28 Ocak 2013 Pazartesi

Yine sulandırma yine bulandırma / Ekrem Dumanlı



Uzun süredir İzmir’de devam eden casusluk soruşturmasının iddianamesi hafta içinde aleniyet kesp etti. Kabarık dosyada neler var neler! Bir açıdan baktığınızda içiniz titriyor ve halkın teveccühüne mazhar olmuş bir kurumu bu duruma düşürenler için “Yazıklar olsun!” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Diğer bir açıdan baktığınızda “Zerre miktar taviz vermeden sonuna kadar gidilmeli ki ordumuz tarihi itibarına yeniden kavuşsun...” diyorsunuz. Asıl ilginç olan nokta şu: Medyanın medya olduğu her ülkede kıyametlerin kopmasına vesile olacak casusluk soruşturması medyanın bir bölümü tarafından ya görmezden geliniyor yahut pespaye dedikodularmış gibi değersizleştiriliyor. Hal böyle olunca bazı gazeteleri okuyanların ne casusluk soruşturmasının gerçeklerinden haberi var; ne de o soruşturma sırasında ortaya çıkan vahim manzaradan.
İddianameye göre çete, subayların zaaflarını kullanarak ele geçirdiği askeri bilgileri başka ülkelerin ajanlarına satıyor. O bilgiler arasında askerlerin sevkiyat güzergâhlarından “F-16’ların teknik taktik prosedürlerine” kadar pek çok önemli askerî belge de yer alıyor. Önemli bir ayrıntı var: Savcılık elde ettiği belgelerin doğruluğunu ve gizliliğini Genelkurmay Başkanlığı ile paylaşıyor. Genelkurmay’ın yargıya destek vermesinden ve tavrından anlaşılıyor ki mesele gayet ciddi ve vahimdir.

Mahkeme sadece askeri sırların elde edilmesi için kurulan örgütü ve karanlık yapının izlediği illegal yolu adalet karşısına çıkarıyor. Yetkisi de o çerçeve ile sınırlı. Kanun dışı yollarla elde edilen bilgi ve belgelerin kime verildiği üzerinde durmuyor mahkeme. Uluslararası bir skandala dönüşmesi de istenmiyor sanki. Bu boşluktan yararlanmak isteyen bazı demagogların, “Bu bilgiler elde edilmiş de ne olmuş yani?” şeklinde sorduğu sualin pek de anlamı yok aslında; çünkü bu yaklaşım, mahkemenin üzerinde durduğu somut delilleri cerh etmiyor. Anlaşılan o ki mahkeme titiz davranıp yetkisini aşmıyor. Esas somut delillere bakmak gerekiyor! O somut delilleri okuyup da “Eyvah!” demeyen ve bunu habere dönüştürmeyen adamın ya aklından şüphe edilir yahut vicdanından... Üzerindeki üniformanın şeref ve onurunu unutarak kanun dışı işlere yeltenenlerin adalet huzuruna çıkartılması medyanın bir bölümünü niçin rahatsız ediyor, sorusuna hâlâ cevap verilemedi. Kimi zaman, “Ne alakası var. Biz de antidemokratik uygulamalara ve kanun dışı işlere karşıyız!” denmekte. Bu tür savunma cümleleri ne zaman sarf edilse büyük çoğunluk ümide kapılır. Çünkü demokrasinin geliştirilmesi sadece siyasetçilerin yapabileceği bir icraat değil; sivil toplumun da medyanın da desteği şart. Hiç olmazsa bu açıdan medyanın yargıya intikal etmiş konularda somut delilleri doğru okuması, doğru yansıtması gerekiyor. Ta ki zan altında kalmasın. Yoksa bu ülkede ajanlar da cirit atacaktır, darbeciler de...