24 Kasım 2015 günü Türkiye-Suriye sınırında bir Rus uçağının Türk hava sahasını ihlal etmesi nedeniyle düşürülmesi konusu daha bir süre konuşulmaya devam edilecekmiş gibi görünmektedir.
Bu konuda sapla samanı birbirinden ayırarak yapılacak değerlendirmelere çok ihtiyaç var.
En başında belirtilmesi gereken hususlardan biri bu düşürme eyleminin, Türkiye'nin belirlediği ve sonradan güncellediği çatışma kurallarına uygun biçimde gerçekleşmiş olmasıdır.
İkinci husus, düşürme emrinin kimin tarafından verildiğidir. Sayın Başbakan Davutoğlu aralık ayı sonundaki bir televizyon programında bu konuya açıklık getirmiştir. Devlet mekanizmasının nasıl işlediğini bilen herkesin esasen tahmin ettiği hususu Sayın Başbakan, bir kez daha, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde açıklamıştır.
Buna göre, Türkiye, hava sahası ihlal edildiği takdirde, hangi hallerde, ihlale neden olan uçağın düşürüleceğini belirlemiş ve bu kuralı uygulama görevini Genelkurmay Başkanlığı'na vermiştir. Genelkurmay da, söz konusu talimatın uygulanması görevini Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na devretmiştir. Uçağı düşürme eylemi Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nca gerçekleştirilmiştir. Esasen, Sayın Başbakan'ın televizyon programında da açıkça belirttiği üzere, 17 saniyelik bir ihlal için konunun Sayın Başbakan'a iletilmesi, onun da onay vermesi gibi bir sürecin işletilmesinin mümkün olamayacağını her makul insan kabul eder. Ancak Sayın Başbakan'ın böyle bir açıklama yapması, olası tereddütleri dağıtma açısından isabetli olmuştur.
Bu açıklamaya rağmen tartışılmaya devam edilecek bir iki husus daha vardır. Ancak en başında belirtmek gerekir ki, bu krizde Rusya haklı imiş gibi gösterilmeye çalışılmamalıdır. Ben bu makalemde, Türkiye tarafında olay önlenebilir miydi, onun üzerinde durmak istiyorum.
Dış basında en çok tartışılan husus şudur: Uçağın geliş istikameti ve hangi yönde uçacağı aşağı yukarı belliydi. Uçak, Türkiye topraklarının içine doğru uçmuyordu. Suriye ile ortak sınırın burun yaptığı bir noktada sınıra paralel bir güzergâhta uçuyordu. Türkiye hava sahasına girse dahi ihlalin 15-20 saniye civarında olacağı aşağı yukarı belli idi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na, böyle bir durumda bir hareket serbestliği bırakılması isabetli olurdu. Bu yapılmış olsaydı, belki Türk pilotu uçağı düşürmeden önce üst makamlardan bir teyit daha alma ihtiyacını duyardı.
Sayın Cumhurbaşkanımız “Rus uçağı olduğunu bilseydik, başka türlü hareket ederdik” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu sağduyulu açıklama, çatışma kuralları daha seyyal olsaydı bu krizin önlenebileceğini ortaya koymaktadır.
Tartışılması gereken ikinci husus, uçak düşürme eyleminin çatışma kurallarına uygun şekilde yapılmış olmasının yeterli olup olmadığıdır. Çatışma kuralları yazıp uygulamaya koymak bir iç hukuk konusudur. Ancak bu kuralların uygulanması başka ülkeleri de ilgilendiren sonuçlar doğurursa, o zaman konu Devletler Hukukunun ilgi alanına girer. Uçağın düşürülmesinde çatışma kurallarına harfiyen riayet edilmiş olması Devletler Hukuku açısından bakıldığı zaman, yeterli midir? Dış basında konunun bu yönü tartışılmaya devam etmektedir.
Devletler Hukukunda bu olaya bire bir uygulanabilecek kesin kurallar da yok. Zaten Devletler Hukuku, halen, gelişme sürecinde bir hukuk olduğu için her olaya uygulanabilecek bir kural bulmak kolay değil. Olaylar vuku buldukça ve bu olaylar doktrinde yahut Birleşmiş Milletler Hukuk Komisyonu'nda tartışıldıkça yahut konu Uluslararası Adalet Divanı'na götürülüp Adalet Divanı da o konuda kararlar alıp içtihat oluşturdukça Devletler Hukukunun boşlukları da yavaş yavaş dolduruluyor. Türkiye'de de bu konunun Devletler Hukuku uzmanları tarafından irdelenip Türkiye'nin haklı olduğu tarafların ortaya çıkarılması için çaba harcanması gerekir.
Konunun böyle bir boyutu da olduğu için ben bu konudaki gözlemlerimi bilgilerimi kamuoyuyla paylaşma ihtiyacını duyuyorum. Ancak konunun bir köşe yazısı boyutunu geçecek olması nedeniyle bu yönünü gelecek haftaki makalemde ele alacağım.