24 Ocak 2013 Perşembe

Darbeye engel olmasınlar diye atıldılar


Emekli Binbaşı Şaban Çobanoğlu, 28 Şubat’ta binlerce subaya ‘mobbing’ yapıldığını söylüyor. “O süreçte ordudaki milliyetçi-muhafazakâr subay kesimini tasfiye ettiler. Bir darbe anında bunların engel çıkaracağını düşündüler.” diyor.
 
‘Bugün hâlâ kışlalardaki camilerde ezan okutulması yasak. Subay-astsubayların namaz kılmasına da izin verilmiyor. 1996’da yayımlanan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman imzalı genelge bugün de geçerli.” diyor emekli Yüzbaşı Ekrem Ata. YAŞ kararlarıyla TSK’dan atılan askerlerin özlük hakları iade edilse de orduevlerindeki ‘muamelenin’ pek değişmediğini, gizli yasağın sürdüğünü anlatıyor. Ata, 28 Şubat mağdurlarından biri. Dönemin ‘sakıncalı asker’lerinden yani...

Emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın 28 Şubat soruşturmasında gözaltına alındığı bir zamanda yakın geçmişte yaşananları hatırlayalım, unutmayalım istedik. Buna aynı zamanda emekli Binbaşı Dr. Şaban Çobanoğlu’nun geçen ay çıkan “Sakıncalı Asker” kitabı vesile oldu. Ekrem Ata ve Şaban Çobanoğlu ile buluştuğumuzda, emekli Orgeneral Karadayı gözaltına alınmamıştı daha.

Çobanoğlu, “28 Şubat döneminde ordudaki milliyetçi-muhafazakâr subay kesimini tasfiye ettiler. Bir darbe anında bunların engel çıkaracağını düşündüler. TSK’nın bir darbede kullanılabilmesi için, kurumsal hiyerarşisinin ele geçirilmesi zorunludur. Batı Çalışma Grubu (BÇG) TSK’nın kurumsal gücünün ve etkinliğinin darbe eyleminde kullanılması amacıyla kurulmuş yasa dışı bir örgüttür.” diye söze başlıyor ve yaşananların adını “mobbing” olarak koyuyor. Mobbing, kısaca ‘bir işyerinde belirli kişilere sistemli olarak yıldırma, bezdirme, psikolojik taciz, psikolojik şiddet uygulanması’ olarak tanımlanıyor. Emekli binbaşı, ordu içindeki ‘belli mihrakların’ planlı ve niyetli uygulamalarının 1993’te başladığına dikkat çekiyor. Bugün daha net fark edilen adı konulmamış bir darbenin tarihi 1993. Turgut Özal’ın ‘kalp krizi’, Uğur Mumcu’nun suikast, Eşref Bitlis’in ‘kaza’ ile öldüğü; 33 erin katledildiği, Sivas’ta 37 ‘can’ın yandığı karanlık bir zaman dilimi. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen bu ölümlerin üzerindeki esrar perdesi hâlâ kaldırılmış değil.

1993 aynı zamanda Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirildiği yıl. Karadayı, Ağustos 1994’te Genelkurmay Başkanlığı’na atanıyor ve ordudaki tasfiye süreci başlıyor. 1996’dan itibaren ise süreç hızlanıyor, tasfiye âdeta açıktan yapılmaya başlıyor. Muhafazakâr askerlerin 100 üzerinden 100 olan sicil notu, eşinin kapalı olması ve manevi değerlere önem vermesi gibi sebepler öne çıkarılarak bozuluyor. Subayların, eş ve yakınlarının dinî duyarlılıkları “irtica”, “Atatürk düşmanlığı”, “laiklik ve çağdaşlık karşıtlığı” olarak fişleniyor. Mesela, başarılı bir asker olan Binbaşı Recep Akbudak’ın sicil notu 100’den 78’e düşürülüyor. Sicil notu belgesinde “Sicil Üstünün Kanaati” bölümünde şu bilgiler yer alıyor: “Vazifede her konuda mükemmel bir subaydır. Ancak inançları gereği eşinin başının kapalı olması Atatürkçü çizgideki düşünceye, TSK geleneklerine uymamaktadır. Bu konuda kendisini geliştirmesi gerekir. Takibi gerekir. 02.05.1995” Takibe alınmalar, sürgünler, horlanmalar başlıyor. Hatta bazı birliklerde, komutanın hanımının oluşturduğu bir grup subay hanımından oluşan ikna ekipleri, bu durumdaki personelin evine gelerek hanımının başını açması yönünde baskı yapıyor. Bu süreçte Binbaşı Akbudak gibi birçok asker uygulanan psikolojik baskı yüzünden TKS’dan istifa etmek zorunda kalıyor ya da emekliye ayrılıyor.

Yaklaşık 3 bine yakın asker de YAŞ ve üçlü kararname ile ordudan uzaklaştırılıyor. TSK’dan uzaklaştırılanlar için zor ve sıkıntılı günler başlıyor… 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişikliği referandumu bu mağduriyetlerin bir kısmının giderilmesi için de fırsat oldu. 22 Mart 2011’de yayımlanan 6191 sayılı kanun ile 926 sayılı TSK Personel Kanunu’na ek olarak 32. madde ilave edildi. Bu kapsamda 1518 personel bu düzenlemeden faydalandı. Emekliliği gelen personel, emsallerinin rütbesinden emekli edildi. Emekliliği henüz gelmeyen personel de kamu sektörüne araştırma görevlisi olarak atandı (kamu kurumlarında işe yerleştirilen, TSK kimliği, silah ve pasaportları verilen 690 kişi, orduevlerinden de yararlanmaya başladı).

Ekrem Ata, mağdur askerler için “Bu insanların manevi kayıpları büyüktür.” diyor. Ve gördükleri muamelenin bugün de pek değişmediğini belirtiyor: “Hakları iade edilen iki arkadaşımız başörtülü eşleriyle orduevine gitmiş ama kendilerine yemek verilmemiş, yüzlerine bakılmamış.” Ata’nın dikkat çektiği bir başka mağduriyet daha var: Üçlü kararnameyle atılanlar, YAŞ kararlarıyla atılmayayım diye istifa edenler, emekliliğe zorlananlar… Bu şekilde ordudan ayrılmak zorunda kalan yaklaşık 2 bin kişinin olduğunu söylüyor Ata: “Bu insanların mağduriyeti nasıl giderilecek peki?”

Şaban Çobanoğlu, atılmaları TSK açısından yorumlarken “Ordu moral değerler açısından sıfırlanıyor.” tespitini yapıyor: “Bir orduyu ordu yapan iki özellik var. Disiplin ve inanç. Öldükten sonra yaşamaya inanç, şehitliğe inanç, kendine olan inanç... Bu süreçte ordunun ahlak pusulası şaştı maalesef. Ayrıca ordu, bir cemaat anlayışıyla hareket eder. Keyfî uygulamalar başladığında ise insicam bozulur.”

Çobanoğlu, ordudan atılan askerlerin hikâyesine yer verdiği “Sakıncalı Asker” kitabıyla ilgili olarak ise “Bu bir rövanş çalışması değildir. Umarım bu tespit ve uyarı mahiyetindeki çalışmamız hükümetimizin ve komutanlarımızın ilgisini ve dikkatini çekecektir.” diyor.

Sohbetin sonunda Ekrem Ata, geçen günlerde Meclis’e sunulan “Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanun Tasarısı” ile ilgili uyarılarda bulunuyor. Yüksek Askerî Şûra kararları ile yapılan işlerin şimdi 5 ayrı kurul tarafından daha altta yapılabilir hâle getirildiğini anlatıyor. Ata’ya göre bu taslak kanunlaşırsa, Silahlı Kuvvetler’de ideolojik tasfiyenin mekanizması olarak kullanılacak.

Ordudan uzaklaştırılanlar anlatıyor

O belge ahrette geçer mi? 
Emekli Yarbay Abdullah Sönmez: “Sene, 1996. Yer, Keşan. Birlik, 4. Mekanize Tugayı. Dindar subay ve astsubaylara karşı zulümler devam ediyor. Tugay Komutanı Y.Ö. Paşa, Genelkurmay’dan gelen ‘Eşleri örtülü veya dindar subaylarla birlik komutanları bire bir veya toplu olarak görüşecek ve (sözüm ona) doğru yolu bulmaları için ikna edilecek ve personel kazanılmaya çalışılacak. İkna olmayanlar haklarında da sicil düzenlenip Askerî Şuralara sevk edilecek.’ şeklindeki emir doğrultusunda bir akşam tugaydaki bütün dindar subay ve astsubayları eşleriyle birlikte orduevine çağırdı. Bizleri bir salona aldıktan sonra, kendi eşi ile birlikte eşlerimizin başlarını açmaları gerektiğini belirtti. Bu görüntülerin TSK’ya yakışmadığından falan bahsettikten sonra ‘Arkadaşlar bütün günahlarınızı üzerime alıyorum. Hepinize tugay komutanı olarak benim emrimle başını açmıştır diye imzalı yazı vereyim.’ dedi. Bunun üzerine bir arkadaşın örtülü eşi, ‘Sayın komutanım, o belgeyi ne yapacağız? Ahirette sorgulandığımız zaman mı göstereceğiz?’ deyince, salonda bir tebessüm rüzgârı esti.”

Din Kültürü öğretmeninin suçu: Dinî telkin!
Emekli Öğretmen Kıdemli Binbaşı Selahattin Arslan: “Komutanlar, sürgüne gönderdikleri veya YAŞ’a teklif ettikleri personelin önce sicillerini bozuyorlardı. Benim 1995’teki ilk sicil amirimin verdiği not 100 üzerinden 95, ikinci sicil amirim Okul Komutanı Kurmay Albay Y. A.’nın verdiği sicil notu ise 64.  Hâlbuki sicil yönetmeliğine göre iki sicil amirinin verdikleri notlar arasında 20 puandan fazla fark varsa, belgelenmesi gerekirdi. Sonradan bir vesileyle baktığım ve fotokopisini hâlâ sakladığım sicil notu sayfamdaki tek belge; düşünceler hanesine yazılmış olan subjektif bir kanaatti. Bu suç da şu idi: ‘Dinî görüşleri benimsemiştir. Eşinin kıyafeti çağdaş değildir. Etrafına dinî telkinlerde bulunur. Takibi gerekir.’ Din dersi öğretmeninin suçuna bakar mısınız? Yönetmeliğe göre, bu kanaat belge değildir. Ama o dönem öyle bir dönemdi ki belge önemli değildi. Önemli olan dindarların ordudan tasfiyesi idi. Bu kanaati bir personel için yazabilmek o zaman pirim yapıyordu. O komutan için tercihen terfi sebebi idi. İşte ben o dönemde ‘şüpheli ve sakıncalı personel’ statüsüne alındım... Her ay hakkımda istihbarat şubesi tarafından KKK’ya rapor gönderiliyordu. Bu raporların amacı da yapılan bu sürgün tayin, sözlü ikazlar, aileme yapılan tacizlere rağmen, durumumda bir değişme var mı? Her ay gönderilen raporlara, ‘Düşünce ve yaşantısı aynen devam ediyor’, ‘Eşi çağdaş olmayan kıyafetle dolaşıyor’, ‘Dinî yaşantısını sürdürüyor’ şeklinde yazılıyordu.”

Tayyip Bey ile konuştuğumuz için sürgün edildik

Emekli Binbaşı Atilla Yıldırım: “1994’ün son ayları, yer Harp Akademileri… Yabancı menşeli subayların mezuniyet töreni… Törende kimler var? Tansu Çiller, Erdal İnönü, Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan… Çiller, İnönü ve Cindoruk’un etrafında general ve kurmay subaylar var; misafirleriyle ilgileniyorlar, kokteyl olarak bir şeyler yiyip içiyorlar. Bir tanıdığım yanıma geldi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın dışlandığını, kimsenin ilgilenmediğini, kokteyl alanının dışında şoför gibi beklediğini, bu durumun kanına dokunduğunu söyledi. Ben de duruma üzüldüm ve bir plan yaptım. Özbekistan, Türkmenistan kökenli yabancı subaylardan 5 kişiyi yanıma aldım ve Recep Tayyip Erdoğan Bey’in yanına gittik, etrafını sardık, kendisiyle ilgilendik, sohbet ettik. Bu ilgi ve sohbet video çekimle kaydedildi, sonra izlendi. Tayyip Bey’in etrafında olan şahıslar deşifre edildi. Tayin döneminde Kuleli Askeri Lisesi’nden uzaklaştırılarak 11. Hudut Taburu’na sürgün edildik. Bu kaset Harp Akademileri arşivinde mevcuttur. Sayın Başbakan’ın bu olayı hatırlayacağını düşünüyorum.”
    
Emekli Başçavuş Mehmet Akkın: Üç yıl boyunca eşimle birlikte yürüyemedim

“Doğubeyazıt’ta aynı sorunları yaşamamak için (başörtülü) eşimle anlaşmalı olarak boşanmaya karar verdik ve resmî olarak boşandık. Mahkeme kararını birliğime verip ‘eşimden şiddetli geçimsizlik dolayısı ile boşandığımı ve yalnız yaşadığımı’ beyan ettim. Aslında bir ev kiralamıştım, eşim ve çocuklarımla birlikte Doğubeyazıt’ta yaşıyordum. Fakat yalan söylemek zorundaydım. Üç yıl boyunca eşim ve çocuklarımla birlikte yürüyemedim, alışverişe dahi çıkamadım. Aynı yoldan ayrı ayrı yürüyerek, aynı markette ayrı ayrı durarak hayatımızı sürdürdük. Birlik komutanı beni kontrole geldiğinde boş evi gösteriyordum. Namazımı yine bir suç işler gibi kilitli odamda, depomda, tatbikatlarda kimsenin göremeyeceği dere yataklarında gizli gizli kılıyordum. 2004’te Kandıra’ya atandım. Birliğime boşanmış olduğumu ve yalnız yaşadığımı beyan ettim. Burada da eşim ve çocuklarımla birlikte görünmeden yaşıyorduk. Namazlarımı yine gizli gizli kılıyordum. 2005’te artık ben çok sevdiğim askerlik mesleğinden iyice soğumuş, ‘sakıncalı personel’ damgası ile görev yapamayacak hâle gelmiştim… Psikolojim bozulduğu için insanlara zarar verme potansiyeline sahip olduğumu düşünmeye başlamıştım… Bu sebeplerden dolayı Ağustos 2005’te 15 yıllık mecburi hizmetimi tamamladığım gün istifa dilekçemi verdim. Kendi isteğimle çok sevdiğim TSK’daki görevimden istifa etti(rildi)m.”

Hâlâ yürürlükte olan genelge
Emekli Yüzbaşı Ekrem Ata’nın hâlen yürürlükte dediği Teoman Koman imzalı 15 Şubat 1996 tarihli genelge şöyleydi, hatırlayalım:
 Mescitlere rütbeli personel ile sivil memur ve işçiler giremeyecek. Bunlar, ibadetlerini evlerinde ve sivil kıyafetli olmak kaydıyla herkese açık camilerde yapacaklar.  Kışla içinde ve dışarıda yapılacak ibadette mesai saatlerine uygunluk esas alınacak.  Kışla mescitlerinde ve camilerde ezan okunmayacak.  Cami ve mescitlerde sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yayınlanmış Kur’an ve dergiler bulundurulacak.  Mescit ve camilerde cüppe ve sarık kullanılmayacak.