18 Ocak 2013 Cuma

CNNTürk’teki Ayşenur Arslan Hanımefendi’nin dikkatine / Namık ÇINAR

Televizyonlarda “boru muydu, değil miydi”den yola çıkarak bilmem kaçıncı tartışması yapılan şu meşhur law silahı, geçenlerde bu kez CNN-Türk’ün Medya Mahallesi programında ele alınıyor; partneri Akif Beki’yi karşı durarak ağırlayan Ayşenur Arslan Hanımefendi, “Boş law silahlarını ne diye toprağa gömerler, hâlâ anlayabilmiş değilim!” diyerek, buna dair suçlamaları akıllara seza gördüğü o davranışların üstüne giderek zayıflatacağını sanıyordu.

1972 yılıydı. Tüm subay astsubayı alayın subay gazinosunda toplayan alay komutanı, tıpkı İlker Başbuğ’un otuz kırk generali arkasına alarak Türkiye toplumuna aba altından sopa gösterip de gözdağı vermeye kalkıştığı o meş’um basın toplantısında yaptığına benzer şekilde, elleri arasında tuttuğu law silahını tanıtarak şöyle demişti:

“Arkadaşlar! Bu gördüğünüz cephane, yeni tanksavar roketimizdir. Silah diyemiyorum, çünkü tek atımlıktır. Yani sizin anlayacağınız, nişan ve tetik tertibatını kendi üzerinde taşıyan bu roket bir defa sarf edildi mi, artık geriye kalan kısım çöp olmaktadır. İşte şimdi görmüş olduğunuz şey de, atışı yapılmış bir roketin arta kalan o çöp kısmıdır.”


Hepimiz, alay komutanının çöp diye gösterdiği geride kalan o şeye, sessiz bir şaşkınlık içinde bakakalmıştık. Elimizdeki 89 mm’lik roketatarlara nispetle, ne ondaki ateş gücünün mukayesesi ilgilendiriyordu bizi o an, ne daha güzel göründüğü, ne de başka bir şey.

O yüzden, varsa yoksa cânım bir silahın tek atımla ıskartaya çıkacak olması içimize kolaycacık sinmeyecek ve hiçbir zaman atlatamayacağımız bir duygu olarak daima o silahtan önde duracaktır.

Öyle ya, biz zaten teneke kurşunkalem kutularına da kıyamayıp senelerce saklayan bir neslin çocukları değil miydik?
Periyodik atış çizelgelerinde, meselâ bir erin yedi, sekiz ve dokuzuncu atış görevlerine üçer tane fişek tahsis edecek denli hasislikler, bizi tanımlamaya yetmiyor muydu?

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın icrası esnasında sarf ettikleri mermilerin boş kovanlarını da erlere toplatan bir askerî kültürden gelmiyor muyduk?
O boş kovanlar ki, bu law silahının yanında, kabak çekirdeğinin tükürülmüş kabukları yerine gibidirler üstelik.
Alay komutanının elinde tuttuğu işte o boş law, benzini biten lüks bir arabanın hemen oracıkta terk edilerek, gidip yenisinin alınmasına benzemekteydi âdetâ.

Ama olaylara bir açıklama getirmek için, sadece bu nedenlere dayanmak ve o haletiruhiyelerle yetinmek, tek başına gene de doğru değildir.

Law, mühimmat kaleminden sayıldığı için, eğitim alanında koğuşta şurada burada sürekli birlikte yaşanan ve o yüzden de aşinası olunan tabanca, tüfek, roketatar vs. gibi silahlara benzemez. Onun yeri cephaneliklerdir.
O nedenle bu ihtiyacı, atımı yapılmış ama kendisi atılmamış, işte bu boş law silahları karşılar.
Kaldı ki eğitimine duyulacak gereksinim, asla gözardı edilecek gibi durmamaktadır.

Çünkü henüz sarf edilmemiş law silahı bir kez kurulunca, yani silah iki uçtan çekilerek iç içe duran silindirik namlusu atış vaziyeti alınca, artık o cephaneyi sarf etmek zarureti hâsıl olmakta; vazgeçip eski hâline getirmek mümkün olmaktan çıkmaktadır.

O hâlde oynamak ve kurcalamak, üzerinde eğitim yapmak olanağı da bulunmuyor demektir.
Hâlbuki namlunun kurulmasıyla görünür hâle gelen dürbünü dahi başlı başına bir eğitimi hak edecek kadar karmaşıktır.
Hareket hâlindeki hedeflerin hızlarına, yaklaşma açı ve mesafelerine bağlı olarak, yatay ve dikey eksenler üzerinde verilecek önleme hesap ve pratiklerine önceden çalışmanın zaruri olduğu, işin içine girmeyenlerin algılayabileceği bir şey de değildir.

Kazıp çıkarıldığında kimlerin kullanacak olduğu belki de başlangıçta belli olmayan gömülü cephanenin doluları arasına, neden boş law’ların da konmak zorunda kalındığı, umarım şimdi biraz olsun anlaşılabiliyordur. Zira her kim olursa olsun, atmadan önce boşuyla pratik yapmaya mutlaka ihtiyaç duyacaktır.

Fakat burada gözden kaçırmayıp asıl önemsememiz gereken husus, bu anlattıklarımı ve daha fazlasını bal gibi bilecek konumdaki bir Genelkurmay başkanının, doluları dururken dikkatleri boş law’lara çekerek, gömülü cephaneyi değersizleştirmeye kalkışmadaki çabasıdır.

Meselenin ruhu, tıpkı Merkez Bankası başkanının veya Hazine genel müdürünün, bir binanın bodrumunda sahte para basan kalpazanların yakalanması sonrasında, darphanenin çıkarlarını gözetecek yerde, yakayı ele verenlerin yaptıklarını ciddiye almamayı önerdiğinde; veya basılan sahte paraların öyle aman aman bir meblağ tutmadığını dillendirmeye kalktığında, onun hakkında nasıl şeyler düşünmeye başlayacaksak; şimdi de aynı şekilde davranmamızın gerekip gerekmediğindedir.

Sorun buradadır!