25 Şubat 2013 Pazartesi

Başbuğ'un tanıkları, İstanbul Barosu / Orhan Kemal CENGİZ

 İstanbul Barosu yönetimine yöneltilen suçlamalar, demokratik bir ülkede kabul edilemez niteliktedir.

Bir arkadaşınıza, eşinize, dostunuza, bir şey anlatacaksınızdır, konuşma geciktikçe, kafanızda habire evirip çevirirsiniz konuşmayı ve her şey öyle dallanıp budaklanır ki, o konuşma anı geldiğinde bir türlü kendinizi ifade edemezsiniz ya, ben de şimdi öyle hissediyorum kendimi. Benim yazılarım arasında, fırtınalar koptu, ortalık altüst oldu, sonra deniz süt liman oldu, tekrar gök gürledi, deniz çalkalandı. Ben ancak satır başlarıyla değinebiliyorum bütün bu olanlara: 

Mahkeme İlker Başbuğ’un tanık dinletme talebini reddetti. Cemaate yakın gazeteler, sanıkların davayı akamete uğratmaya çalıştığını söylüyor. Keşke, bu davalardaki her yanlışa böyle kılıf uydurmaya çalışmasalardı. Arada bir, bu mahkemelerin yaptıklarına uluslararası hukuk penceresinden bakıp, bazı eleştiriler getirselerdi büyük yararları olurdu. Ama olmuyor işte. Bu davalarda her şey yanlış diyenlerin karşısına, her şey doğru diyerek dikiliyorlar. Sanki, davaların özüne sahip çıkıp yanlışları eleştirmek mümkün değilmiş gibi. Bir sanığın, tanıklarını mahkemeye kadar getirip dinletmek istemesi gibi, en temel bir hakkını savunamıyorsak eğer, savunduğumuz diğer şeylerin bir kıymeti harbiyesi kalıyor mu? 
İstanbul Barosu’na dava 
Aslında bu söylediğim demokratik rolü en iyi oynayabilecek olanlar barolardı. Ergenekon davaları başladıktan sonra hem bu davaların içeriğine sahip çıkıp hem de sanık haklarının korunması için çaba sarf edebilirlerdi. Ama onun yerine büyük baroların, tıpkı CHP gibi sanıkları evlat edindiklerini gördük. Baroları bu noktadan eleştirmek başka bir şeydir, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyelerine karşı açılan davada olduğu gibi, anti-demokratik yasalarla tehdit altına sokmak ise bambaşka bir şeydir. Şimdi yine birileri çıkmış, darbeci dedikleri baroya karşı, bir hukuk darbesini açık açık destekliyorlar. Savcı İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyelerine karşı dava açtığı için yönetim kurulu üyelikleri düşermiş. Neresinden tutsanız elinizde kalacak, fevkalade anti-demokratik bir bakış açısı bu. Bir kere baroya karşı dava açılan ceza yasası maddesinin kendisi anti-demokratik. Baro ‘adil yargılamayı etkilemeye’ çalışmakla suçlanıyor. Hâkim ve savcıların atanması ve özlük işlerinde etkisi olabileceklere, yani mahkemeleri gerçekten etkileme şansı olanlara karşı uygulanması gereken bir madde bu. Yani Başbakan, Adalet Bakanı gibi, söz ve talimalatları mahkemeleri yolundan saptırabilecek olanlara karşı uygulandığında doğru bir uygulamadan söz edilebilir. Barolar ve avukatların görevi ise (İstanbul Barosu tarafından tek yanlı ve darbecileri aklamak için kullanılıyor olsa bile) mahkemeleri etkilemeye çalışmaktadır. Baroya yöneltilen suçlama demokratik bir ülkede kabul edilemez nitelikte. Bir de bu nedenle, yine Avukatlık Kanunu’nun anti-demokratik maddelerine dayanarak, sadece dava açıldığı için baro yönetiminin düşeceğini iddia ediyorlar. Yani savcı dava açar açmaz, yöneticileri mahkûm olmuş addediyorlar. Bunları savunanların bir kısmı darbelere karşı şiddetle karşı çıkanlar. Hükümetin Anayasa Mahkemesi tarafından düşürülmesi darbe, baro üyelerinin anti-demokratik yasalara dayanılarak, sırf haklarında dava açıldığı için mahkûm gibi muamele görmesi darbe değil, öyle mi? 
Memurlara DHKP-C operasyonu, Cemevi tartışmaları ve İmralı sürecine ilişkin söylemek istediklerim için ise yine yer kalmadı. Kalın sağlıcakla...