyor. PKK da çatışmalar nedeni ile aynı zamanda Ankara’ya da mesafeli olan bu duruşu aynı şekilde otomatik bir tutumla ‘Ankara’ya mesafeliler. O zaman güçlü olduğumu göstererek onları kazanabilirim’ şeklinde okuyor. Aslında çatışmalardan etkilenen yüzbinlerce Kürdün asıl ötekisi ne Ankara ne de PKK. Çatışmanın bizatihi kendisi. İşte hem Ankara hem de PKK çatışmanın ilişkisel bir kavram olduğu ve aslında bölgedeki vatandaşların büyük çoğunluğunun hem Ankara’ya hem de PKK’ya kızdığını göremiyorlar. Ankara ve PKK çatışmayla öylesine meşgul ki asıl zaferin hasmı yok ettiğinde veya diz çöktürdüğünde değil de bölgedeki vatandaşın kalbini ve beynini kazandığında geleceğinin farkında bile değil. Bakalım çatışma bölgelerinde Ankara’nın ‘İtaat et!’ ile PKK’nın ‘İsyan et!’ kapanlarına sıkışmak istemeyen ve bu kapanları aşma çabasında olan yüzbinlerce Kürdün kalplerine ve beyinlerine siyaseten ilk önce kim konuşacak?
Mevcut halin askeri bir tanımlaması
Her ne kadar Ankara’daki siyasi karar alıcılar çatışmalardan kotaracakları bir başarı hikayesine yani bir ‘askeri zafere’ iç siyasi tüketim için ihtiyaç duysa da çatışmaların hızla ‘karşılıklı bir askeri denge’ haline doğru evrildiği görülüyor. Yani önümüzdeki dönemde çatışmalarda bizi bekleyen şey askeri anlamda bir YENİŞEMEME halidir. Ben zaten en başından beri çatışmaların ‘yenme/yenilme’, ‘zafer/mağlubiyet’ şeklinde kodlanmaması gerektiğini sürekli vurguluyorum. Yani ne PKK’nın mağlubiyeti Ankara’nın zaferi ne de Ankara’nın yıpratılması PKK’nın onu yenmesi anlamına geliyor. Ne güvenlik güçleri PKK’ya katılımların tavan yaptığı bu yeni dönemde Suriye kuzeyine müdahale imkanı olmadığı için PKK’yı bitirecekmiş, ne de PKK ulaştığı askeri teknoloji ve yeni kazandığı/kazanmakta olduğu yetenekler (silahlı İHA, keşif/gözlem uçakları, lazer güdümlü mühimmat vb.) nedeniyle güvenlik güçlerini, özellikle TSK’yı yenecekmiş gibi görünüyor.Ben çatışmaların evrildiği bu yeni hali ‘UZUN SÜRELİ VE YIKICI BİR ASKERİ DENGE’ hali olarak tanımlıyorum. Bu yıkıcı askeri dengenin hem Ankara hem de PKK için mevcut şiddet düzeyinde ve tempoda sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. O halde ya çatışmalar uzun süreli ancak daha düşük yoğunluklu çatışma haline ya da siyasi bir sürece dönüşecektir. Bu şekliyle bu hal her iki taraf için de sürdürülebilir değil. PKK ile mücadelede başarı kriterinin ‘etkisiz hale getirilen terörist’ sayısı olmadığını, örgüte katılımların azaltılması olduğunu sürekli söylüyoruz. Hani o ortaokul yıllarında çözdüğümüz havuz problemleri misali havuzu dolduran muslukları kapatamadıktan sonra siz istediğiniz kadar aşağıdaki tahliye borusunu geniş tutun sonuç değişmez. Sadece suyu daha ‘teknolojik’ boşaltmış olursunuz. Şu an Ankara tam da bunu yapıyor: suyu daha teknolojik boşaltıyor. Ama bu teknolojik boşaltım mekanizmasının yukarıda havuzu dolduran musluklara gelen suyun da kaynağı olduğunu görmek gerekiyor. Paradoksal şekilde biz havuzu teknolojik boşalttıkça tahliye mekanizmamızın yarattığı yıkım yukarıda havuzu dolduran musluklara su kaynağı sağlıyor. Bu devri daim de daha uzun yıllar havuzu besler.
Tespitler
- Çatışma bölgelerindeki sivil Kürt halkının büyük çoğunluğunun kent çatışmalarını desteklemediği, PKK’nın kentlerde beklediği direnişi bulamadığı ortada. Halk, hendeklerin ve barikatların arkasında durmadı, silahlı özyönetim ilanlarına ilgi göstermedi. Bunun hem ekonomik (orta sınıflaşmanın ve bunun tüketim toplumu haline gelen Kürt toplumunda militanlaşmayı engellemesi), hem hukuki (Temmuz 2015’den bu yana uygulanan sert hukuki tedbirler), hem de askeri (Ankara’nın kent merkezlerinde PKK’nın beklemediği düzeyde askeri güç uygulaması) gibi nedenleri var. Ancak PKK’nın çatışmacı tutumda beklediği desteği bulamamasının asıl belirleyici nedeni siyasi. Çünkü çözüm sürecini gören ve nimetlerini yaşayan halkın büyük çoğunluğu artık çatışmalardan başka bir yol da olabileceğini, çatışma ile sonuca ulaşmanın tek yol olmadığını gördü.
- Güneydoğuda sokağın ortalama aklı, kent çatışmaları sonrasında tekrar masaya dönüleceğini öngörüyor ve bu çerçevede meşru bir soru soruyor: “Madem yeniden masaya dönülmesinden başka yol yok, o halde bu kadar yıkım niye?” Çünkü halk ortada Parlamento, belediyeler, medya ağı, STK ağları gibi kurumsal yapılar ve araçlar varken bunca yıkıma ve gündelik hayatı askıya almaya yol açan tercihin (ki bu hem Ankara’nın hem de PKK’nın tercihi) halkın çoğunluğunun nezdinde kabul görmüyor. Halk çözüm sürecinde bu işlerin ‘çatışmasızlık’la da yapılabileceğini gördü ve haklı olarak çatışmayı ve silahlı şiddeti meşru bir irade dayatma ve hak arama aracı olarak görmemeye başladı. Çünkü bu çatışmanın yıkıcı etkisini bizzat yaşadığı mahallede, sokakta ve evinde gördü.
- Bölgeki vatandaşların genelinde ‘Çözüm sürecini Ankara’nın bitirdiğine’ ancak ‘ çatışmaların PKK tarafından başlatıldığına’ dair yaygın bir kanaat gözlenmekte.
- Bölgedeki vatandaşlar büyük oranda hendek-barikat stratejisinin yanlış olduğunu ifade etmekte. Çatışmalar esnasında HDP’nin tüm çağrılarına rağmen protestoların kitlesel eylemlere dönüşmemesi bunun bir göstergesi olarak ifade edilebilir. Hendek-Barikat’la yaşanan çatışmalı sürecin bölgedeki Kürtlerin siyasal tercihlerine nasıl yansıdığı ise henüz ortada güvenilir bir anket çalışması olmadığı için bilemiyoruz.
- Bölge halkının ezici çoğunluğu çatışmaların kentlere taşınmasını büyük bir hata olarak görmekte. Tam da bu nedenle halkın büyük çoğunluğunda çatışmalardan öncelikle sivillerin zarar gördüğüne yönelik kesin bir inanç olduğu gözleniyor.
- Yine çatışmaların önemli bir sonucu da ‘Öz yönetim’ başta olmak üzere Kürt siyasetinin önerdiği pek çok kavram ve siyasi modeli hendek-barikat ile kirletilmesi. Artık Kürt siyasetinin önereceği bütün kavram ve modeller hendek-barikat tartışmalarının gölgesi altında kalacak, bu nedenle de artık güvenlikleştirilen bu alandaki tartışmalar sağlık zeminde yürütülemeyecek. Yani hendek-barikatın yarattığı siyasi yıkım çatışmaları siyasetle aşma konusundaki istek ve inancı çok zayıflattı. Sivil siyasetin/sözün zayıflaması da benim ‘yıkıcı askeri dengeye doğru gidiyoruz’ tezimi doğrulayan bir gösterge.
- Çatışmalar nedeniyle yıkılan bölgelerdeki kentsel dönüşüm süreci hayati öneme haiz. Ankara çatışma sonrası yeniden inşada mağdur olan halkla karşı karşıyadır. Özellikle kentsel dönüşümde çatışma alanlarında yaşayan siviller mağdur edilir ve şayet aynen İstanbul’da Roman vatandaşların şehir dışına atıldığı Tarlabaşı/Sulukule tarzı bir toprağı ranta çevirme, lüks dönüşümle eski yaşayanları şehir dışındaki TOKİ konutlarına atma tarzı bir yöntem benimsenirse bu halk arasında büyük bir tepki ve öfkeye neden olur.
- Çatışmalar diğer yandan bölge halkında özellikle meclise duyulan güveni büyük oranda azaltmıştır. Halkın büyük çoğunluğu Ankara’da meclis çatısı altında çatışmaların durmasına yönelik gereğinden çok daha az çaba sarf edildiğini düşünmekte.
Siyasetin cevaplaması gereken zor sorular
Sahada 22 yaşındaki uzman çavuş Mehmet ile 23 yaşındaki polis özel harekât Mustafa bir tarafta, 14 yaşındaki Çekdar ile 15 yaşındaki Baran diğer tarafta silahlı mücadele olanca hızıyla sürüyor. Ama ben uzman Mehmet’in, polis Mustafa’nın, Çekdar’ın ve Baran’ın cevap veremeyeceği şu soruları onların adına muhataplarına yöneltmek isterim. Bu soruların cevaplarına kafa yormak istemeyen ‘kan bezirganlarına’ pek diyeceğim yok ama insaflı olan zihinlerde soruların anlam bulacağına inancım tam.- Gelecekte bu coğrafyada etnik ve siyasi uyanmış Kürt ile Sünni-Hanefi Türk ORTAK mı yoksa HASIM mı olacaktır? Kürt siyaseti ortaklaşma (bir araya gelme-diyalog ve işbirliğinin kurumsal hale gelmesi) veya hasımlaşma (ötekileştirme-düşmanlaştırma-şeytanlaştırma) süreçlerinden hangisini uygulamaktan yana tercihini kullanacaktır?
-PKK’nın ‘etnik siyasi öfkeyi’ kendi varlığının devamı açısından zinde tutmak istemesi normaldir. Ancak PKK acaba niçin aynı anda Rojava’da silahlı, Türkiye’de silahsız ve siyasi bir mücadele kıvamını tutturamamıştır? Bu acaba Kürt siyaseti içinde bir sivil-asker ilişkileri sorununa işaret eder mi?
- PKK Rojava pratiğinin gençlere dayattığı ‘Kürt’ tipinin Öcalan’ın geleneksel Kürt tipinden daha cezbedici hale geldiğinin farkında mıdır?
- PKK’nın Temmuz ayından bu yana devam eden kent çatışmalarına girmeden önce halkın çoğunluğunun buna destek vermeyeceğini görmesi gerekiyordu. Acaba PKK’nın yaşadığı bu siyasal miyopinin ve stratejik renk körlüğünün nedenleri neler olabilir? Örneğin PKK Gezi sürecine baksa ‘Alevi Kürdün’ bu süreçte sokakta olduğunu, ancak muhafazakar Kürdün Gezi’yi ‘hükümete komplo’ olarak görüp evlerinde oturduğunu görürdü. PKK Gezi’nin sosyolojisini iyi analiz etse belki de hendek-barikat dayatması hatasına düşmezdi. Acaba o zaman PKK bir güç zehirlenmesi yaşadı da acaba insan faktörünü mü ıskaladı?
- Acaba Ankara’nın bir yandan etnik ve siyasal uyanmış Kürtleri güvenlik güçleri ile ‘dövme’, diğer yandan STK’lar ile camiye çağırma stratejisi ne kadar başarılı olur?
-PKK giderek güçlenmekte olan Rojava ilhamlı küresel Kürt milliyetçiliğinin önünde engel mi yoksa destekçisi mi? PKK bu yeni milliyetçilik ‘ruhunu’ daha ne kadar yönetebilir?
-Güneydoğu’da Kürt PKK’dan korkuyor ve PKK’sız bir dünya düşünemiyor. PKK’nın yarattığı bu sıkışmışlık hissi Kürdü ‘ezik’ yapmıyor mu? PKK bu tutumla Kürdün ‘onur ve haysiyetini’ kırmıyor mu? Ezik domatesten salça olur ama ezik insandan ne olur? PKK Kürt bireyle karşılıklı saygıya dayalı ve hiyerarşik olmayan bir ilişki modeline yönelebilir mi? Cevap ‘Evet’se nasıl?
- PKK’nın 2030’ların coğrafyasında halklara sunacağı ortak gelecek modeli nedir? Bu modelin temel karakteristikleri neler olabilir?
-Kürt hareketi içinde son dönemde ‘Kim- nereye gelecek?’ kavgası ‘Prensip-proje’ kavgasının önüne geçiyor. Kürt hareketi içindeki bu kişiselleşmiş siyaset anlayışı prensip-proje-kurum odaklı bir bakış açısı ile nasıl revize edilebilir?
-Siyaset özetle a. Para b. Güç c. İnsan için yapılır.. Acaba Kürt hareketi içindeki siyasette bunlardan hangisi ön plana çıkıyor ve niçin?
- Son çatışmaların algı ve kanaatlere etkisi konusunda sahada bir memnuniyet anketi yapılıyor mu? Bu ankette özellikle acaba ‘korku’, ‘umut’, ‘öfke’ ve ‘huzur’ durumlarından hangisi baskın?
Sonuç
Çatışmaların yarattığı umutsuzluk zaten hayatı dikiz aynasından algılayan Kürt toplumunu ‘an’a daha da yapıştırmaktadır. ‘İtaat et-İsyan Et’ kapanına sıkışmadan çatışmaları aşmaya çalışan toplumun yüzünü döndüğü tek yer olan sivil toplumdaki ve STK’lardaki çürüme mevcut karamsar havayı daha da arttırmaktadır.
Çatışmadan, kutuplaşmadan ve gerginlikten beslenen toksik siyaset her açıdan toplumun ve isteklerini karşılayamamakta. Tam da bu nedenle çatışmaların devam ettiği ve güvenlikçi yaklaşımların öne çıktığı, eli silahlıların ağırlıklarının arttığı bu dönemlerde sivil inisiyatiflere olan ihtiyaç çok artmakta. Tam da burada Türkiye’de siyasi ve entelektüel bir seferberliğe ihtiyaç duyuluyor. Çünkü bu iş sahada 22 yaşındaki Mehmet’in, 22 yaşındaki Mustafa’nın, 14’lük Çekdar’ın ve 15’lik Baran’ın omuzlarına bırakılmayacak kadar önemli...Tabii aklı ve vicdanı hala memleket hayrına çalışanlar ve memleketin ‘mutlu ve huzurlu’ geleceğine kafa yoranlar için....