5 Kasım 2013 Salı

Aytaç Yalman'dan gerçeklerin yine 'bir kısmı' / EZGİ BAŞARAN

Hilmi Özkök, Aytaç Yalman ve aslında Yaşar Büyükanıt gerçeklerin bir kısmını değil tamamını, filtresiz biçimde anlatmadığı sürece Balyoz ve İnternet Andıcı davalarına giden yolda neler olduğunu asla bilemeyeceğiz.
Balyoz darbe planının hazırlandığı iddia edilen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a hapse atılan arkadaşlarının sitemkar serzenişlerinden illallah gelmiş olacak ki, en son Hasdal’dan kendisine yazılan ‘Sustun, ifade vermedin, göz göre göre bizlerin haksız yere suçlanmasına izin verdin’ mealindeki mektuba cevap vermiş. Diyor ki… Bu davada bir kişi masumsa o da benim. Siz bana kızacağınıza sahte CD’leri kim hazırladı, ordunun CD’leri kim tarafından dışarı çıkarıldı onları bulun, onlara kızın. Bu nevi sözlerinin irdelenecek tarafı yok bana göre. Yalman’ın cevabi mektubunda iddianameyi iyi bilenler açısından dikkat çekici unsurlar başka. 

** 

1)Aytaç Yalman, ses kayıtları mevcut, iç tehdidi (Emasya’ya göre irtica) barındıran, Mart 2003’te gerçekleştirilen Plan Semineri için şöyle diyor: “Emrime aykırı bu seminer ne için yapıldı? Emrime aykırı olarak bu semineri yapan ve bu seminerin yapılışında her türlü bilgi ve belgeyi benden gizleyenler niçin itham edilmiyor? Seminerin emrime aykırı olarak yapıldığını bilenler yasalar gereği olarak niçin bana haber vermediler?” 

- Bu sözleri anlamakta zorlanıyorum. Zira söz konusu Plan Semineri’ne ordu içinden toplam 15 gözlemci katıldı, 7’si Kara Kuvvetleri’ndendi. Bu gözlemcilerin tamamını Genelkurmay ve Kara Kuvvetleri kendisi belirlemişti. Hepsi rapor hazırladılar, bunlar –ilginçtir Kara Kuvvetleri’ninki hariç- mahkemeye iletildi. Oradan biliyoruz ki, tüm gözlemciler seminerde suç unsuruna rastlamadığını söylüyor. Emre aykırılık meselesi de ayrı bir muamma… Çünkü hem Genelkurmay Başkanlığı hem de Kara Kuvvetleri, 1. Ordu’nun 5-7 Mart 2003’te seminer düzenlediğini biliyordu. Yazışmalara göre Kara Kuvvetleri komutanı olarak Yalman gerçekten de bu seminerde iç tehdidin tartışılmasını istemiyordu. Çetin Doğan ise ona cevabi yazı göndererek iç tehdidin dış tehdidin sonucu olarak tartışılmasının gerekliliğini anlatmıştı. Bundan sonra Yalman, Doğan’a ikinci bir yazı göndererek ‘Hayır, yine de tartışmayın’ dememişti. Yani pekala engelleyebilirdi. Ama ya göz yummuştu, ya da ‘bulaşmak’ mı istememişti? 

2) Aytaç Yalman’ın seminerle ilgili diğer sözleri de izaha muhtaç. Diyor ki: “(Seminerin) Ses kayıtlarını görmedim. Ses kayıtları elime geçseydi, karargâhım ile paylaşır, gerekli inceleme için hazırlıkları yapardım. 3 günlük seminerin 1 gününde emrime aykırı olarak, EMASYA Planı’nın görüşüldüğünü, seminere gönderdiğim müşahit generalden öğrendim. Bunun üzerine Mart 2003 yılında yapılan bu emre itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için Ordu bölgesine gittim ve gereken ikazları yaptım. Emrime aykırı bir uygulama yapılmıştı. Sınırlı bilgiler içinde emre itaatsizlik olarak gördüğüm bu faaliyetin gereğini yaptığımı ifade etmiştim. Bahse konu faaliyetin bir disiplin suçu olduğu kanaatinde olduğunu ifade etmeliyim. Çünkü 3 günlük seminerin 2 gününde emre uygun davranılmış 1 gününde sınırlar aşılmıştır.” 

-E şimdi bu sözleri, bir önceki sözleriyle çelişmiyor mu? Hem seminerle ilgili belgeler benden gizlendi diyor, hem de emrime aykırı işler yapıldığını tespit ettim… Demek ki elinde seminerle ilgili bilgi ve belge mevcuttu. Hem ses kayıtlarını dinlemedim diyor, hem de seminer hangi gününde neler konuşulduğunu mot-o-mot biliyor. İlginç bir durum, doğrusu. Ayrıca… Tespit ettiği emre itaatsizlik karşısında ne tür bir müeyyide uyguladığını da anlamak mümkün değil. ‘Gereğini yaptım’ diyor ama ne yapmış? Ortada ne soruşturma açıldığına dair bir bilgi ne de belge var. ‘Sakın bir daha yapmayın ha!’ demekle mi yetinmiştir mesela? Darbeye teşebbüs suçu için ‘yerinde’ ve ‘kafi’ bir ikaz yöntemi mi bu sizce? 

** 
Ben Aytaç Yalman’ın mektubuyla bir kez daha şunları anladım: Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan arasında çetrefilli pembe dizileri aratmayacak cinsten güç savaşı yaşanmıştır. Bu birbirinden hiç hazzetmeyen üç zirve konumdaki asker arasında manipülasyonun, dedikodunun envai çeşidi sergilenmiştir. 
Aslında şöyle: Hilmi Özkök, Aytaç Yalman ve aslında Yaşar Büyükanıt gerçeklerin bir kısmını değil tamamını, filtresiz biçimde anlatmadığı sürece Balyoz ve İnternet Andıcı davalarına giden yolda neler olduğunu asla bilemeyeceğiz. 

Ve sonuçta: TSK şeffaflaştırılmadığı, askeri yargı kaldırılmadığı, harcadığı her kuruş denetlenmediği sürece askeri vesayetin kalkması şöyle dursun, kaderimiz ordunun (ve tabii siyasetin) başına geçenlerin demokrasi ve hayat ahlakına, tıynetine kalmış demektir.