28 Şubat süreci mimarlarından, Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı
Karadayı'nın aslen Çankırılı olmayıp, 1930 Dersim Pülümür katliamı
sürgünü bir Alevi olduğunu geçen hafta bu köşede açıklamam üzerine tam
da beklediğim gibi “kimlik siyaseti yaptığım” yönünde bazı
değerlendirmeler yapıldı.
Bir önceki yazımda da belirttim; “Karadayı'yla ilgili bu yazının
ardından birileri kimlik siyaseti yaptığımı iddia edecektir. Bu tür
iddiaları çok da dikkate almadığımı hemen belirteyim. Bu ülkede
Genelkurmay başkanlığı koltuğuna oturmuş bir kişinin, yıllarca kimliği
dahil siyasi görüşlerini neden sakladığının çok daha önemli olduğunu
düşünürüm.”
Yazıma bu notu düşmeme rağmen “kimlik” üzerine yazılan
değerlendirmelerin bu ülkede “tehlikeli sularda yüzmek” anlamına
geldiğini iyi biliyordum. Duygusal ve “kimliksel” nedenlerden dolayı bu
tür yazıların yanlış anlaşılmalara müsait bir alan olduğunun da
farkındaydım.
Önceki gün HerTaraf köşesinde Alevi dostumuz Şenol Kaluç,
“Baransu'nun anlamak istemediği” başlıklı bir değerlendirme yazısı
kaleme aldı. Yazımın sorunlu olduğunu, sakınmak istesem de kimlik
siyaseti yaptığımı söyledi.
Sevgili Kaluç'u bu yazdıklarım ne kadar tatmin eder bilemem ama geçen
hafta da belirttiğim gibi amaç kimlik siyaseti değildi. Karadayı
özelinde bu ülkede yaşananların fotoğrafını çekmekti.
Birileri çok çabuk unutmuş olabilir ama 28 Şubat sürecinde medya ve
Genelkurmay Başkanlığı, tepe isim olarak da Karadayı, muhafazakâr ve
dindar kesimin “takiyye” yaparak devleti ele geçirmek istedikleri
psikolojik propagandasını yapmış, ardından da binlerce masum insan
ordudan ve kamu kurumlarından atılmıştı. Devlet kendilerince
şekillendirilmeye çalışılmıştı.
Tüm bu yaşananların baş mimarı da 1930 Pülümür katliamı sürgünü olduğunu yılarca saklamayan Karadayı'dan başkası değildi.
Aynı Karadayı, rahmetli Turgut Özal'ın Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı
görevlerinde bulunduğu dönemde de yine takiyye yapmış, muhafazakâr
olduğu izlenimi vermek için generallerin seccadesini yere sermekten
namaz kılmaya, muhafazakâr sergileri gezip hakkında dindar algısı
yaratmaya bir dizi icraata imza atmıştı. Encümeni Daniş üyesi ismin
“Batı Çalışma Grubu'ndan haberim yok” dediği cümlelerinin mürekkebi
henüz kurumamıştı yazıyı yazdığım saatlerde.
Kimlik'ten bir dönemin kudretli bir isminin karakter analizi
kastediliyorsa, “evet” tam da bunu yapmaktı amacım. Karadayı'nın kişisel
karakter kimliğinin fotoğrafını çekmiş, bunu da seve seve okurlarımla
paylaşmıştım. Yaptığım sadece buydu. Bu tür yazılara bundan sonra da yer
vereceğimi şimdiden belirteyim. Üzülerek söyleyeyim, birilerinin
rahatsız olacağını bilerek bunu yapacağım.
Şenol Kaluç'un değerlendirmelerine gelince...
Bu ülkenin hâkim zihniyeti, bu ülkede yaşayan tüm kesimlere “bir
kendini saklama kültürü” aşıladıkları doğrudur. Tıpkı muhafazakâr,
dindar kesim gibi. Tıpkı Kürtler gibi. Tıpkı solcular gibi. Tıpkı
Aleviler özellikle de Dersimliler gibi.
Birileri tarafından yıllarca ve halen “Kemalizm” bir zehir olarak
kullanıldı. Toplum tüm bireyleriyle bitkisel hayata sokuldu. Ardından da
ölüme razı edildi. “Takiyye” bu ülkede geçer akçe hâline geldi.
Takiyye, tek kimliğe değil, bu ülkeye özgü bir gerçeklik olarak
karşımıza çıktı. Ve sistemin zehirlediği kişiler de kendi cellâtlarına
duydukları aşkla, göreve gelir gelmez isteneni, istendiği gibi hayata
geçirmeye başladı.
Bugün Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Kamer Genç'in, İsmail Hakkı
Karadayı'nın Alevi kimliğine sahip olduğunu söylemek en başta Alevi
dostlarıma yapılmış en büyüt haksızlık anlamına gelir. Dedelerinin
“katliamlarının” hesabını soramayanlara kimlik atfetmek de sanırım bize
özgü “kimlik” tarifi olsa gerek.
Bu türden kişiler üzerine yazılmış bir değerlendirmeyi de “kimlik
siyaseti” bağlamına oturtmak sakıncalı olduğu gibi sorunlu da. Sevgili
Kaluç kusura bakmasın, bu da en başta Alevi dostlara yapılmış büyük bir
“ayıp”.
Yazısını dikkatle okuduğum Kaluç'un kendisini Karadayı'yla aynı
“kimlik” üzerinden tarif ettiğini düşünmesem de “birilerini”
sahipleneyim derken aslında kendi “kimliğine” zarar verdiğinin de
farkında olmadığını düşünüyorum.
Özetle...
Geçen hafta da yazdığım gibi...
Karadayı, Dersimli bir Alevi olduğu için değil, bu sistemi özümsediği
ve benimsediği için 28 Şubat sürecinde hukuksuz icraatlara imza atmış,
toplum üzerinden bir silindir gibi geçmiştir. Aksini düşünmek,
yaşananları “kimliğine” bağlamak en başta “kimlikleri” konuşmayı ayıp
sayan bana karşı yapılmış bir haksızlık.
Kimlik siyaseti yaptığımı iddia edenler sanırım şunu da gözardı etmemeliler.
Karadayı'nın 28 Şubat'taki ortakları Süleyman Demirel'i, Çevik Bir'i,
Ertuğrul Özkök'ü, Zafer Mutlu'yu, Uğur Dündar'ı ve binlerce Sünni
olduğunu söyleyen diğerlerini hangi “kimlikle” değerlendirip, nereye
koyacağız.
Sizler unutmuş olabilirsiniz ama bu isimleri ve yaptıklarını
unutmadım. Ömrümün sonuna kadar da unutmayacağım. Bu gerçeklik ortada
dururken, suçu bir isim üzerinden bir “kimliğe” bağlayacak kadar da
aklımı yitirmedim.