Moderatör | Murat Yeşiltaş |
Konuşmacılar |
|
26 Ekim 2015 tarihinde, SETA ile Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM)
tarafından “Stratejik Hava Savunma Sistemleri ve Türkiye’nin Yol
Haritası” başlıklı bir panel düzenlendi. Moderatörlüğünü SETA Güvenlik
Araştırmaları Direktörü Doç. Dr. Murat Yeşiltaş’ın yaptığı panele
Savunma Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir, MEF Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi
Öğretim Görevlisi Dr. Sıtkı Egeli, ASELSAN Genel Müdür Yardımcısı
Mustafa Kaval ve ROKETSAN Genel Müdür Yardımcısı Dr. Sartuk Karasoy
konuşmacı olarak katıldı.
Savunma Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir konuşmasında,
Türkiye ve SSM için kendi kendine yeterliliğin çok önemli bir hedef
olduğunu ifade etti. Füze savunma sistemlerinin çok komplike
teknolojilerin entegre bir şekilde kullanıldığı sistemler olduğunu
belirten Demir, balistik füze saldırısına maruz kalınması durumunda
tehdit tespitinin hemen ardından çok hassas güdümlü sistemler
aracılığıyla tehdidin sınıflandırılması ve imhasının çok kısa bir süre
içinde yapılması gerektiğini ifade etti. Demir ayrıca, tehditlerin
katmanlaşmasına bağlı olarak daha geniş katmanlı tehditlere karşı
koyabilecek teknoloji gelişiminin de en kısa sürede başarılması
gerektiğini vurguladı.
MEF Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm
Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu konuşmasında, tehdidin niteliği ne
olursa olsun herhangi bir tehditle baş etmek için tehdidin en doğru
şekilde tespit edilmesi gerekliliğine dikkat çekti. Kibaroğlu, askeri ve
balistik nitelikli bir tehdidin tespit, sınıflandırma ve son olarak da
imha kabiliyetlerinin en kısa sürede kazanılması gerektiğini ifade etti.
Türk Hava Kuvvetleri’nin sahip olduğu mevcut hava savunma sistemlerinin
ancak belli seviyedeki tehditlere karşı koyma kabiliyetine sahip
olduğunu belirten Kibaroğlu, şu anki imkân ve kabiliyetlerle Türkiye’nin
kısıtlı anlamda bir savunma kapasitesinin olduğunu ifade etti.
Kibaroğlu, Türkiye’nin füze savunma sistemlerine ilgisinin yeni
olmadığını, 1990’lı yıllarda özellikle askeri çevrelerde bu alana bir
ilginin olduğunu hatırlatırken, 1991 Körfez Savaşı’nda Patriot
füzelerinin isabet oranının % 13 olduğunu ekledi. 1990’lı yıllarda
Türkiye ile ABD ve İsrail arasında görüşmeleri yapılan ARROW projesinde
ilerleme kaydedilemediğini belirten Kibaroğlu, bunun sebebi hem ABD’li
hem de İsrailli yetkililere sorulduğunda iki tarafın da sorumluluğu
birbirine attığını ifade etti. Türkiye’nin istenilen noktada olmamakla
birlikte geçmişe kıyasla savunma alanında daha iyi bir konumda olduğunu
söyleyen Kibaroğlu, Türkiye’nin çevresinde çeşitlenen tehditler
sebebiyle yumuşak gücünün arkasına sert gücü de eklemesi gerektiğini
vurguladı. Kibaroğlu ayrıca, Batılı müttefiklerin Türkiye’nin füze
savunma sistemini Çin’den almaması yönündeki ısrarının anlamsız
olduğunu, zira bu ülkelerin kendilerine daha önce defalarca sunulan
fırsatları değerlendirmediklerini ifade etti.
İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Sıtkı Egeli
konuşmasında, hava savunma sistemlerinin konvansiyonel silah
sistemlerinden farklılık arz ettiğini, bu sistemlerin ülkelerin savunma
stratejileri ile ‘Grand Strategy’lerinin kesiştiği bir alanda yer
aldığını ifade etti. Balistik füzelerin özelliklerine değinen Egeli, bu
füzelerin fırlatılmadan önce ve fırlatıldıktan sonra tespitinin çok zor
olduğunu, çok hızlı hareket ettikleri için de hedef durumunda olanların
reaksiyon sürelerinin çok kısa olduğunu ifade etti. Balistik füzelerin
uçuş sürelerinin büyük kısmını uzayda gerçekleştirdiklerini hatırlatan
Egeli, bu özelliğin konvansiyonel hazırlıkları anlamsız hale getirdiğini
belirtti. Balistik füzelerin bir başka özelliğini daha hatırlatan
Egeli, füzelerin menzilleri arttıkça hızlarının da arttığını ve böylece
karşı koymanın daha da imkânsız hale geldiğini dile getirdi. Egeli,
balistik füze saldırılarına karşı, hava savunma sistemlerine ek olarak
özel sensörlere, ilk uyarıyı yapacak, uzayda konuşlu uydu sistemlerine
ihtiyaç olduğunu ifade ederek, bu sistemlerin şu an sadece ABD, Rusya ve
İsrail’de bulunduğunu hatırlattı. Yeterli teknolojinin olması halinde
balistik füzeleri uzayda durdurmanın nispeten daha kolay olduğunu
söyleyen Egeli, füze ne kadar erken durdurulursa o kadar geniş bir alana
koruma sağlanacağını belirtti. Öte yandan Egeli, balistik füzeler söz
konusu olduğunda taarruzun daima savunmadan bir adım önde olduğunu,
savunmanın çok daha zor ve maliyetli olduğunu dile getirdi. Son 30 yılda
füze savunma sistemlerine 350 Milyar dolar harcayan ABD’li yetkililerin
açıklamalarına atıfta bulunan Egeli, bunun en azından mali açıdan
kazanılabilecek bir mücadele olmadığını vurguladı. Egeli, Türkiye’nin
1960’lardan beri füze tehdidi altında olduğunu, 300 kilometre ötesinde
menzile sahip sistemlerin 1990’larda ilgi alanına girdiğini hatırlattı.
İran’ın son yıllarda ürettiği balistik füze menzillerinin 1,100
kilometreyi aştığını hatırlatan Egeli, bu gelişmenin artık yavaş yavaş
uzayda engelleme aşamasına geçilmesi gerektirdiğini vurguladı. Egeli
ayrıca, Rusya’nın elindeki balistik füzelerin de Türkiye’nin ilgi
alanına 2008 yılında girdiğini, çünkü Rusya’nın bu füzeleri Gürcistan’a
karşı kullandığını hatırlattı. Egeli son olarak, Türkiye’nin genel hava
savunmasının uçaklara dayalı olduğunu, yer konuşlu sistemlerin zayıf
olduğunu ve dolayısıyla genel bir zaafın söz konusu olduğunu dile
getirdi.
ROKETSAN Genel Müdür Yardımcısı Dr. Sartuk Karasoy sunumunda, füze
savunma sistemleri alanındaki teknolojik gelişmeleri bir özetini sunarak
bu alandaki teknolojik gelişmelere paralel olarak balistik füze savunma
sistemlerinin işlerinin her geçen gün daha da zorlaştığını belirtti.
Karasoy, balistik füzelerin teknik bir özelliğine dikkat çekerek
füzelerin fırlatıldıktan sonra uçuş sürelerinin büyük kısmında müdahale
etmenin mümkün olmadığını ifade etti. Karasoy, SM-3 ve THAAD
sistemlerinin NATO çerçevesinde Türkiye’nin erişimine açık olması
beklenirken, NATO’nun genel savunma konsepti kapsamında Türkiye’ye
biçtiği rol sebebiyle Türkiye’nin bu sistemlere erişim sağlayamadığını
hatırlattı. Karasoy, buna bağlı olarak Türkiye’nin “kendi göbeğini
keseceği”, Türkiye merkezli bir sistemi geliştirmesi gerektiğini
vurguladı. Karasoy ayrıca, Türkiye’nin balistik füze savunma sisteminin
yanı sıra daha geniş manada balistik füze savunma kabiliyetini
edinebilmesi için stratejik hedefinin uzay olması gerektiğini vurguladı.
ASELSAN Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kaval, hava ve füze savunma
sistemlerini tanıtan bir sunum yaparak ASELSAN ve Türkiye’nin bu
alandaki mevcut durumunu değerlendirdi. Kaval, hava ve füze savunma
sistemlerinin aslında bir sistemler sistemi olduğunu, birçok sistemin
entegre bir biçimde çalıştığını ifade etti. Kaval, hava ve füze savunma
sistemleri içerisinde haberleşme alt yapısının, sensör sistemlerinin,
silah sistemlerinin ve komuta kontrol sistemlerinin iç içe geçtiği son
derece karmaşık yapılar olduğunu hatırlattı. Bu alandaki çalışmalarda
aşama kaydedilebilmesi için hemen her aşamada ciddi bir sistem
mühendisliği yaklaşımının gerektiğini belirten Kaval, ihtiyaçların doğru
tayin edilmesinin son derece hayati olduğunu vurguladı. Kaval ayrıca,
T-LORAMIDS sisteminin edinilmesinin Türkiye’nin hava savunma ihtiyacını
bütünüyle çözmeyeceğini, bu sistemlerin sayısal olarak da arttırılması,
yaygınlaştırılması ve Türkiye’nin tamamının bu sistemlerin koruma
kalkanı kapsamına alınması gerektiğini vurguladı.
Panelin soru-cevap kısmında Türkiye’nin füze savunma sistemi
ihalesinde mevcut durumun ne olduğu yönündeki soruya cevaben Savunma
Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir, ihale sürecinin teklifler ve
müzakereler anlamında dinamik bir süreç olduğunu, Türkiye’nin de kendi
ihtiyaç ve çıkarlarını göz önünde bulundurarak nihai kararını vermek
üzere olduğunu ifade etmiş ve ihalede son aşamaya gelindiğini
açıklamıştır.