8 Eylül 2015 Salı

Dağlıca ve Terörle Mücadelede Bilgiye Hakim Olamamak / Sedat Laçiner

Bilgilendirme ve genel olarak iletişim, sadece terörle mücadelenin değil, tüm politikaların başarısı için öncelikli konulardan biridir… Güvenlik konusunda ise sahada verilen silahlı mücadele kadar insanların aklına ve gönlüne ulaşmak için verilen ‘enformasyon yarışı’nın da ayrı bir önemi vardır. Hatta bazı durumlarda ‘iletişim savaşları’, güvenlik güçlerinin silahlı mücadelesinden bile daha önemli hale gelebilir.

Söz konusu olan terör ise enformasyon kısmı zayıf bir mücadelenin başarılı olma şansı yoktur. Bir yerde bir olay olduğunda kamuoyunu, en azından teröristlerden daha hızlı bir şekilde bilgilendirmeniz gerekir.

İşte, Dağlıca’da ve pek çok örnekte bu yapılamadı… Halk doyurucu bir şekilde ve zamanında bilgilendirilmedi. Alan dedikoduculara ve manipülasyonlara terk edildi…

Dağlıca’daki felaket, pazar günü akşam civarı uluslararası bir haber ajansı tarafından dünyaya duyuruldu. Yine terör örgütü de ikindi-akşam vakitlerinde haberi kendi cephesinden kamuoyunda yaymaya başladı. Çağımızda haberler internet ve mobil telefonlar sayesinde inanılmaz bir hızda yayılıyor. Öyle de oldu. Ortalıkta dolaşan haberler Dağlıca’da PKK’nın Türk askerine büyük kayıplar verdirdiği şeklindeydi.

Haber yayılınca, bir televizyon kanalında demeç veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olayın aslı soruldu. Erdoğan, bu fırsattan istifade olayı kamuoyunun merakını giderecek şekilde anlatabilirdi. Ancak Erdoğan bu fırsatı kullanamadı, tam tersine kurduğu gizemli ve kısa cümlelerle toplumdaki korkuları bilmeden de olsa besledi. Oysa çatışmalarda kaç askerin öldüğü Cumhurbaşkanının ağzından telaffuz edilseydi dedikoduların önüne geçilebilirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan
, o yayında Dağlıca'daki terör saldırısıyla ilgili olarak şunları söyledi:

“Zırhlı araçlara mayınlı saldırı yapıldı… Genelkurmay Başkanımızın izahatları hakikaten üzücü. Temennim odur ki şu anda yapılacak açıklama ve onun ardından da tabi oradaki devam edecek olan mücadele çok daha farklı çok daha kararlı olacaktır. Hepimizin başı sağolsun. Milletimizin başı sağolsun, Allah sabırlar versin.”

Yıllardır bu konuları çalışan biri olarak Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları beni endişeye, hatta korkuya sevk etti. Bakın burada Cumhurbaşkanı, ilk olarak zırhlı araçlara mayınlı saldırıdan bahsediyor. O zaman diyorsunuz ki “en az birkaç zırhlı araca saldırı var. İkinci olarak Cumhurbaşkanı diyor ki “Genelkurmay Başkanımızın izahatları hakikaten üzücü”. Buradan anlıyoruz ki durum gerçekten çok kötü. Son olarak Cumhurbaşkanı canlı yayında diyor ki “mücadele çok daha farklı çok daha kararlı olacaktır. Hepimizin başı sağolsun”. Bu sözler insandaki kötü haber beklentisini zirveye çıkarıyor. Demek ki diyorsunuz, bundan sonra terörle mücadele çok daha farklı bir noktaya gelecekse ortada şoke edici çok büyük bir felaket var.

Cumhurbaşkanlığı yetkilileri dönüp bu konuşmaya bir daha bakarlarsa toplumu rahatlatan değil, tam aksine korkuya sevk eden, paniği arttıran ama aynı zamanda herhangi bir bilgi de vermeyen bir özellikte olduğunu göreceklerdir. Oysa ki o konuşmasında Erdoğan şehit ve kayıp sayısını verseydi, kamuoyu üzülür, ancak dün geceki kadar infiale kapılmazdı. Bazıları o saatte şehit sayısının belli olmadığını iddia ediyor ki bu, bence doğru değil. Kaldı ki belli olmasa bile yetkilileri sayıyı önce düşük tutabilir, ilerleyen saatlerde güncelleyebilirlerdi. Böylece toplumun bilgi açlığı giderilmiş olurdu.

400 VEKİL MESELESİ

İşin kötü tarafı şu ki, o programda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zihnini meşgul eden en önemli sorun belki de Dağlıca’daki çatışmalar değil, seçimler ve Başkanlık sistemiydi. Ülkenin hükümetsiz kaldığını düşünecek olursak Cumhurbaşkanının bu konuya özel bir önem vermesini anlayabiliriz. Ancak Anayasaya göre ‘tarafsız’ olması gereken bir Cumhurbaşkanının seçmenden bir parti için (AK Parti için) 400 milletvekilini istemesi kabul edilebilir bir şey değildir. Bunu bir de Dağlıca Saldırısı’nın olduğu gece telaffuz etmesi ise olacak iş değildir.

Spiker soruyor:

“Terör haberleri ve çatışma ortamına gerek Cumhurbaşkanlığı'ndan gerekse de siyasilerden gelen sert açıklamaların neden olduğu yönünde muhalefetin eleştirileri var. Hatta sizin bir metro açılışında söylediğiniz '400 vekil istiyorum' sözünüzün bu çatışmalı ortama gelmesinde etkili olduğu söyleniyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Erdoğan bu soruya “Bunu anlamak mümkün değil. Bu 400 hedefini gösterme, aslında yeni Anayasa'nın inşası noktasında, inşa edebilsin, kurabilsin. Bu yeni Anayasa temelinde Yeni Türkiye adımını rahatlıkla atabilelim. Buna yönelik bir hedeftir bu” diyor. Ancak o da dönüyor dolaştırıyor ve konuyu yeniden teröre ve HDP’ye getiriyor. Ve orada anlıyoruz ki Erdoğan’ın zihninde tüm sorunlar AK Parti’nin almasını dilediği 400 milletvekili ile ilişkili…

Tıpkı Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun “başkan seçseydik bu kaos olmazdı” sözleri gibi Erdoğan da diyor ki “400 milletvekilini alsaydık Türkiye bugünkü kaos ortamında olmayacaktı”…

Erdoğan ve çevresi bazı basın yayın organlarında “400 vekil” sözlerinin çarpıtıldığını iddia ediyorlar. Ancak bu sözlerin özünde yanlış olduğunu ve yanlış günde telaffuz edilmesinin de başka bir yanlış olduğunu hatırlatmak isterim.

“KARAKTERİ BOZUK” MESELESİ

Erdoğan’ın aynı programda kullandığı ve bence sorunlu olan en az bir cümlesi daha var…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ATV - A Haber canlı yayınında “400 vekil gibi çok kullanılan argüman, Saray’ın askeri, Saray’ın polisi, Saray’ın savaşı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna verdiği yanıtta şunları söylüyor:

“Evet o Beştepe Külliyesi’yle güçlü Türkiye’nin temellerini atıyoruz. Çatlasalar da patlasalar da devam edecek. Bu arada şehitlerimiz olacak. O babanın söylediği gibi, “5 evladım var, 5’ini de vatan için feda etmeye hazırım. Kendim de beraber feda olmaya hazırım.” Bu babalar da var, ama böyle karakteri bozuk olanlar da var... Bu karakteri bozuk olanların yanında ben bu babalara feda-i can etmeye hazırım.”

Cumhurbaşkanlarının görevi birleştirmektir, bölmek değil. Eğer siz Dağlıca Saldırısı gecesi böyle bir dil kullanırsanız, orada dışarıdan kimsenin halkı provoke etmesine gerek kalmaz ki!

Türkiye bu tür vahim hataları yapmaması gereken bir ülkedir. Ama ne yazık ki son günlerde devlet yetkilileri şehit yakınları hakkında dava açıyor, onlar hakkında gereksiz ithamlarda bulunuyor. Bunlara hiç gerek yok...

GENELKURMAY’IN AÇIKLAMASI

Kısacası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları insanların bilgi ihtiyacını karşılamadı, tam tersine korku ve endişelerini arttırdı.

Genelkurmay’dan gelen açıklama yine bir şans olabilirdi. Ancak metinde kaç askerin şehit olduğuna dair hiçbir bilgi yoktu. Oysa ki o saatlerde internet ortamında rakamlar dolaşıyordu. Genelkurmay bir rakam verebilseydi veya detaylı açıklamalarını gece boyunca sürdürebilseydi bilgi kirlenmesi bu düzeyde yaşanmazdı.

Bu arada hatırlatalım, devletten doyurucu haberler bir türlü gelmezken PKK'ya yakın kaynaklar tam hız bilgi kirlenmesine devam ediyordu... Bu kaynaklarda TSK'nın şehit sayısı 30'un üzerinde gösterildi, hatta saat saat şehit sayısında artış olduğu izlenimi verildi. Yani meydan PKK'ya kalmış oldu...

Enformasyon dünyası böyledir, siz boşluk bırakırsanız bunu düşmanlarınız doldurur. Hatta bilgi gelmeyince kendi insanlarınız dahi korku ve paniğe kapılır, terör örgütünden gelen propaganda gerçek sayılır...

Terör korku meydana getirmektir. Terör örgütlerinin eylemlerinden maksat da budur. Yani toplumu ve devleti korkutarak belli siyasi sonuçları elde etmek. Korkuyu ortaya çıkan unsurların başındaysa belirsizlik gelir. Bu nedenle, bilgi kirliliği ve belirsizlik en az Dağlıca'daki saldırı kadar, belki ondan daha fazla önemlidir. Eğer devlet, terör konusundaki haberleri yönetemezse, bir yönüyle terör daha fazla güçlenir.

OLMASI GEREKEN NEYDİ?

İdeal olan ise şudur, ister Genelkurmay Başkanlığı, ister Savunma Bakanlığı, isterse Başbakanlık’ta bir kriz merkezi kurulmak zorundadır. Bu kriz merkezinin bir basın sözcüsü olmalıdır ve bu sözcü kamuoyuna olayları aktaran ‘güvenilir yüz’ haline getirilmelidir. Bu da demek oluyor ki sözcü olacak kişi makul bir rütbede/mevki’de olmak zorundadır.

Sözcü, günlük, birkaç günlük veya ihtiyaca göre haftalık açıklamalar ve yüz yüze soru-cevaplar ile konunun detaylarını kamuoyu ile paylaşmalıdır. İhtiyaç duyulan hallerde yazılı açıklamalar da yapılmalıdır. Zaman zaman bazı açıklamaları bizzat Genelkurmay Başkanı ve Başbakan’ın yapması da şarttır. Böylece halk sorunun başında gerçek anlamda bir patronun olduğunu, konu ile ilgilenildiğini anlar…

Çatışma bölgesinden seçilmiş bazı görüntüler de basına sağlanabilir.

Bu sayede kirli haber akışının önüne olabildiğince geçilirken, terörle mücadelede iletişim üstünlüğü ele geçirilmiş olur.

Aslına bakılırsa Genelkurmay Başkanlığı bu uygulamayı İlker Başbuğ döneminde denedi. Ancak o dönemde siyaset ile Ordu ilişkisindeki sorunların da etkisiyle uygulama başarılı bir şekilde yürütülemedi. Çünkü TSK sözcüsü, teknik konularda açıklamalar yapmak yerine TSK’ya Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda gelen suçlamalara cevap vermek zorunda kaldı...

Uygulamanın Batı’da, özellikle ABD’de çok başarılı örnekleri var. ABD Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray düzenli olarak güvenlik ve dış ilişkiler konularında kısa bilgilendirmeler yapıyor ve yüz yüze sorular alarak basın aracılığıyla kamuoyunda bilginin kaynağı haline gelmeye çalışıyor…

Devlet bu işe nasıl bir çözüm üretecek bilemiyorum. Ancak mevcut tabloda PKK terör örgütü dahi kamuoyunu bilgilendirmede (daha doğrusu akılları kirletmede) devletten daha hızlı, daha becerikli görünüyor. Bu durum ters çevrilmeden sahada büyük başarılar elde edilse de insanların kalbi ve aklı kaybedilmeye başlanır. Bilgi kirlenmesine müsaade edilirse bazı şer güçler halkı yanlış haberlerle galeyana getirebilirler ve kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. Dağlıca Saldırısı gecesi buna iyi bir örnekti, yeterli bilgi ile beslenmeyen basın ve sosyal medya o gece sabaha kadar başı kesik tavuk gibi sağa sola saldırdı, bilgi kırıntıları aradı durdu.

Bazıları bunu sorun olarak görmeyebilirler, ancak terör uzmanlarına göre, eğer siz bilgiye hakim değilseniz güvenlik güçlerinizin başarısı sonuç almanız için yeterli olamaz.