Terörün tırmanmasını iktidarın Suriye politikasında aramak yanlış.
Defalarca yazdığımız bir gerçeğin altını çizecek olursak, Türkiye ve Irak gibi, Suriye'nin parçalanması da çok önceye dayalı planların eseri ve terör bunun için var. Meselâ, Ralph Schoenman, Türkçesi Siyonizm'in Gizli Tarihi adıyla 1992'de yayınlanan kitabında Israel Shahak'ın The Zionist Plan for the Middle East adlı eserine atfen, İsrail'in Suriye ile ilgili planını yazar: Suriye, etnik ve dinî yapısına uygun olarak, Şiî-Alevî bir devlet, birbirine düşman iki Sünnî devlet, bir Dürzî devlet şeklinde bölünecektir. "Bu yapı, güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef, ulaşabileceğimiz kadar yakındır."
Anglo-Saxon-İsrail ittifakı, bir dünya gücü olmanın gerektirdiği kısa, orta ve uzun vadeli planlar üzerinde iç ve dış politika takip ederken, Türk Dışişleri'nin Sayın Davutoğlu'na kadar dışa dönük ciddî bir dış politikası olmadı. Davutoğlu'nun "Komşularla Sıfır Problem" politikası ise aynı şeyleri "Ortadoğu"da prestijimizin en yüksek (gibi) olduğu zaman da yazdığım için rahatlıkla tekrar edeceğim, güzel bir idealdi ama, Türkiye'nin içini de, bölgeyi de gerektiği ölçüde tanıma ve realiteler üzerine oturmuyordu. Türkiye, nihayet Esed'e karşı çıkıp, gitmesini istemekle hata yapmadı. Çünkü Esed, gidecekti, gitmeliydi. Türkiye, ta baştan bölge yönetimlerine, özellikle Esed'e, Baas idaresine güvenmek, İran'ı hem "İran ulus devleti", hem de Şiîlik açısından tanıyamamak; bu arada, Anglo-Saxon-İsrail ittifakının planlarını gerektiği derecede dikkate alamamak, ayrıca, ülke olarak gücümüzü ve tesirimizi fazla abartmak, bizzat Türkiye içinden gelebilecek çelmeleri hesap edememek, çelmeler gelince kabullenememek, hattâ çelme atanların üzerine gidilmesinin önünü kapamakla hata yaptı. Türkiye, çok geç olarak Esed'e karşı tavır alırken, İran da, Türkiye ile Esed'in gitmesini sağlayıp, Suriye'nin bütünlüğünü koruma adına ittifak arayacağına tam tersini yaptı; hattâ, Meclis başkanı ve Meclis Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı'nın ağzından İsrail'in güvenli varlığını Suriye'de bir "İslâmcı" iktidara tercih ettiklerini ortaya koydu. İran, Türkiye'ye karşı PKK'ya destek vermekle bir diğer büyük hatayı yapmaya da devam ediyor.
Türkiye, terörün temelde Türkiye'yi ve diğer bölge ülkelerini bölme planları için üretildiğini anlamak istemedi; hattâ söz konusu planların sahibi, destekleyicisi ve içindeki devletler ve yapılarla ittifaklar arayarak, bu planları kolaylaştıracak şekilde davrandı. Meselâ, kaza veya değil, Afyon'da 25 şehidimize mal olan patlamayı, terörün tırmanmaya devam etmesini ve Gaziantep'teki terör saldırısını açıklayacak donelerden ikisi: Yeni Şafak'ta İbrahim Karagül, defalarca yazıp sormuştu: "2007 yazında ABD, Kuzey Irak'a silah takviyesi yaptı ve Türkiye-Irak arasında sınır ölçümleri yapıldı. Ardından 21 Ekim'de korkunç Dağlıca saldırısı oldu. Yıllardır Irak'tan Türkiye'ye patlayıcılar girip, muhtelif şehirlerde stoklanıyor. Kim, nerede, ne tür hazırlıklar yapıyor? Silah deposu evleri kimler, hangi senaryolar için hazırlıyor? Neden kimse ses çıkarmıyor? Türkiye'de asker, diplomat, siyasî çevreden ve iş dünyasından bazı kişiler, ABD ve İsrail istihbaratı ile nasıl bir işbirliği içinde?"
Karagül bunları sorarken Türkiye ise Oslo'da İngiltere'nin hakemliğinde PKK ile görüşüyor ve onlara "Metropolleri patlayıcılarla doldurduğunuzu biliyoruz" diyor, aynı dönemde KCK, gözetimimiz altında tüm Türkiye çapında paralel devlet halinde teşkilatlanıyordu. Şimdi terör saldırıları artar ve şehirlerimizde patlayıcılar art arda patlarken, BDP'yi zaten mevcudiyet sebebi olan PKK ile işbirliğinden dolayı kınasak da, terör konusunda analizleri doğru çıkan bir analist, "Haziranda bir bakan, BDP Eşbaşkanı Demirtaş'la gizli görüşme yaptı ve İngiltere'den PKK'yı müzakere masasına yeniden oturtması rica edildi." diye yazdı. Hazirandan bu yana ülke olarak bu ricanın cevabını nerdeyse her gün alıyoruz; söz konusu analistin yüzüne ise televizyonlar kapanıyor.