18 Ocak 2013 Cuma

A.Gücü’nü çıkarma onurunu başkasına bırakamazdık

14 Ocak 2013 / BEHRAM KILIÇ
12 Eylül döneminin Futbol Federasyonu Başkanı emekli Tuğgeneral Yılmaz Tokatlı ile o yıllara dair önemli olayları konuştuk. Tokatlı, Ankaragücü’nün 1. Lig’e çıkartılmasından Maraş olaylarına kadar pek çok konuda samimi açıklamalarda bulundu.
12 Eylül 1980 darbesi toplumda birçok yara açtı. İşin siyasi boyutu yıllardır konuşuluyor. Darbenin bir de Türk sporuna etkileri vardı. Mesela, sıkıyönetim ilan edilir edilmez futbol maçları durduruldu. Darbe yönetiminin spor bakanlığına Albay Hüsamettin Yılmaz getirildi. Beden Terbiyesi Genel Müdürü ise Albay Yücel Seçkiner oldu. Peki ya ülkenin en önemli federasyonunun, yani futbolun başına kim getirilecekti? O koltuğa da bir asker oturdu. Rütbece hem Hüsamettin Yılmaz’dan hem de Yücel Seçkiner’den daha kıdemli olan emekli Tuğgeneral Yılmaz Tokatlı... Tokatlı, Köşk’ün onayıyla Kasım 1980’de göreve başladı. Tam 4 yıl koltukta oturdu. Peki, 4 yıl boyunca neler yaşadı? 2. Lig’deki Ankaragücü’nün o zamanki adıyla 1. Lig’e çıkartılmasında rolü var mıydı? Kenan Evren’in kendisine müdahalesi oluyor muydu? Federasyon koltuğundan ayrıldıktan sonra da futboldan kopmayan ve hâlen Profesyonel Futbol Adamları Derneği’nin başkanlığını yapan Yılmaz Tokatlı ile derneğin Beşiktaş’taki merkezinde buluştuk.

-Darbe sonrası Futbol Federasyonu Başkanlığı görevine neden siz layık görüldünüz?
1971-1973 arasında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı yaptım. Bünyemizde Muhafızgücü Spor Kulübü vardı. Orada her branş mevcuttu. Muhafızgücü’nü birçok branşta şampiyon yapmıştık. Basketbol, güreş, voleybol, binicilik... Türkiye’nin elit sporcuları bizim takımda yer aldı. Sporu severim. Çocukluğum at sırtında geçti. Biniciliği, basketbolu severim. 1980’de komutanlarımız eksik olmasınlar bana teklif ettiler. Çünkü spor camiası Muhafızgücü dönemimden beni tanıyordu. Sözü geçen spor yazarı arkadaşlarımız vardı. Onlar da beni önerdiler Hüsamettin Bey’e, Yücel Bey’e. Köşk’ten de cevap olumlu çıkınca başkanlığa getirildim.

-Bu isimlerle tanışıyor muydunuz?
O zaman Yücel Seçkiner, Beden Terbiyesi genel müdürü olmuştu. Bana dedi ki “Beraber çalışacağız.” Önce “Ben yapamam.” dedim. “Yaparsın.” dedi. İsmail Hakkı Güngör vardı. O da Genelkurmay spor şube başkanıydı. O da bu yeni süreçte Beden Terbiyesi’nde müsteşar oldu. Hep beraber başladık çalışmaya.
-Hüsamettin Yılmaz da spor bakanıydı. Hem Hüsamettin Bey hem de Yücel Bey albay rütbesindeydi. Sorun oldu mu sizin rütbece onlardan üstte olmanız?
Hüsamettin bir ara baktı bakanlığa, kısa süre sonra yerine Vecdi Özgül geçti. Rütbece üstündüm. Onlar albay, ben tuğgeneraldim. Biraz tezat gibi bir durum vardı ama federasyonun kendine has müstakil bir havası vardı. Arkadaşlarla 4 sene uyum içinde çalıştık.
-Kenan Evren’le daha önce tanışıyor muydunuz?
Onunla çalışmışlığım yok. O bizden önceydi. Ondan küçüğüm. Ben albayken o korgeneraldi. Onlar 37’liydi, ben 49 mezunuyum. 78’de emekli oldum. Onlar orgeneral oldu.

-Size nasıl onay verdi Kenan Evren?
Tanıyordu beni. Yücel Bey’de tanıyordu beni.

-Göreve geldiğinizde Türk futbolunun hâli nasıldı?
Futbol o zaman böyle olaylı değildi. Daha ciddiydi. Başkanlar arasında kavga, dalaşma yoktu. Biz de Türkiye’nin şartlarına uygun olarak organizasyonlar yaptık. Yönetimimde futboldan gelmiş insanlar vardı. Onlara “Futbol sizin, karar vermek, yönetmek benim vazifem.” dedim. Talimatlar hazırladık. Kulüplerin denetimlerine, mali yönlerine, altyapılarına kadar bir dizi talimatlar... Teknik direktör, hakem eğitim seminerleri düzenledik. Altyapıya önem verdik. Kulüplere, altyapıdan yetiştirdikleri iki oyuncuyu oynatma şartı koyduk.
-Yabancı futbolcu konusunda ne gibi adımlar attınız?
Yabancı futbolcu baskısı geldi kulüplerden. Alalım dedik. Ama şartlarımız vardı. Gelen oyuncu ülkesinin millî takımında oynamak zorundaydı. Yaş şartı da getirdik. En fazla 2 yabancıya bağladık işi. Bizden sonra gelen birçok federasyon kulüplerin oyuncağı oldu. Federasyon başkanları senede bir değişir oldu.

-Siz 4 sene nasıl kaldınız görevde? Seçim olmadı mı?
Seçim oldu. Kulüpler destekledi, biz yine görevde kaldık.
-Cumhurbaşkanı asker, bakan asker, federasyon başkanı asker. Kulüpler sizden çekiniyorlar mıydı?
Gayet tabii. Ama kulüp başkanlarının hepsi saygın insanlardı. Hiç kimseye şusun busun demedik. Doğruyu söyledik.
-Şike oluyor muydu sizin zamanınızda?
Bir defa oldu. İskenderunspor’un içinde olduğu bir şike olayı. Hakemlerle kulüp arasında bir anlaşma olduğunu öğrendik. Takımı küme düşürdük, hakemin lisansını iptal ettik. Sorun çözüldü.

-Kulüpler sizden benim maçıma şu hakemi gönderme gibi isteklerde bulunurlar mıydı?
Bir defasında Bursaspor bana dedi ki “Yılmaz Önen’i (Yılnur Önen’in babası) maçıma gönderme.” Niye kardeşim? “Taraf tutuyor. İyi hakem değil.” Ben de dedim ki “Hakem eğer kötüyse cezasını biz veririz. Sen değil. Bu hakemi bu maça göndermeyeceğim. Ama bir sonraki maçta o hakem senin maçında olacak. Hakemi kaybetmeye hakkımız yok.” Nitekim o hakemi bir sonraki Bursa maçına gönderdim. Ertuğrul Dilek, Hilmi Ok, Talat Tokat, Sadık Deda, Yusuf Namoğlu, İhsan Türe, Özcan Oal; hepsi benim hakemlerimdi.

-Büyük kulüpler ricacı oluyorlar mıydı sizden?
Bizi de tanıdıkları için taviz vermeyeceğimi biliyorlardı. Hakemin başarısızlığı bize mal edilirdi. Hiç unutmuyorum, İnönü Stadyumu’nda bir müsabaka seyrediyorum. Eski bir hakem arkadaş, maçın hakemine hakaret ediyor. Çağırdım. Sen hakemlik yaptın mı? Yaptım. Gözlemcilik yaptın mı? Yaptım. Niye hakaret ediyorsun? Sen hata yapmadın mı? El âlemin ortasında niçin arkadaşını küçük düşürüyorsun? Federasyon Başkanlığı’na tayinim çıktı. O zamanlar İstanbul Sanayi Odası’nda çalışıyordum. Kurulları oluşturmak üzereydim. Herkes geliyor. Şunu al, bunu alma... Öyle tuhaf bir camia ki... Herkes birbirini eleştiriyor. O arkadaşlara “Sen de kıymetlisin, o da kıymetli.” dedim. İnsanları kırmadan, güven vererek bir ekip oluşturmaya çalıştık. Kimse Yılmaz Tokatlı taraf tuttu diyemez.

-Ankaragücü’nün Türkiye Kupası finalinde Boluspor’u geçmesini (2-1, 0-0) ve sonrasında gelişen süreci konuşalım isterseniz.
Ankaragücü’nü Birinci Lig’e biz çıkardık.

-Nasıl oldu bu?
O zamanlar Ankaragücü 2. Lig’deydi. Türkiye Kupası’nda şampiyon oldular. Ankara’nın 1. Lig’de hiç takımı yoktu. Hâliyle Ankaragücü diyor ki “Şampiyon olduk, bunu mükâfatlandırın. Bu sadece kupa kazanmakla olmaz, bizi 1. Lig’e çıkartın.” Vali, belediye başkanı, Genelkurmay’dan arkadaşlar, hepsi “Ankaragücü’nü 1. Lig’e alalım.” demeye başladılar. “Başkentin 1. Lig’de bir takımı daha olsun.” dediler. Neden? Burası bir memur şehri. Tek eğlence futbol. Hafta sonları maç izlemek istiyorlar. Köşk’e kadar gidiyor bu istekler. Köşk’ten de Kenan Evren vasıtasıyla ricalar geliyor bize, düşünün falan diyorlar. Federasyon yönetimindeki arkadaşlarla toplandık. Dedik ki “Bu bizim için ya git demektir veyahut da bu işi yapın demektir.” Gidersek ne olur? Bizim yerimize gelen bunu kabul eder. Onur onlara kalır. Bu kadar sene hizmet verdik. Bırakın bu onuru biz yaşayalım. Topal da olsa Ankaragücü’nü 1. Lig’e kabul edelim. Kendi aramızdaki bu konuşmalardan sonra, Ankara kamuoyunun da saygınlığını dikkate alarak Ankaragücü’nü 1. Lig’e aldık. 16 takımlı lig 17 takımlı oldu. O zamanlar 18 takımlı lig için sahalar yetersizdi. Takım sayısını 16’ya indirmekti plan. Ama Ankaragücü’nü alınca lig topal oldu. Tenkit edildik. Ama fena mı oldu yani! Senelerce oynadı.

-Ankaragücü geçen sezon, 31 yıl aradan sonra küme düştü. Üstelik 12 Eylül yargılamalarının başladığı günlerde...
Geçen yıl Futbol Federasyonu’nun genel kurulunda Cemal Aydın ve İlhan Cavcav’a dedim ki “Bu takımı düşürürseniz vebalini size yüklerim. Bizim sayemizde geldi, buna hakkınız yok.” İşe siyaset girdi, menfaat girdi, çıkar girdi. Takımı harcadılar, takım da düştü.
-1981’deki Türkiye Kupası finalinde Ankaragücü Boluspor’u 2-1 ve 0-0’la geçti. Dönemin Boluspor başkanı kendi sahalarındaki maçın hakemi Sadık Deda’nın Köşk’ün talimatıyla maça çıktığını iddia etti. Evren istiyor muydu Ankaragücü’nün kupayı almasını?
Onu bilemem. Ama Sadık Deda o zamanların en iyi hakemiydi. Biz onu o bakımdan vermişizdir o maça. Köşk’ün bana herhangi bir şekilde ‘Maça bu hakemi verin’ diye bir baskısı olmamıştır.

-Kenan Evren hangi takımı tutuyordu?
Bilmiyorum. Malumatım yok. Biz onunla oturup konuşmuş değiliz hiç.
-Maçlara gelmez miydi?
Cumhurbaşkanlığı Kupası’na gelirdi.
-Ondan çekinir miydiniz?
Bize bir müdahalesi olmadı Maraş ve Ankaragücü dışında. Sporu pek sevmezdi zaten. Benim Muhafızgücü’mü mahvetti cumhurbaşkanı olunca. Köşk’te Muhafızgücü’nün spor ve kamp tesisleri vardı. Muhafızgücü’nü kaldırdı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın emrinde Karagücü diye bir şey yaptı. Orada süvari bölüğü vardı, o da Muhafız Alayı’na bağlıydı. Onu da aldı Harp Okulu’nun eğitim birimine verdi.

-Bir de Fenerbahçeli Onur Kayador’a sakalını kesmesini söylemişsiniz. Trabzonspor ile oynayacakları bir Cumhurbaşkanlığı Kupası maçından önce. Kenan Evren maça gelecek diye.
Siz hatırlıyorsunuz da ben hatırlamıyorum.

 Tokatlı, Muhafızgücü Polo takımı ile (üstte). 1970’lere ait bir fotoğrafı (yanda). Tokatlı’nın, sakalını kesmesi için uyardığı iddia edilen F.Bahçeli Onur (altta).
-Bir kitapta okudum.
Şimdi efendim, o zaman kılık kıyafet çok önemli. Futbolcular oynuyor, çorapları düşük. Olmuyor bu. Felaket yani. Çamur da var. İnadına düşürüyorlar çorapları. Bu hoşuma gitmiyor. Futbolcularda sakal, bıyık biraz ters düşüyor bana. Hoşuma gitmiyor. Saç sakal birbirine karışmış. Bir düzen yok. Belki o futbolcuya öyle söylemişizdir bilemiyorum. Çünkü biz askerler yüze, çehreye bakarız. Moda diyorlar bugün. Her yerde acayip saç tıraşları, acayip sakal tıraşları falan…

-Beğendiğiniz futbolcular kimlerdi?
Cemil vardı, kaleci Şenol efendi çocuktu. Fatih, Rıza, Raşit, İsmail Demiriz… Millî Takım hocası rahmetli Coşkun Özarı…
-Millî Takım’daki oyunculara prim veriyor muydunuz?
Valla öyle prim verecek hâlimiz pek yoktu. Üstelik Millî Takım dışarı çıktığı zaman bazı arkadaşlar masrafları cebinden öderdi. Belli bir para Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün bütçesinden aktarılırdı bize. Öyle şimdiki gibi reklamlar yok. Kıt şartlar. Eşofman, takım elbise falan alamazdık. Yıkatır yıkatır giydirirdik. Her harcamanın üzerinde dururduk. Nereye gitmiş, kim harcamış? Bugün hem federasyon hem kulüpler büyük paralar harcıyor. Yabancı futbolcu çöplüğünden başka bir şey var mı ligde? Bu Türk futboluna ihanettir. Verdiğin o paraları altyapıya yatır. Ayıp değil mi senin gençlerine! Kaç tane ihraç ettin? Sadece Arda ve Emre’yle olmaz ki bu.

-Ve darbe. 1980 darbesini önceden tahmin ettiniz mi?
O zaman ben emekliydim. Ülkede yaşanan olayları takip ediyoruz tabii. İstenmeyen olaylar oluyor. Sağ-sol çatışması, cumhurbaşkanının seçilememesi... Kaos durumu. Toplum bu işi bir yerde ayağa kaldırıyor. Yani şunu bilesiniz: Silahlı Kuvvetler hiçbir zaman ihtilal ya da darbe taraftarı değildir. İstenir. İş körüklenir. Ben durup dururken beğenmedim düşüncesi olmaz bizde. Bizim işimiz gücümüz yurt savunmasına yardımcı olacak stratejiyi ortaya koymaktır.
-Yani darbeyi siviller mi istiyor?
Darbeyi Türk Silahlı Kuvvetleri yapmaz. Darbeyi sivil toplum yapar aslında. Sivil toplum kuruluşlarının yapmak istedikleri şeylere Silahlı Kuvvetler de yardımcı olur. Beraber iş yaparlar. Biz bu işin taraftarı değiliz. Memleket bizim olduğu için her olayda hassas davranılır. Şartlara göre, kanunun verdiği yetkiye göre de gerekli şekilde ilgili makamlarla konuşulur. Yoksa hiçbir zaman Silahlı Kuvvetler’in kafasında böyle bir şey olmaz. 27 Mayıs’ta böyle olmuştur. 12 Mart’da da asker sürüklenmiştir. Biraz da bazı sorumlu kişilerin bu işe çanak tutmalarından kaynaklanıyor darbeler.

-Sizce bundan sonra darbe olur mu?
Gerek yok ki. Dedim ya sivil toplum kuruluşlarına düşer bu işler. Benim vazifem değil. Ülkeyi kaosa götürecek bir duruma Silahlı Kuvvetler dâhil olamaz. Koruyucu olur. Bakıyorsunuz. Hindistan’da tecavüz olayı var. Sivil toplum ayakta. İspanya, Yunanistan, İtalya’da ekonomi bozuk. Sivil toplum yine ayakta. Asker var mı, yok. O hâlde bu işler sivil toplumun, siyasetin işi. Askerin değil.


Şike açık açık var

-Siz hangi takımı tutardınız?
Muhafızgücülüydüm. Millî Takım’ı tutardım. Şimdi ise Beşiktaş... Çok arkadaşım var Beşiktaş’ta. Ama benim için hepsi kıymetlidir. Kulüplerin yönetimi çok önemli. Yöneticiler saygınsa, hakikaten hakkını vererek hizmet ediyorlarsa o kulübe saygım vardır her zaman. Bakıyorum şimdi hepsi kavga ediyor. Şike mesela, ne olaylar oldu? Bu hâle gelmesi mi lazımdı Türk futbolunun? Herkes kendisini haklı görüyor. Değil. Var bu şike. Açık açık var. Yani ‘Şike sahaya yansımamıştır’ sözünü ben kabul edemiyorum. Kişi de yapsa bu şikeyi kimin için yapıyor? Kendi adına mı? Hayır, kulübü adına yapıyor. Teklif eden de suçlu, kabul eden de... Emeği çalıyorsun. Yazık değil mi?

-Konuyu siz açtınız. Şunu sorayım, mahkemeye haksızlık yapıldı mı sizce?
Mahkemeyi niye eleştiriyorlar? Mahkeme delillere göre karar verdi. Hâkim veya savcı taraf mı tutmuş?
-Futbol Federasyonu şike sürecini iyi idare etti mi sizce?
Kanımca federasyon başlangıçta hata yaptı. Ben olsam, mahkemeyi beklemeden, UEFA’ya da teslim olmadan, belgeleri toplar, kararımı verirdim. Disiplin Kurulu’m var, Etik Kurul’um var, Tahkim Kurulu’m var; kanun bana bu yetkiyi veriyor. Bir yandan da mahkeme devam ederdi. Onlar bunu yapmadı. Çifte standart mı olurdu? Olmazdı. Sen kararını verirsin. Uygulayabileceğin kadar uygularsın. Ondan sonra da mahkemenin kararına göre de gerekirse düzeltme yapabilirsin.

-6222 sayılı kanunun değiştirilmesini nasıl karşıladınız?
Federasyon ve kulüplerin isteği ile çıktı bu kanun. Şike olayı patlak verince baktılar ki saygın kişiler mahkemelere gidiyor. Bu cezalar fazla. Ne yapalım, adamına göre indirelim. Kişiye göre kanun yapılır mı? Yapılmaz. Bu bir defa yanlıştır, insan korumadır. Olmaz. Şike olayı, başlangıcından bugüne kadar, Türk futbolu için bir milattır. Bundan herkesin ders çıkartması lazım. Ama görüyoruz ki kulüp başkanları karşılıklı demeçlerle kaos oluşturmaya devam ediyor. Bu, topluma sıçrıyor. Dışarıda hepimiz kardeş, dost değil miyiz? Evet. Ama stadyumda ne oluyor bize? Kulüpler profesyonel olacak. Dernekler Kanunu’yla olmaz. Şimdi kanun çalışması var. Sayın Suat Kılıç’ın kanun yapma isteğini destekliyorum.

Evren, Maraş’ın çıkarılması için de ricacı oldu
-Ankaragücü’nün 1. Lig’e alınması dışında başka bir baskı gelmedi mi Köşk’ten?
Maraş’ta olaylar oldu. Aleviler ile Sünniler arasında. O ara Kahramanmaraşspor Amatör Lig’de oynuyor. Oradaki tugay komutanı da arkadaşımız. Valisi, belediye başkanı, şehrin ileri gelenleri doğru Başbakan Bülent Ulusu’ya çıktılar, bakanın kapısını çaldılar, olmadı Köşk’e gittiler. Nedir mesele? “Maraş’ı 2. Lig’e çıkartın.” Usulü var, yordamı var bu işin. Sahası yok, parası yok, sistemi yok. Şartlar uymuyor. Nasıl olacak bu iş? Hem niçin yapacağız? Dediler ki oradaki olaylar önlenirmiş. Futbol sayesinde birlik beraberlik sağlanırmış. Dedim “Bana gazel okumayın!” Bugüne bakın Allah aşkına birlik beraberliği sağlıyor mu futbol! Herkes birbirine giriyor. Dedim ki “Bu durum mevzuatlara aykırı.” Başkalarına yol açar. Yapamayız bunu. Köşk’ü de ikna ettik. Köşk’ten de “Haklısınız, karar sizin.” dediler ve Maraş’ı 2. Lig’e almadık.

-Maraş’ın yanında Erzurum, Samsun ve Sivas’ın da böyle talepte bulunduklarını okudum. Bu doğru mu?
Niçin talepte bulunmuşlar?
-Atatürk ilk Samsun’a ayak basmış, Erzurum ve Sivas’ta kongreler yapmış gibi bahaneler…
Öyle bir şey hatırlamıyorum ama eğer biz Maraş’ı da çıkarsaydık arkası gelirdi.