15 Şubat 2013 Cuma

Büyük af, büyük barış... / Alper GÖRMÜŞ

 Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Balyoz davasından hüküm giymiş emekli orgeneral Ergin Saygun’u hastanede ziyaretini salt “insani” reflekse bağlayanlar azınlıkta kaldı... Toplumun bütün siyasi kanatlarında ağırlıklı kanaat, ziyaretin yalnız bugüne değil geleceğe dair de çok önemli siyasi mesajlar taşıdığı yönünde; ben de aynı fikirdeyim.
Bence bu ziyaret, en net ifadesini gazetemiz yazarlarından Mithat Sancar’da bulan “büyük af, büyük barış” projesiyle doğrudan bağlantılı...
Sancar, Öcalan’la görüşmelerin son aşamasında ister istemez bir KCK-PKK affının da gündeme geleceği kabulüne dayandırdığı tezini, Bianet’ten Ekin Karaca’ya verdiği söyleşide şöyle açıklıyordu (13 şubat):

“(...) Sadece KCK’lilere yönelik bir hukuki düzenleme Anayasa Mahkemesi’nden dönebilir... Siyasi açıdan da sadece KCK’lilere yönelik bir af ya da benzeri bir düzenleme hükümet açısından sıkıntılara neden olabilir. Bunu uzlaşma aracı haline getirmek için Ergenekon ve Balyoz’u da kapsayacak şekilde düzenlemeyi hesaplıyor olabilirler.”

Başbakan’ın, Saygun’un elini tutmasından yaklaşık bir ay önce, eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş de dile getirmişti aynı görüşü (Radikal, 4 Ocak 2013).
Bana da kaçınılmaz gibi görünen böyle bir affın sorunlarını ve “bundan sonra n’olmak ihtimali var” sorusunun cevabını sonraki yazılara bırakıyorum.
Bugün, buraya nasıl gelindiğini tartışmak ve buraya gelene kadar yaşananlara dair “spekülatif”önerimi dikkatinize sunmak istiyorum...

“Büyük af, büyük barış”ın taşları önceden mi döşendi?

Spekülatif önerimi görüşlerinize sunmaya bir soruyla başlayacağım: Acaba, Başbakan Erdoğan ve yakın çalışma ekibi, “büyük af, büyük barış”ı çok önceden öngörmüş ve toplumu buna hazırlamak için bazı taşları döşemeye çok önceden başlamış olabilirler mi?
Bu soru, meşruiyetini şuradan alıyor:
Biliyoruz ki, bizim Kürt meselemize benzer bütün sorunlar, eninde sonunda müzakereyle ve mutlaka afla sonuçlanıyor. Cevat Öneş de Radikal’e verdiği söyleşide bu kaçınılmazlığı dile getirirken “tüm dünya deneyimleri de bunu gösteriyor” demişti.
Bu, şu demektir: Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünü “müzakere”de gören bir iktidar, bunun eninde sonunda bir af gerektireceğini bilmiyor olamaz...
Fakat Türkiye’yi, “müzakere-af” süreçlerinden geçen başka ülkelerden ayıran çok önemli bir fark var: Türkiye, seçilmiş iktidarı darbe ve benzeri gayrımeşru yollarla alaşağı etmeye çalıştıkları suçlamasıyla cezaevine konan çok sayıda askerin de bulunduğu bir ülke...
Böyle bir ülkede, 30 yıldır bütün siyasi iktidarlarca “terörist” sayılmış birileri affedilirken, kendilerini“30 yıl boyunca teröre karşı mücadele etmiş” insanlar olarak sunan başka birilerinin cezaevinde tutulmaya devam edilmesi mümkün müdür?
Böyle bir şey, halkın darbe heveslisi askerleri sosyal bir cürümün unsurları olarak göreceği “normal”bir demokrasinin bile psikolojisini bozabilir... Kaldı ki burası, “sivil toplum”unun bir bölümünün askerlerin “darbe hakkı”nı savunduğu bir ülke; varın gerisini siz düşünün.

“Büyük af”fı ilk telaffuz eden, Ahmet Altan’dı...

Tabii bu arada “büyük af, büyük barış”ın Başbakan Erdoğan’ın “başkanlık” hayaliyle uyum içinde olduğunu da unutmayalım...
Nasıl ki kafasına Kürt sorununu çözmeyi koymuş bir başbakan bir gün mutlaka “büyük af”fı da gündeme getirmek zorunda kalacağını biliyorsa... Aynı şekilde kafasına “başkanlığı” koymuş bir başbakan, “büyük af”fın, “başkanlık” amacına son derece uygun bir araç olduğunu da bilir.
Bu bağlantıyı ilk kez kuran ve muhtemel bir “büyük af, büyük barış” formülünü ilk kez dile getiren gazeteci, Ahmet Altan’dı... Altan, Başbakan’ın “başkanlık” hevesini kamuoyuyla ilk kez paylaşmasından hemen sonra müthiş bir sezgiyle bağlantıyı kurmuş, bizi bekleyen şeyi daha Nisan 2011’de şöyle ilan etmişti:

“(...) Başkanlık referandumunda karşımıza, ‘PKK’ya af, Ergenekon’a af, bedelli askerlik, yeni anayasa, türbana kamusal özgürlük, Alevilere cemevi’ gibi toplumun bütün kesimlerinin ilgisini çekecek vaatleri içine doldurduğu bir torbayla çıkacak. Başkanlığı toplum ona verirse, o da karşılığında bunları topluma verecek. Fena taktik değil...”


2011’deki tartışma: AK Parti davalardan soğuyor mu?

Ahmet Altan sonraki aylarda birkaç kez vurguladı bu yöndeki tahminini...
Doğrusu bana da makul ve mantıklı geliyordu yaptığı analiz, fakat bir yandan da kendi kendime soruyordum: AK Parti ve Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en zor affını en geç bir iki yıl içinde gündeme getireceklerse, kamuoyunu buna hazırlamanın üzerinde de düşünmüş olmaları gerekmez mi? Hattâ, şimdiden (karışmasın, 2011’deyiz) bunun bazı emarelerini görmemiz gerekmez mi?
Bu sorular beni, “büyük af, büyük barış”ı, o günlerin sıcak tartışma konusu olana “AK Parti Ergenekon ve darbe davalarından soğuyor mu” sorusuyla birlikte mütalaa etmeye yöneltti.
16 Aralık 2011 tarihli, “Erdoğan, davaların sönümlendirilmesine ‘tamam’ der mi” başlıklı yazımda, AK Parti’nin davalardan “soğumakta olduğu” izlenimin gerçeği yansıtıyor olabileceğini, bunun da kamuoyunu “büyük af, büyük barış projesine hazırlama amacıyla bağlantılı olabileceğini öne sürmüştüm.
Bugünkü yazıyı, 2011’de kaleme aldığım o yazının finaliyle bitiriyorum... Uzun bir alıntı olacak, lütfen dikkatle okuyun ve şu günlerde yaşananlarla kıyaslayın... Ayrıca göreceksiniz, orada sizinle gıyabınızda bir de iddiaya girmişim...

2001’deki tekinsiz şüphem...

Şöyle yazmışım 2011’de:

“Belki sinekten yağ çıkarmaya çalıştığımı düşüneceksiniz ama, ben, bu davalardaki uzun tutukluluk süreleri konusunda AK Parti’nin benimsediği ipe un serme tavrının, davaların ‘yavaşça acele ederek’ sönümlendirilmesiyle bağlantılı olabileceğini vehmediyorum.


“İzah etmeye çalışayım...


“Uzun tutukluluk sürelerinin bu davalar üzerinde nasıl bir baskı yarattığı, onların haklılıklarını ve meşruiyetlerini nasıl zedelediği hepimizin malumu... Bunu fark edenlerden biri de Adalet Bakanı Sadullah Ergin... Ergin, neredeyse göreve başladığı andan itibaren uzun tutukluluklardan yakınıyor.


“Sadullah Ergin, bu meseleyi (de) önemli ölçüde çözebilecek ‘elektronik kelepçe’ önerisini 2010 ortalarında dillendirdi, üstelik de Bakanlık bürokratlarının konu üzerinde iki yıldır çalıştığı ve uygulamanın yıl sona ermeden başlayacağı bilgisiyle birlikte... Fakat sonra çok tuhaf bir biçimde bir daha da dile getirmedi... 2010 geçti, 2011 de geçti, elektronik kelepçeden hâlâ ses seda yok.


(...)


“Şimdi manzara şöyle: Türkiye’nin karanlık geçmişiyle hesaplaşma davaları uzun, yanlış ve haksız tutuklama pratiği nedeniyle ağır bir itibar kaybına uğrarken, bu davaları başlatan iktidar partisi, olan biteni sessizce izliyor, hiçbir şey yapmıyor.


“Bu size mantıklı geliyor mu?


“Bu sürecin sonunda ne olur biliyor musunuz? Gol olur. Tabii, AK Parti’nin kalesine... Çünkü, sürecin sonunda öyle bir manevi ortam oluşur ki, davalar sürdürülemez hâle gelir.


“İşte benim tekinsiz şüphem tam bu noktada şekilleniyor. Acaba diyorum, AK Parti bu manevi ortamın oluşmasını mı bekliyor? Ki böylece, davaları sönümlendirme konusunda inisiyatif kullanmaya başladığında ciddi bir kamuoyu tepkisiyle karşılaşmasın.


“Diyeceksiniz ki niye böyle bir şey yapsın AK Parti?


“Aklıma, Ahmet Altan’ın bir yıl kadar önce Tayyip Erdoğan’ın ‘Başkanlık’ kurgusunun en önemli parçası olarak işaret ettiği, bir yanında PKK’nın öbür yanında Balyozcuların ve Ergenekoncuların yer aldığı ‘büyük af, büyük barış’ planı geliyor...


“Saçmaladığımı mı düşünüyorsunuz?


“İnşallah haklısınızdır.”

Salıya, 2011’de sizinle gıyabınızda girdiğim iddiaya dair bir muhasebe yapacağım...