25 Mart 2014 Salı

Genelkurmay'a basit bir soru / ERTUĞRUL ÖZKÖK

Genelkurmay'a basit bir soru

BU olay bir casus romanı değil. Gerçekten yaşandı.
22 Ekim 2013 günü saat 16.37’de bir savaş uçağı, Türk hava sahasına tehlikeli şekilde yaklaştı.
Bir iddiaya göre, bir miktar içeri de girdi.

***

Bu bilginin gelişinden bir dakika sonra, Merzifon’daki 5’inci Ana Jet Üssü’nden Türk F-16’ları havalandı.
Kalkan Türk uçakları, saat 17.14’te Karadeniz hava sahamızın sınırı boyunca uçan yabancı uçakla temas kurdu.
Türk hava sahasına giren veya girmek üzere olan uçak, Rusya Hava Kuvvetleri’ne ait bir Il-20’ydi.

***

Peki Türk uçakları Rus uçağına karşı ne yaptı?
Geçen pazar günü Suriye uçağını düşürdüğü gibi mi davrandı?
Bir uyarı atışı mı yaptı?
Hayır...
Sadece gözlemlemekle yetindi.
Hem de ne kadar süre... 
Rus uçağı tam dakikasıyla saat 19.05’te, tam koordinatıyla Ordu civarında Türk hava sahasından uzaklaştı.
Bu ne anlama geliyor?
Türk F-16’ları tam 1 saat 50 dakika boyunca sadece gözledi ve Rus uçağının Türk hava sahasına girmesini engelledi.

***

Evet, olayın dakikaları, koordinatları böyle.
Bu olaydan haberiniz var mı? 
Yok... Hayır, siz meraksız veya cahil biri değilsiniz.
Çünkü bu tür olaylar, ülkeler arasında çok sık rastlanan şeylerdir.
Bunları ancak uzmanlaşmış bazı internet sitelerinden öğrenebilirsiniz.

***

Ama size bu kadar kolay öğrenemeyeceğiniz bir başka bilgi vereceğim.
27 Ağustos 2013 günü Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar Yunan hava sahasına girdi.
Havalanan Yunan uçakları, iddiaya göre Türk uçaklarını kendi hava sahası olduğunu iddia ettikleri bölgenin dışına çıkardı. 
Bu haberi nereden öğrendik?
Çok ilginç...
Yunan Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden.

***

Olayı Türk Genelkurmayı’ndan öğrenemedik, çünkü bu olaydan bir ay önce, tam tarihiyle 11 Temmuz 2013 günü Türk Genelkurmayı ilginç bir karar aldı.
O günden itibaren, Yunan uçaklarının Türk hava sahasını ihlaliyle ilgili haberleri internet sitesine koymaktan vazgeçti.
Neden? 
Bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemedik...

***

Ama bildiğimiz bir şey vardı.
Suriye, Genelkurmay’ın bu kararından bir yıl önce, 22 Haziran 2012 günü bir Türk Fantom uçağını düşürmüştü.
Bu olaydan sonra Türkiye, “yeni angajman kuralları” açıklamıştı.

***

Gelelim geçen pazar gününe...
Düşen Suriye uçağının pilotu, füze uçağına isabet ettiğinde, Türkiye sınırından 7 kilometre uzakta olduğunu söylüyor.
Uçak, Suriye tarafına düştüğüne ve pilot da kurtulup şu anda bir Suriye hastanesinde bulunduğuna göre... 
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının şu soruyu sorma hakkı yok mu:
BİR: Başka ülkelerin hava sahamızı ihlalleriyle ilgili bilgileri yayınlamaktan niye vazgeçtiniz?
İKİ: Başka ülkelerin ihlallerine hiç ses çıkarmazken, Suriye uçağını kendi sınırları içinde niye düşürdünüz?
ÜÇ: Suriye uçakları geçmişte de o mesafelere gelip bazı hedefleri bombaladığı halde, pazar günü niye müdahale ettiniz?

***

Türk Hava Kuvvetleri’nin bu başarısını ben de kutluyorum.
Darmadağın edilen Türk ordusuna duyduğumuz güvenin devam ettiğini göstermesi bakımından ilginç oldu.
Ama bunları da merak ediyoruz.
Bu ülkenin halkının yüzde 70’inin Suriye ile bir savaşa karşı olduğunu biliyoruz.
O nedenle bu soruların cevaplarını da merak ediyoruz.

Niğde’de ne oldu Reyhanlı’da ne olmuştu
İÇİŞLERİ Bakanlığı sadece “Batı uyruklu üç kişi” deyip geçti.
Okmeydanı’nda öldürülen Burak’ın katillerinin DHKP-C olduğunu olaydan üç dakika sonra bilen Başbakan, aradan geçen bunca zamana rağmen, bu üç yabancı uyruklunun hangi örgüte mensup olduğu hakkında tek kelime etmedi...
Kimdir bu adamlar...
Elini kolunu sallayarak ülkemizin içine kadar girip iki güvenlik elemanı, bir vatandaşımızı şehit eden bu adamlar...
“Esad yanlısı mı..”
“Muhaberat mı...”
Yoksa savaşın başından beri sınırımızdan girip, orada savaşıp, sonra geri gelen “dost birlikler” mi...
Suriye uçağını kendi sınırı içinde düşüren Türk güvenlik güçleri, bu olay üzerinde neden tek kelime etmez...
Yoksa bir “Besle kargayı oysun gözünü” durumu var da seçim öncesi ondan dolayı mahcup düşmeme telaşı mı...
Bilmek istiyoruz...
Bir de Reyhanlı olayı var...
Hâlâ kimin yaptığını öğrenemedik...
İnşallah seçimden sonra inandırıcı bir açıklama gelir de bu ülkenin vatandaşı olduğumuzu hissederiz.

Bakın Emine Hanım’a hediye edilen kitapta neler yazıyor
HAFTA sonu ilginç bir kitabı okudum.
Adı, “Diktatörlüğün Psikolojisi”.
Yazarı İranlı bir bilim adamı olan Fathali M. Moghaddam...
Kitabı hatırlardınız mı?
Hani 2013 yılında Amerika’ya gittiğinde Emine Erdoğan’a hediye edilen kitap.
İşte o kitap Türkçeye çevrildi ve 3P Yayıncılık tarafından yayınlandı.
Kitabın 245 ve 248’inci sayfalarında “Diktatörce liderlik” profilini anlatan bir bölüm var. Oradan birkaç cümle aktarayım:

***

Diktatörlüklerde hayatın ortak bir özelliği, toplumun genelinde özel bir suskunluğun yaygınlaşmasıdır.
Diktatörlüklerde tüm kararlar tepeden inme alınır. 
Örnek mi? 
Nazi Almanyası’nda tüm önemli kararları bizzat Hitler verir.
Söz konusu rehber, banyo yapmaktan evliliğe, iş ilişkilerini yürütmekten sosyal ilişkilere varıncaya kadar hayatın akla gelen her yönünü kapsar.
Yüce diktatör mutlak sadakat sağlamak için her şeyi kurban eder.
Kirli liderler çoğunlukla arkalarına halk desteğini alarak (kazara) iktidara gelirler.
Kadının tek rolü eş ve anne olmaktır. Doğurgan kadın ideali baş tacı edilir.
Kimin ne zaman kurban edileceğinin belli olmadığı bir korku iklimi yaratılır. İsyana yeltenenleri nasıl bir sonun beklediği durmadan tekrarlanır.
Narsisttirler; kendileri dışında kimsenin ihtiyaçlarını, hislerini, dileklerini önemsemezler.
Diktatörler, bindirilmiş kıtaların doldurdukları meydanlarda belirli bir süre destek bulabilirler, ancak bu desteği kilit konumundaki elitlerin desteği ile sürdürebilirler.

***

Tanıdık bir kişilik değil mi...
Bir de 44’üncü sayfadaki şu cümleye dikkat:
“21’inci yüzyılda demokrasi maskesi takan diktatörlükler hızla çoğalıyor.
Bugün Rusya ve İran’da bile en önemli politik ofislerin kadrolaşmaları seçimler yoluyla yapılıyor.”
Kısaca, önümüzde çok ciddi bir 
“maskeli diktatörler” tehlikesi var...
Türkiye de bunu 
her geçen gün daha 
iyi anlıyor.