28 Ekim 2013 Pazartesi

Bir tuğgeneral öldürüldü, bir devlet rutin dışına çıktı / Yıldıray Oğur




Geçen haftadan itibaren 22 Ekim 1993 günü olan bitenin yeni bir adı var artık: Sözde Lice Baskını. Bu kez sözde kelimesinin görevi bir suçu örtbas etmek değil aksine teşhir etmek.
 
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 20 yıllık zaman aşımının dolmasına izin vermeden açtığı dava ile Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın devlet kurşunuyla öldürüldüğü ve üzerinin de “PKK’nın Lice Baskını” yalanıyla örtüldüğü ortaya çıktı.
 
Aslında bundan daha fazlası oldu.
 
Hikâye, 1991’de Berlin Duvarı’nın çöküşü ile Türkiye’de statükonun bazı duvarlarının sarsılmasıyla başlıyor. Özal’ın Kürt sorununu çözmek için girişimleri, SHP’nin HEP’li vekilleri Meclis’e taşıması, Demirel’in  Kürt  realitesini kabulü, Özal’ın Öcalan’la kurduğu temaslar, Öcalan’ın ateşkes kararı,  Özal’ın ölümüne rağmen Mayıs 1993 MGK’sından çıkan bugün henüz tartışamadığımız genişlikteki af kararı... Yani devletin kendi rutinin dışına çıkıp siyasi çözüm aramasıyla.
 
O MGK’nın toplandığı gece 33 erin öldürülmesiyle ise devlet tam anlamıyla abandone oldu.
Bir kavşağa gelinmişti.  Çözüme devam mı yoksa… Uzun yaz çok sert geçti.
 
Öcalan ateşkesi bitirdi. PKK köy baskınlarına döndü. Çiller Başbakanlığa  geldi. Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü oldu. Doğan Güreş’in görevi bir yıl uzatıldı. HEP kapatıldı. Ve Sivas Katliamı, Başbağlar Katliamı…
10 Ekim 1993 günü ise yeni Başbakan herkesi şaşırtan çıkışını yaptı. Viyana’daki bir toplantıda İspanya Başbakanı Fernandez’le görüşen Çiller, Kürt sorununa çözüm için, hâlâ daha aşılamamış en ileri modeli, Bask modelini önerdi.
 
Tepki ertesi gün “babası” Demirel’den geldi:  Türkiye’de Bask modeli olmaz, çözümü İspanya’da arama.
Çiller, yanlış anlaşıldım dese de partisi içinden bile yükselen Güneydoğu’da sıkıyönetim çağrılarına da baş muhalifi Mesut Yılmaz’ın DEP’li vekilleri Meclis’ten atın baskılarına da direnmekteydi.
Çiller’e yakın gazetelerde Kürt sorununa çözüm için demokratikleşme adımlarından bahsediliyordu. Yeni koalisyon ortağı SHP’nin lideri Karayalçın’dan da  da sık sık “askerî çözüm yetmez, siyasi çözüm gerekli” açıklamaları geliyordu.
 
Ankara’da büyük bir hesaplaşma yaşanıyordu. Bir karar anı gelip çatmıştı.
17 Ekim’de ABD’de Clinton’la görüşen Çiller beklediği desteği alamadı.
20 Ekim’de PKK Diyarbakır’daki gazeteleri ve partileri "gidin" diye tehdit etti. Gazeteler “Devlet yok mu” manşetleriyle çıktılar. 21 Ekim günü bir ay sonraki DYP  Kongresi’ne doğru durumdan vazife çıkaran TBMM Başkanı Cindoruk, parti liderlerini acil toplantıya çağırdı.
 
Ve 22 Ekim.  Lice’nin PKK tarafından basıldığı ve ilk kez bir tuğgeneralin öldürüldüğü haberiyle Türkiye sarsıldı. Aynı gün PKK Siirt’in Derince mezrasını bastı, 22 köylüyü öldürdü.
Hükümet olan bitenden o kadar habersizdir ki hükümet sözcüsü Yıldırım Aktuna tuğgenerale “çatışma sırasında pusu kurulduğunu”, Devlet Bakanı Cevheri ise “tuğgeneralin Kulp Lice arasındaki kırsalda öldürüldüğünü“ açıkladı.
 
Genelkurmay’ın tepkisi ise yeni dönemin ilk işareti gibiydi: “Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunan eşkıya yardakçılarına hak ettikleri ceza mutlaka verilecektir.“ Açıklamanın altındaki imza tanıdık: Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Hurşit Tolon.
 
Tuğgeneral Aydın’a Lice’ye git emrini veren; Diyarbakır Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı yardımcısı Tümgeneral İlker Başbuğ’du.
Hikâyenin bundan sonrası da yine çok tanıdık.
Cenaze haberini “Bu millet bu vahşeti mutlaka yenecek” diye veren Milliyet  okurlarına bayrak hediye etti. Hürriyet çok sertti: “Komutanımızın cenazesinde milli ruh şahlandı. Harbiye Marşı söylendi. İstiklal Savaşı’ndaki birlik beraberlik ruhunun yeniden alevlenmesi, kanlı terörün üzerine bu inançla gidilmesi istendi.”
25 Ekim 1993. Ne olduğunu öğrenmek için Lice’ye giden CHP lideri Baykal ve gazeteciler askerler tarafından ilçeye sokulmadı.
Demirel “PKK’yla masaya oturmayız” dedi. Başbakan Yardımcısı Karayalçın Kürt sorununa çözüm için herkesi tartışmaya çağırdı. Aynı gün PKK Erzurum Yavi beldesini bastı, 35 sivili öldürdü.
26 Ekim günkü beş saatlik MGK toplantısından PKK’yla ve şehirlerdeki milisleriyle mücadele için yıldırım kararlar çıktı. Yeni İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’nin toplantıya PKK’ya yardım eden iş adamları ve memurlar hakkında bir liste sunduğu iddia edildi.
Aynı gün Rahmi Koç “Çiller bir adım ötesini görmüyor” sözleriyle Başbakan’a yüklendi. Yine aynı gün Ertuğrul Özkök “Türkiye liderini arıyor” başlıklı bir yazı yazdı.
Darbe söylentileri gazete manşetlerine kadar çıktı. Genelkurmay Başkanı Güreş açıklama yapmak zorunda kaldı.
Sabah gazetesi Vehbi Koç’un Cindoruk’a bir mektup yazıp kongrede aday olmasını istediğini iddia etti. İddiayı reddeden Koç, mektubu kabul etti. Türkiye’nin en zengin adamı “Kış gelmeden bu Güneydoğu meselesi halledilmeli” demekteydi.
Ve 27 Ekim günü. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin iki ay önce son anda vazgeçtiği İsrail ziyaretini gerçekleştirmeye karar verdi. 1965’ten 1992’ye kadar İkinci Katiplik düzeyindeki ilişkilerde ilk kez bir Dışişleri Bakanını Tel Aviv’e gitmeye ikna edense, terörle mücadelede İsrail’le eğitim ve istihbarat iş birliği anlaşmasını imzalama kararıydı.
 
28 Ekim’de ise İran lideri Rafsancani durup dururken Türkiye’ye PKK’ya karşı ortak operasyon teklif etti. Aynı gün DYP grubunda Çiller’e isyan çıktı. Şahinler adı verilen Demirel’e yakın milletvekilleri, PKK’ya karşı sert önlemlere, sıkı yönetime karşı çıkan SHP ile koalisyonun bitirilmesini istedi. 5 Kasım’da devletin Güneydoğu politikalarını eleştiren istihbaratçı binbaşı Cem Ersever’in Ankara’da cesedi bulundu.
 
Bir ay önce Kürt sorununa çözüm için özerklik manasına gelen Bask modelini öneren güvercin Çiller gitti yerine, “Ya bitecek ya bitecek” diyen, basın toplantısı düzenleyip PKK’ya yardım eden iş adamları listelerinden bahseden şahin Çiller geldi.
Bir tuğgeneral öldürüldü, bir devlet rutin dışına çıktı.
O cinayetin aydınlatılması, işte bu yüzden çok önemli.