22 Şubat 2013 Cuma

Şemdin Sakık’tan iyi tanık mı olur? / Bülent Korucu

Ergenekon Davası sona yaklaştıkça Süleyman Demirel’in ‘turpun büyüğü heybede’ sözünü doğrulayan şeyler yaşıyoruz. Soruşturmaların ilk gününden itibaren ‘sulandırma’ ekibi olarak vazife yapanlar iyice pervasızlaştı.
Çekingen tavırlarla hem nalına hem mıhına yapıyor gibi duranlar, takiyeden vazgeçti. Susurluk’ta olduğu gibi düşük rütbeli birkaç güvenlik bürokratı ve yeterli miktarda ‘sağcı’  günah keçisi ilan edilse kıvam tutturulmuş olunacaktı. Türkiye’nin arınma sürecini destekleyen çevrelerin de ağzının tadı kaçıyor yer yer. Geldiğimiz noktada mahkemelerin bazı usul hatalarının katkısı olduğu muhakkak; ancak karşı tarafın psikolojik harp becerilerinin aslan payını teslim etmeliyiz. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un son hamlesi PH tarihine geçecek cinsten. Hükümeti zor durumda bırakmak için zaten gelmiş emekliliklerini istifa gibi sunan kuvvet komutanları ve aynı maksatla görevi bırakan genelkurmay başkanını tanık olarak mahkemeye getirdi. Mahkeme tanık dinleme aşamasını geçtiği ve davanın esasına katkı yapmayacaklarını öne sürerek talebi reddetti. Şimdi iki kanatlı bir kara propaganda ile mahkeme cendereye alınıyor. ‘Terörist Şemdin Sakık, tanıklık yapabiliyorken eski genelkurmay başkanı nasıl olamazmış.’ Tanıklığı bir unvan filan biçiminde algılamamızı istiyorlar. Tanıkların cami dernekleri ya da konservatuarlardan seçileceğine dair kural var da haberimiz mi yok!

Cevap aradığınız soru ‘PKK-derin devlet ilişkisi’ ise en iyi tanıklardan biri Sakık olur. 33 erin silahsız ve korumasız biçimde PKK’ya servis yapılırcasına gönderilmesinde bir katakulli görüyorsanız; soracağınız kişilerin başında Sakık gelir. Olayda araştırılacak bir şey görmüyorsanız zaten tartışma bitmiştir. Sakık, Başbuğ’la ilgili suçlamaların tanığı olsa bu karşılaştırmanın belki anlamı olabilirdi. Bu haliyle tam bir operasyon. Mahkeme yeni bir aşamaya geçmiş, dosya esas hakkındaki mütalaa vermesi için savcıya teslim edilmiş. Ceza yargılaması, hukuk davalarına göre daha esnektir; her aşamada tanık dinlenebilir. Fakat her aşamada inisiyatif mahkemededir. Hakkın kötüye kullanımını önlemek için ilk günden son ana kadar mahkemenin ret hakkı vardır. Çok uzadığı eleştirisine muhatap olan Ergenekon davasında sanıkların gösterdiği tanıkların sadece yüzde 10’u dinlendi. 130 kişiyi tanık yazdıran sanığın mahkemeyi kilitlemek istediğini anlamak için müneccim olmak gerekmiyor. Kanun mealen “Mahkeme reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri (tanıkları) mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.” diyor. Hukuk hiçbir zaman kötüye kullanıma cevaz vermez. Davanın yaklaşık 550 sanığı mahkemeye tanık getirse ‘mahkeme bunları dinlemek zorunda denilebilir mi?’ Başbuğ’unkileri dinledik, seninkini dinlemeyeceğiz tavrı hakkaniyetli olur mu? Şu anda mahkemeye bildirilmiş yaklaşık 750 tanık var. Her gün 4-5’ini dinlese yargılama kafadan bir yıl uzayacak. Mahkemeyi tanımaz bir tavır içine girmiş, savunma yapmayı zül addetmiş bir sanığın birdenbire salona şahit getirmesi hayatın normal akışına uygun mudur?

  İlker Başbuğ’un şahitlerinin önünde iki yol var. Gerçekten davayı etkileyecek şeyler söyleyeceklerse, avukatlar aracılığı ile yazılı ifadelerinin dosyaya girmesini sağlayabilirler. Şahitlerin hangi konuda ve nasıl bir tanıklık yapacaklarına dair ayrıntılı dilekçeler mahkemelerin kararını etkileyebiliyor. Soyut tanıklık taleplerini reddetmek kolayken ayrıntılı dilekçeler yapıcı etki bırakıyor. Daha etkilisi, hem de mahkeme heyetine iyi bir ders vermek üzere bildiklerini kamuoyu ile paylaşsınlar. Mesela şöyle diyebilirler: “Eski Genelkurmay ikinci Başkanı Hasan Iğsız ve Adli Müşavir Hıfzı Çubuklu yalan söylüyor. İlker Paşa söz konusu emirleri vermedi; kendisine arz da yapılmadı.” İkna edici olursa kamu vicdanı Başbuğ’u aklar; mahkeme heyetini ise altından kalkamayacakları bir yükle baş başa bırakır. Sizce neden bu kolay yolu tercih etmezler?