28 Ocak 2013 Pazartesi

Dersimli Karadayı 2 / Mehmet Baransu

28 Şubat süreci mimarlarından, Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın aslen Çankırılı olmayıp, 1930 Dersim Pülümür katliamı sürgünü bir Alevi olduğunu geçen hafta bu köşede açıklamam üzerine tam da beklediğim gibi “kimlik siyaseti yaptığım” yönünde bazı değerlendirmeler yapıldı.

Bir önceki yazımda da belirttim; “Karadayı'yla ilgili bu yazının ardından birileri kimlik siyaseti yaptığımı iddia edecektir. Bu tür iddiaları çok da dikkate almadığımı hemen belirteyim. Bu ülkede Genelkurmay başkanlığı koltuğuna oturmuş bir kişinin, yıllarca kimliği dahil siyasi görüşlerini neden sakladığının çok daha önemli olduğunu düşünürüm.”

Yazıma bu notu düşmeme rağmen “kimlik” üzerine yazılan değerlendirmelerin bu ülkede “tehlikeli sularda yüzmek” anlamına geldiğini iyi biliyordum. Duygusal ve “kimliksel” nedenlerden dolayı bu tür yazıların yanlış anlaşılmalara müsait bir alan olduğunun da farkındaydım.

Önceki gün HerTaraf köşesinde Alevi dostumuz Şenol Kaluç, “Baransu'nun anlamak istemediği” başlıklı bir değerlendirme yazısı kaleme aldı. Yazımın sorunlu olduğunu, sakınmak istesem de kimlik siyaseti yaptığımı söyledi.

Sevgili Kaluç'u bu yazdıklarım ne kadar tatmin eder bilemem ama geçen hafta da belirttiğim gibi amaç kimlik siyaseti değildi. Karadayı özelinde bu ülkede yaşananların fotoğrafını çekmekti.

Birileri çok çabuk unutmuş olabilir ama 28 Şubat sürecinde medya ve Genelkurmay Başkanlığı, tepe isim olarak da Karadayı, muhafazakâr ve dindar kesimin “takiyye” yaparak devleti ele geçirmek istedikleri psikolojik propagandasını yapmış, ardından da binlerce masum insan ordudan ve kamu kurumlarından atılmıştı. Devlet kendilerince şekillendirilmeye çalışılmıştı.

Tüm bu yaşananların baş mimarı da 1930 Pülümür katliamı sürgünü olduğunu yılarca saklamayan Karadayı'dan başkası değildi.

Aynı Karadayı, rahmetli Turgut Özal'ın Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunduğu dönemde de yine takiyye yapmış, muhafazakâr olduğu izlenimi vermek için generallerin seccadesini yere sermekten namaz kılmaya, muhafazakâr sergileri gezip hakkında dindar algısı yaratmaya bir dizi icraata imza atmıştı. Encümeni Daniş üyesi ismin “Batı Çalışma Grubu'ndan haberim yok” dediği cümlelerinin mürekkebi henüz kurumamıştı yazıyı yazdığım saatlerde.

Kimlik'ten bir dönemin kudretli bir isminin karakter analizi kastediliyorsa, “evet” tam da bunu yapmaktı amacım. Karadayı'nın kişisel karakter kimliğinin fotoğrafını çekmiş, bunu da seve seve okurlarımla paylaşmıştım. Yaptığım sadece buydu. Bu tür yazılara bundan sonra da yer vereceğimi şimdiden belirteyim. Üzülerek söyleyeyim, birilerinin rahatsız olacağını bilerek bunu yapacağım.

Şenol Kaluç'un değerlendirmelerine gelince...
Bu ülkenin hâkim zihniyeti, bu ülkede yaşayan tüm kesimlere “bir kendini saklama kültürü” aşıladıkları doğrudur. Tıpkı muhafazakâr, dindar kesim gibi. Tıpkı Kürtler gibi. Tıpkı solcular gibi. Tıpkı Aleviler özellikle de Dersimliler gibi.

Birileri tarafından yıllarca ve halen “Kemalizm” bir zehir olarak kullanıldı. Toplum tüm bireyleriyle bitkisel hayata sokuldu. Ardından da ölüme razı edildi. “Takiyye” bu ülkede geçer akçe hâline geldi. Takiyye, tek kimliğe değil, bu ülkeye özgü bir gerçeklik olarak karşımıza çıktı. Ve sistemin zehirlediği kişiler de kendi cellâtlarına duydukları aşkla, göreve gelir gelmez isteneni, istendiği gibi hayata geçirmeye başladı.

Bugün Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Kamer Genç'in, İsmail Hakkı Karadayı'nın Alevi kimliğine sahip olduğunu söylemek en başta Alevi dostlarıma yapılmış en büyüt haksızlık anlamına gelir. Dedelerinin “katliamlarının” hesabını soramayanlara kimlik atfetmek de sanırım bize özgü “kimlik” tarifi olsa gerek.

Bu türden kişiler üzerine yazılmış bir değerlendirmeyi de “kimlik siyaseti” bağlamına oturtmak sakıncalı olduğu gibi sorunlu da. Sevgili Kaluç kusura bakmasın, bu da en başta Alevi dostlara yapılmış büyük bir “ayıp”.
Yazısını dikkatle okuduğum Kaluç'un kendisini Karadayı'yla aynı “kimlik” üzerinden tarif ettiğini düşünmesem de “birilerini” sahipleneyim derken aslında kendi “kimliğine” zarar verdiğinin de farkında olmadığını düşünüyorum.

Özetle...
Geçen hafta da yazdığım gibi...

Karadayı, Dersimli bir Alevi olduğu için değil, bu sistemi özümsediği ve benimsediği için 28 Şubat sürecinde hukuksuz icraatlara imza atmış, toplum üzerinden bir silindir gibi geçmiştir. Aksini düşünmek, yaşananları “kimliğine” bağlamak en başta “kimlikleri” konuşmayı ayıp sayan bana karşı yapılmış bir haksızlık.
Kimlik siyaseti yaptığımı iddia edenler sanırım şunu da gözardı etmemeliler.

Karadayı'nın 28 Şubat'taki ortakları Süleyman Demirel'i, Çevik Bir'i, Ertuğrul Özkök'ü, Zafer Mutlu'yu, Uğur Dündar'ı ve binlerce Sünni olduğunu söyleyen diğerlerini hangi “kimlikle” değerlendirip, nereye koyacağız.
Sizler unutmuş olabilirsiniz ama bu isimleri ve yaptıklarını unutmadım. Ömrümün sonuna kadar da unutmayacağım. Bu gerçeklik ortada dururken, suçu bir isim üzerinden bir “kimliğe” bağlayacak kadar da aklımı yitirmedim.