Bu nedenledir ki polis, yüzde 90 suçluyu vurabileceği hallerde dahi kalabalık içinde ateş etmez, etmemelidir. Eğer ateş ederse hem masum insanları vurabilir hem de izdihama neden olup sivillerin birbirlerine zarar vermesine neden olabilir.
Hukukun ve ahlakın bir diğer kuralı ise 100 suçlunun olduğu bir gemide bir masum bile olsa o gemiyi batıramayacak olmanızdır. Suçlu ise bir polis için bin masumun hayatını tehlikeye sokabilir.
***
Ölçeği büyüttüğümüzde, terör örgütlerinin sivillerin arasına mevzilenmeyi temel ilke edindiklerini görürüz. Terör, genelde kalabalıkların içinden ateş eder. Onlar gibi görünür. Terörist ile sivili ayırt edebilmek çok zordur.
Terörist ister ki güvenlik güçleri kendisine, dolayısıyla kalabalığa ateş etsin. Etsin ki devlet güçlerinden zarar görenlerin sayısı artsın. Çocuklar ölsün, kadınlar ölsün, yaşlılar ölsün. Çünkü her ölüm terörü besler. Akan her kan teröre can verir.
Her ölünün ardından ağıtlar yakılır; annesi, babası, kardeşleri ve diğer yakınları öldürene ‘ahh’ eder, kin tutar, intikam duyguları kabarır. İşte bu gerçeği en iyi terörist bilir. Bu nedenle devlet ile vatandaşları arasına kan girsin, nefret girsin ister. Kalabalıkların arasında mevzilenmesinin en önemli nedeni de budur zaten. Yani teröristlerin sivillerin arasına saklanmasının tek nedeni kendini korumak değildir.
Başka bir deyişle, güvenlik güçlerini kalabalıkların arasına çekmek teröristin stratejik araçlarından biridir. Bu tuzağa düşen devletler oradan kolay kolay kurtulamazlar. Öldürdükçe öldürmek isterler, ancak öldürdükçe sorun küçülmez, tam aksine büyüdükçe büyür.
Çatışmalar ilk başladığında mağdur halk, terör örgütünü suçlayabilir. Ancak olaylar büyüdükçe terör örgütünden çok, devlet suçlanmaya başlar. Çünkü güvenliği sağlaması gereken devlettir. Ayrıca terör örgütünün oyununa gelen devlet, terörü önleyeyim derken öylesine büyük zararlara yol açar ki halkın tepkisi daha çok devlete yönelir ve hatta örgüt bu sayede sempatizan kitlesini genişletir.
***
Ölümlerin artmasında, terör örgütü açısından bir diğer yarar ise yaşamın yerine ‘ölümün yüceltilmesi’dir. İnsanlar doğal olarak yaşamak, hatta daha iyi yaşamak isterler. Yaşama isteğinin güçlü olduğu bir ortamda terörün başarı şansı azalır. Bu nedenle terör, ölümü yüceltir. Terörün iddiası ‘dava için ölmenin güzel olduğu’dur. Terörün arzu ettiği değişiklikler olmadan yaşamak bir çeşit ihanettir. İşte, her yerin kan gölü olduğu, ölümlerin yayıldığı ve vahşileştiği ortamlarda hayat anlamını yitirmeye başlar. Orada ölümün, hiçliğin yüceltilmesi başlar. İki ateş arasında kalmış bir anne için hayatın anlamı kaybolur. Komşusunu çatışmalarda kaybeden bir aile için hayatın anlamı kaymaya başlar.
İşte, terör örgütlerinin güvenlik güçlerini kalabalıkların üzerine çekmesi, kalabalıkları kalkan yaparak ateşi toplumun üzerine yöneltmesinin bir amacı da budur. Bu şekilde toplumun ortak aklına adeta format atar, hayatla ve devlet ile olan bağlarını koparır ve kendi hedefleri doğrultusunda onu yönlendirmeye çalışır.
***
Bu bilgiler ışığında, diyebiliriz ki terörle mücadelenin en önemli kısmı teröristle masum sivilleri birbirinden ayırabilmektir. Bu cümleyi çok kez duymuş olabilirsiniz. Bu nedenle size anlamsız da gelebilir. Ancak durum öyle değil. Teröristle halkı ayırmak, terörle mücadelenin olmazsa olmazıdır.
Bu iş ise ustalık gerektir... Halk ile ilgilenen birimleriniz farklı, teröristle ilgilenen birimleriniz farklı olmalıdır. Bir yazıda bunların hepsini ele alamayacağımız için, terör örgütüne dönük silahlı mücadele birimlerinden bahsetmek isterim.
Terörle silahlı mücadele birimlerini doğru seçmezseniz istediğiniz mücadeleyi de veremezsiniz. Teröristle halkı ayırmak istediğiniz için silah gücünüzün milimetrik vuruşlar yapabilmesi, etrafa zarar vermeden sadece teröristleri vurabilecek kabiliyette olması gerekir. Bu nedenle terörle mücadelede bildiğimiz anlamda ordular kullanılamaz. Hele hele kendi ülkenizde ordularınızı bu şekilde kullanamazsınız. Çünkü ordunun klasik araçları olan topla, tankla, uçakla vs. çok geniş alanları vurursunuz. Teröristlerin esnekliği ve mobilliği ile orduların hantallığı ve katılığı birbirine zıt özelliklerdir. Konfüçyüs’ün sözleriyle “topla sinek avlanmaz”.
Belki bundan daha önemlisi orduların felsefesi ile terörün felsefesi arasındaki uçurumdur. Konvansiyonel savaş mantığında karşıda belirgin bir düşman vardır ve siz onu ele geçirmeye değil, yok etmeye çalışırsınız. Oysa ki terör örgütleri sizin bünyenize yerleşir. Eğer örgüt, sizin vatandaşlarınızdan oluşuyorsa bir anlamda siz haline gelir. Dolayısıyla, orduların klasik savaş mantığıyla hareket ettiğinizde düşmanı, yani kendinizi yok etmeye başlarsınız.
Aynı şekilde, polis veya jandarma gibi birimleriniz de ‘düşman’ mantığı ile meseleyi ele alırsa ve karşısındakini yok etmeyi tek hedef haline getirirse terör örgütü süreci manipüle etmeye, istediği yöne sürüklemeye başlar. Böylece devletin kısır döngüsü başlar. Her ölüm daha fazla ölüme götürür ve terörü besler.
***
Ne yapmalı derseniz, teröristleri kalabalıklar içinden tek tek ayıracak teknikler üzerinde durmalıdır. Mücadele edecek birim ve personel buna göre olmalıdır. Eğer bir mahallede 2 terörist var ise 20-25 bin kişinin yaşadığı o mahalleyi çatışma alanı haline getiremezseniz. Eğer bunu yaparsanız, öldürdüğünüz o 2 terörist terörize olmuş onbinler ve örgüte katılacak onlarca kişi olarak size geri döner...
Çok az sayıda terörist için hayatı komple durdurmak ve kentleri savaş alanına çevirmek tam da teröristin istediği şeylerdir.
Yapılması gereken, gece veya gündüz, gözlerden ırak örtülü operasyonlardır. Hiçbir terörist bir mahallede sonsuza dek yaşayamaz. Giriş-çıkışlarda yapılacak operasyonlar veya o bölgeye dönük özel timler ile nokta operasyonları faydalı olabilir...
Eğer diyorsanız ki bir 'mahalle komple terörist oldu', orada terörden fazlası vardır. O noktada güvenlik güçlerini bu insanların arasına salarsanız hem kaybınız fazla olur, hem de orada terörü daha da kökleştirirsiniz. Siyasi araç gereken silah, askeri araç gereken yerde siyasi araç kullanılmaz.
Bu konuya devam edeceğiz…