Kürt siyasi hareketinin 'masanın devrilme sebebine' dair başka bir görüş noktasına geldiği anlaşılıyor.
Dün Cumhuriyet’ten Selin Ongun, Kürt siyasi hareketinin önemli aktörlerinden Hatip Dicle ile çok kıymetli bir röportaj yapmıştı. Röportajın bir çok kayda değer bölümü var fakat ben bugün çözüm sürecinin bitişiyle ilgili Dicle’nin sözlerine odaklanacağım.Dicle, ‘masa neden devrildi’ sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Masanın devrilmesinde asıl mesele Rojava'daki gelişmelerdi. Orada kazanılan uluslararası meşruiyet, daha sonra Tel Abyad'ın alınması, iki kantonun birleşmesi, tüm bunlar Erdoğan ve çevresini çıldırtma noktasına getirdi. Devletin temel korkusu şuydu: ‘PKK, Amerika ile, şununla bununla anlaştı, bunlar benim güneyimde Kürt petrollerinin Akdeniz'e taşındığı bir koridor kuracaklar. Bu benim için tehdittir.’ Oysa bu konu gündeme geldiğinde Sayın Öcalan defalarca şunu söyledi: ‘Yavuz Sultan Selim zamanında, Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi, bizim için Kürt-Türk ittifakı esastır. Bakış açımız budur, kesinlikle bizi İmralı'ya tıkan bir güçle böyle bir teslimiyet anlaşması yapmayız.’ Ancak bu Rojava korkusu galip geldi. Diğer konu da HDP'nin parti olarak seçime girmesiydi. HDP'nin bağımsız adaylarla seçime girmesi ve Öcalan'ın yasal düzenleme yapılmadan hemen silahsızlanma çağrısı yapması için ısrar edildi. Yani üç temel neden oluyor: 1) Rojava'daki gelişmelere karşı duyulan korku. 2) HDP'nin parti olarak seçime girmesi. 3) Yasal düzenleme yapılmadığı için nihai çağrı yerine niyet beyanı yapılması. Bu üç nedenden dolayı masa devrildi.”
**
HDP’nin parti olarak seçime girmesinin ve Demirtaş’ın ‘Seni Başkan yaptırmayacağız’ söyleminin Erdoğan’ı çok rahatsız ettiğini biliyoruz. 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatının aktörlerinden Yalçın Akdoğan’ın Anadolu Ajansı’nın editörler masası programında yaptığı açıklamalar bunun kanıtıdır.
O vakitler HDP’nin içinde bir kanadın da ‘Bu başkanlık konusunu propaganda malzemesi yapmamız iyi olmadı, gereksiz kızdırdık’ mealinde düşünceleri de olmuştu.
Fakat şimdi dönüp incelendiğinde Kürt siyasi hareketinin ‘masanın devrilme sebebine’ dair başka bir görüş noktasına geldiği anlaşılıyor.
Dicle’nin de sözlerine bakılacak olursa iplerin kopuşu PYD’nin Suriye’deki ilerleyişi, Rojava, Kobani ve Tel Abyad’a hakim olmasıyla yaşandı.
**
İşte bu noktada bir önemli detayı daha dikkatlerinize sunmak istiyorum.
O da Kürt siyasi hareketinin Türkiye devletinin çözüm sürecini bitirme kararını 30 Ekim 2014’teki MGK’da aldığına dair kesin inanışı…
Size örnekler sunacağım:
Çözüm süreci henüz ‘buzdolabına kaldırılmadan’ 7 Haziran seçimleri yapılmadan, 4 Mayıs 2015’te Baki Gül’ün Özgür Gündem’de yazdığı yazıdan: “Şimdi ‘masa yoktur, Kürt sorunu yok, muhataplık yok’ söylemi 30 Ekim 2014 tarihli MGK’deki savaş kararının yürürlüğe sokulmasına dönüktür. Çünkü Kürt sorununun çözümünün AKP’nin hegemonik siyasetinin iflası haline geleceğini bilen Tayyip Erdoğan, bu süreçteki provokasyonları bizzat kendi üstlenerek sürdürmektedir.”
28 Ağustos 2015’te DİHA’da yayınlanan bir makaleden: “AKP'nin bir yandan çözüm süreci görüşmelerini sürdürürken, bir yandan savaşa hazırlandığı, yapılan sayısız açıklamanın yanı sıra hem Erdoğan'ın ilk kez başkanlık yaptığı 30 Ekim 2014 MGK sonuç bildirgesine, hem "Kırmızı Kitap"ta yapılan güncellemelere, hem de seçim öncesi ve sonrasında verilen beyanlara yansıdı(…)Devlet yetkilileri bu toplantıda tamamıyla yeniden savaşa ikna edilmediği için kurul bildirisine bir yandan ‘çözüm sürecinin önemine’ işaret eden vurgulara yer verilirken, esas olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘kamu güvenliği’ gerekçesiyle savaş talebi bildirgeye yansıtıldı. Erdoğan kurul bildirgesinde şu maddeyi yazdırdı: Terörle çok boyutlu mücadele kapsamında sürdürülen çözüm süreci ele alınmış; sürecin oluşturduğu olumlu atmosferi ve huzur ortamını bozmaya yönelik provokatif olaylara karşı kamu düzeni ve güvenliğini koruma konusundaki kararlılık teyit edilmiştir."
20 Ekim 2015 tarihli PKK Merkez Yürütme Komitesi'nin açıklamasından: “30 Ekim 2014’te gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Türkiyeli demokrasi güçlerine karşı bir savaş kararı alınmıştır. Bu kararla birlikte 12 Eylül Askeri faşist darbesi ve 1990’lı yıllardaki kirli savaş döneminde uygulanan yöntemler yine devreye konulmuştur. Mevcut faşist anayasa ve yasalar çerçevesinde bile oluşturulmayacak örgütlenme ve yapılmayacak uygulamalar bundan sonra yasa dışı gizli örgütlere ve ekiplere yaptırılacaktır.”
5 Aralık 2015 Mustafa Karasu’nun bir makalesinden: “Kürt halkı ya direnecekti ya da asayişi sağlama uygulamalarıyla teslim alınacaktı. Asayişi sağlama söylemleri 30 Ekim MGK’da alınan savaş kararından sonra sürekli dillendirilmiştir. İşte Kürt halkının direnişi bu politikaya karşı bir cevap olmuştur. Kürt Özgürlük Hareketi 10 Ekim’de tek taraflı çatışmasızlık ilan etmesine rağmen Türk devleti savaşta ısrar edeceğini açıklamıştır. İşte Kürt halkı böyle bir politikaya karşı direnişe geçmiştir.”
31 Aralık 2015’te KCK yürütme konseyi başkanı Cemil Bayık’ın açıklamasından: “Biz savaş kararının 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında alındığını düşünüyorduk. Şimdi anlaşılıyor ki savaş kararını çok önceden almışlar. 2014 yazında valiliklere gönderilen talimat ve Eylül ayında hazırlanan similasyon savaşın daha önceden karar altına alındığını ortaya koymuştur. 30 Ekim 2014 tarihli MGK’da ise siyasi durumun ve yürütülecek savaştaki ayrıntıların çok boyutlu tartışıldığı anlaşılmaktadır.”
Örnekleri çoğaltabilirim ama sanırım bir fikir birliğini yansıtabilecek verileri sunmuş oldum.
**
Şimdi bir de 30 Ekim MGK’sının ardından 7 Kasım 2014’te Murat Yetkin’in yazdığı “Kürt süreci seçim alarmı veriyor” başlıklı çok önemli yazıya bakın: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk kez başkanlık ettiği ve artık Çankaya’da değil, Beştepe olarak adı değiştirilen Atatürk Orman Çiftliği arazisinde kurulu, Ak Saray adı takılan yeni Cumhurbaşkanlığı binasında yapılan bu MGK, 28 Şubat 1997’dekini de sollayarak 10 saatten fazla sürmüştü. Daha sonra basına yansıyan bilgiler toplantıdaki ağırlığın Fethullah Gülen cemaatinin devlet içindeki ‘paralel’ örgütlenmesinde olduğu yolundaydı, ama aslında ağırlık Suriye, Irak, IŞİD ve PKK’ye karşı mücadelede olmuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenliğe dair bir takım endişeleri vardı, bunlar da konuşuldu. Aynı gün, daha 18 Ekim’i 19’a bağlayan gece Erdoğan’ın ABD Başkanı Barack Obama ile telefon görüşmesinde sözü verildiği şekilde, Mesud Barzani’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Peşmergeleri Türkiye üzerinden Kobani’ye geçmeye başlamışlardı. MGK ve AK Parti’nin Afyon kampında belli bir nabız alan Davutoğlu, 4 Kasım’da Genelkurmay karargâhına gitti. Orada Genelkurmay Başkanı Necdet Özel başkanlığındaki kurmay heyetten 4 saatlik, gizli bir güvenlik sunumu aldı. Ertesi gün, 5 Kasım’da Davutoğlu bu kez (yakında oradan taşınacak olan) Yenimahalle’deki, MİT karargâhındaydı.”
Demek istediğim şu…
Çözüm sürecinin sona ermesinde görünen bir çok neden var. Sıralanan nedenlerin bazıları etkilidir, bazıları değildir fakat şu tarih itibariyle Kürt siyasi hareketi için hepsi talidir.
Harekete göre, ana yolda Rojava-Kobani-Tel Abyad’daki gelişmelerden rahatsız olan bir devlet duruyor. Tüm unsurlarıyla, eskisiyle yenisiyle, deriniyle görüneniyle birleşmiş yek vücut bir devlet!
30 Ekim 2015’teki MGK’ya yapılan atıf aslında Kürt sorununu yaratan devlet mekaniğinin yeniden devreye girmiş olduğunu göstermek amaçlıdır.