Bu açıdan bakıldığında ben PKK’nın eylem ve söylemlerinde herhangi bir değişme olduğunu düşünmüyorum.
Örgüt, 2012’den bu yana devlet ile bir anlaşmaya varmış da yerine getirmemiş değil. Bu nedenle PKK’nın devleti veya hükümeti kandırdığını da düşünmüyorum.
Örgüt, Çözüm Süreci’ni kendi çıkarına başarıyla kullandı, şehirlerde daha iyi bir şekilde teşkilatlandı; çeşitli noktalara patlayıcılar yerleştirdi; tüm bölgede egemenlik alanlarını genişletti ve derinleştirdi; Suriye’de güçlenmek için Türkiye’deki çatışmaların durmasını fırsat bildi.
DEVLET
Devlet açısından bakıldığında TSK’nın ve Emniyet Teşkilatı’nın Çözüm Süreci’ne dahil edilmediğini görüyoruz…
Genelkurmay Başkanı açıkça Süreç
hakkında bilgisinin olmadığını kamuoyu ile paylaştı. İçişleri
Bakanlığı’na Süreç hakkında kapsamlı bir bilgi verilmediğine ben
gözlerimle şahit oldum.
Valiler, kaymakamlar, hatta bakanların büyük bir kısmı Süreç hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdi. Onlardan Süreç’e katkı vermekten çok engel olmamaları istendi. Nitekim PKK sağa sola bombaları yerleştirirken, şehirleri cephaneliğe çevirirken kimsenin kılını kıpırdatmaması bundandı.
Devlet dendiğinde Süreç’i götüren MİT ve Parti’nin görevlendirdiği birkaç kişi oldu. Hakan Fidan ve Beşir Atalay burada en kilit isimler…
Şahsi gözlemim, bu kanadın örgüt ile özerklik pazarlığı yapmaya hazır olduğu yönündedir. Yanılıyor olabilirim, ancak bende oluşan kanaat, her ikisi de meseleye bir terör olayı gibi bakmadılar, ayrı bir siyasi bölge oluşmasını kaçınılmaz gördüler. Bu bağlamda AK Parti’nin bu kanadının kandırılmış olduğunu hiç sanmıyorum…
ERDOĞAN
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise Süreci siyasi stratejisi içinde bir araç olarak gördü.
Bugünden bakınca anlıyoruz ki PKK ile anlaşmaya varılacağına o da inanmıyordu. Ancak örgüte ümit verilirse karşılığında zaman ve belki de başkanlık rejiminde destek umuluyordu.
Bu şekilde değerlendirdiğimizde
istenen zaman kazanıldı. Ancak Örgüt, Başkanlık sistemi arayışlarında
Erdoğan’a verdiği desteği bir anda kesti.
PKK kanadına soracak olursak bunun
nedeni verilen sözlerin yerine getirilmemiş olması. Örgüt belli ki
birtakım pazarlıklara girmiş, ancak bunların karşılığını istediği sürede
alamamış… Bu pazarlık ne olabilir derseniz bunu kimse kamuoyu ile
paylaşmadı.
Dışarıda birtakım sahneleri gördük ama pazarlığın içeriğine hâkim olamadık. Ancak taraflar biri pazarlığı kamuoyu ile paylaşırsa yer yerinden oynayacak gibi duruyor…
TERÖR AZDI
Süreç devam ederken defalarca yazmıştık, o şartlar altında terör örgütü ile yapılacak o şekil görüşmelerin terörü besleyeceğini ve cesaretlendireceğini belirtmiştik. Tam da dediğimiz gibi oldu. Örgüt Süreç boyunca hem teşkilatlandı hem de güçlendi…
İkinci olarak o zaman da söyledik,
sorunun uluslararası ayaklarını gözardı edemezsiniz. PKK artık yerel bir
örgüt değil. Nitekim Irak ve Suriye’deki gelişmeler örgütü Batı
nezdinde PYD üzerinden hem meşrulaştırmaya, hem de ordulaştırmaya
başladı. Türkiye IŞİD konusunda önlem almakta isteksiz kalınca Batı ile
PKK ve Batı ile Barzani IŞİD’e karşı ittifak kurdular. Böylece güç
dengesi yeniden kuruldu. Türkiye’nin Çözüm Süreci bu
şartlar altında boşa düştü. Örgüt daha fazla uluslararasılaşınca Çözüm
Süreci’ne daha az ihtiyaç duydu ve Kobani’den sonra gücünü masada
şiddetle göstermek istedi.
TERÖRÜ AYAKLANMAYA ÇEVİRMEK
Öncelikle belirtmek isterim, Süreç
boyunca örgütün eylemlerine hiçbir şey yokmuş gibi bakan ve bugün
patlayan bombaları sadece seyreden tüm görevliler suçludur.
İkincisi, eğer örgüt ile Meclis’in bilgisi dışında yasadışı bir pazarlık yapıldı ise bu da suçtur. Hele hele ülkenin belli bir bölgesi alışılmadık şekilde örgüte vaat edildiyse bu suç çok ağırdır.
Üçüncü olarak, Süreç boyunca Kürtler PKK’nın kucağına itildiler. Devlet, PKK’yı fiili olarak Kürtlerin meşru ve doğal temsilcisi gibi lanse etti. Bu da büyük bir strateji hatasıydı.
Bugün geldiğimiz noktada ise sanki Erdoğan tam tersi bir istikamete dümen kırdı, ülkeyi de apar topar peşinden sürükledi... Çözüm Süreci’nden topyekün saldırı düzenine geçildi. Ancak bu düzende herhangi bir güvenlik stratejisi göremiyorum. İstihbarat yok gibi, Emniyet dağılmış vaziyette, jandarma ve TSK ise yaşananları anlamaya çalışıyor.
Son haftalarda gördük, devlet teröristlere karşılık verince şehirler savaş alanına dönüyor. Devlet bine yakın teröristi öldürmekle övünüyor ama her yer savaş alanına döndü. Balkondaki kadın, küçük çocuklar, esnaf ve daha birçok sivil de arada kurşunlara hedef oluyor. Tanklar sokaklarda uçaklar semada…
Yaşananlar her geçen gün tipik bir
terör olayı olmaktan çıkıyor, görüntüler korkutucu bir yöne doğru
sürüklendiğimize işaret ediyor. Devlet ise bu şekilde mücadelede kararlı
olduğunu tekrar ediyor…
Buradan nereye varılır derseniz
PKK’nın kayıpları katlanarak artar. PKK bu açıdan ağır bir darbe yer,
ancak saldırıların neden olduğu rahatsızlık kısa sürede örgüte yeni
katılımlar getirir. Çocuklarını kaybeden aileler ve aşiretler ise önce
yavaş yavaş, sonrasında daha hızlı bir şekilde devletten uzaklaşırlar ve
terör olayları adım adım siyasi ayrılıkçılığı besler…
NE YAPMALI?
Öncelikle ortamı soğutmak gerekir.
Silahlar hemen susturulmalı. Nefret konuşmalarına son verilmeli… Terörle
mücadele teknik bir iştir. İnsanların duygularını kışkırtmak,
milliyetçi nutuklar atmak bu mücadelede faydadan çok zarar verir...
İlle de topyekün saldırı yapılacaksa
öncesinde devlet buna hazırlık yapmalı. Polis, jandarma, istihbarat ve
TSK moral, motivasyon ve teknik açılardan bir hazırlık evresinden
geçmeli. Bu 1 ay da olabilir birkaç ay da. Saydığım kurumlar Çözüm
Süreci’nde bilgilendirilmedikleri gibi bugün de bilgilendirilmiyorlar.
Siyasetin nihai amacını bilmeden bu şekilde bir savaştan ülke olarak
başarıyla çıkmak çok zordur.
Terörle mücadele konusunda pek çok
tavsiyemiz olabilir. Bunları burada uzun uzadıya sıralayacak değilim.
Sorulursa anlatırız. Ancak asıl mesele siyaset kurumu. Eğer siyaset yön
gösterici olamazsa ve güveni yeniden tesis edemezse güvenlik
politikaları bu şekilde yol alamaz.
Ne yapmalı derseniz, herşeyden önce
terör olaylarını devlet eliyle bir halk direnişine çevirmemeli. PKK’nın
asıl amacı bu zaten… Halkı yanına alabilmek için yıllardır çalışıyor...
Korkarım ki son iki ayda yaşadıklarımız terör örgütüne bu açıdan bazı
imkânlar sağlıyor.
Devlet yetkililerinin kullandıkları
dil öylesine sert ve özensiz ki saldırılar ile PKK mı hedef alınıyor
yoksa bir kitle mi, zaman zaman bu ayrım ortadan kalkıyor.
Kural basit aslında, insanlar hayatları ile ilgili kararları kendileri vermek isterler. Saygı ve sevgi görmek isterler. Bölge halkı da benzeri hisleri taşıyor. Kendi kendini yönettiğini daha çok hissetmek istiyor. Bir insan topluluğuna kendi kaderini belirleyemeyeceğini söyler ve üzerine şiddet ile giderseniz onun egemenlik isteğini kırbaçlamış olursunuz.
Başka bir deyişle, devlet terör mağduru bölgelerde terör örgütünü yok edeceğim derken insanların bu ülkeye olan sadakatini ve gönül bağlarını zedelememelidir.
Duygusal kopuş artarsa bunun tamiri yok gibidir.
Kural basit aslında, insanlar hayatları ile ilgili kararları kendileri vermek isterler. Saygı ve sevgi görmek isterler. Bölge halkı da benzeri hisleri taşıyor. Kendi kendini yönettiğini daha çok hissetmek istiyor. Bir insan topluluğuna kendi kaderini belirleyemeyeceğini söyler ve üzerine şiddet ile giderseniz onun egemenlik isteğini kırbaçlamış olursunuz.
Başka bir deyişle, devlet terör mağduru bölgelerde terör örgütünü yok edeceğim derken insanların bu ülkeye olan sadakatini ve gönül bağlarını zedelememelidir.
Duygusal kopuş artarsa bunun tamiri yok gibidir.
İLLE DE DEMOKRASİ
PKK, Kürtlere ayrı bir devlet vaat
ediyor. Haklarını ancak böyle alabilecekleri söylüyor. Bunun karşısında
devletin demokratik reformlar ile cevap vermesi gerekir. Yani yaşanan
yangının en büyük ilacı demokratikleşmedir.
Zaten Çözüm Süreci’ni de yok eden
nedenlerden biri de bu olmadı mı? Özünde demokratik hak ve özgürlükleri
geliştirmesi gereken Çözüm Süreci devreye girdiğinde Türkiye’de hak ve
özgürlük alanları daraldı.
Türkiye’nin
her yerinde hak ve özgürlükler ihlal edilirken, devlet yetkililerinin
Kürtlere dönüp sivil yollardan tüm taleplerini alabileceklerini
söylemesi gerçekçi olmayacaktır.