Gelişmiş demokrasilerde “Ordu seçim sonuçları
hakkında ne düşünüyor?” sorusuna verilecek yanıt “Kimin umurunda?” olur.
Ancak ordu her ne kadar 2002’den bu yana kışla içine çekilmiş görünse
de bu soru genel seçim sonrası siyasi atmosfer göz önüne alındığında
Türkiye için yeniden önem kazanmış gibi…
Neden mi? Öncelikle bir
tespit: 7 Haziran’da yapılan genel seçim sonuçları Türkiye’deki 13
yıllık tek parti dönemine şimdilik son vermiş gözüküyor. Zira sandıktan
ya koalisyon, ya azınlık hükümeti ya da erken seçim çıktı. Bu da sivil
siyasette bir süre -en az 3 ay- çalkantılı bir dönem demek. Bu
çalkantılı dönem, askere siyasete dönmek için uygun fırsatlar sunabilir.
Aslında asker, Avrupa Birliği (AB) reformları, güçlü bir tek parti
hükümetinin varlığı, AKP elitlerinin ordu ile gerilimli süreçlerde
pozisyonlarını tavizsiz koruması, sivil toplumda giderek artan
hassasiyetler gibi nedenlerle son 13 yıldır sivil siyasetin alanına
kolay kolay girmiyor. Ancak genel seçim sonrası süreçte sivil siyasetin
tıkandığı alanlarda ibre yeniden askere dönebilir.İşte bu nedenle, askerin seçim sonuçlarını nasıl değerlendirdiğini anlamak, Türkiye’deki sivil siyasetin gireceği çalkantılı süreçte askerin pozisyonunu görmek adına önemli ip uçları sunuyor.. Al-Monitor da bu saikle Ankara ve İstanbul’da askerlerin seçim sonuçlarına ilişkin nabzını tuttu. Ona yakın emekli ve muvazzaf üst düzey askerle yapılan ayrıntılı görüşmelerden çıkan sonuçlar aşağıda sırlanıyor.
Görüşmelerin birinci gündem maddesi Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) belki de kendisinin bile beklemediği seçim başarısı oldu. Askerlerin geleneksel olarak “PKK terör örgütünün meclisteki siyasi uzantısı” olarak tanımladığı siyasi bir gelenekten gelen HDP, seçimlerde yaklaşık 6.5 milyon seçmenin oyunu alarak, %13.1 oy oranıyla 82 milletvekili kazandı. Görüşülen askerlerin tamamının HDP’nin bu başarısı karşısında çok şaşırdığını söylemek mümkün. Askerlerin HDP konusunda temelde iki farklı yaklaşımda olduğu görülüyor. Çoğunluk bu başarıyı “Türkiye’de güvenlik kaosuna yol açabilecek endişe verici bir gelişme” olarak görüyor. Mevcut durumda, özellikle Türkiye genelinde stratejik üstünlüğün PKK’ya geçtiğine, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki pek çok il ve ilçede fiili saha kontrolünün PKK’nın elinde olduğuna ve buralarda devletin otoritesinin ve meşruiyetinin yıprandığına dikkat çekiliyor. Bu yaklaşıma göre; PKK’nın “geçici algısal üstünlüğü” HDP’nin son başarısıyla “kalıcı bir siyasi üstünlüğe” dönüşebilir. Zaten askerler arasında hakim olan bu görüş nedeniyledir ki il ve ilçe merkezlerinde devlet otoritesinin kaybolduğunu gören TSK özellikle Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı İran, Irak ve Suriye sınırlarındaki sınır güvenliği ile aslında görevi olmamasına rağmen sınır ötesi kaçakçılıkla mücadelede geçmişe nazaran daha sert ve müsamahasız tedbirlere başvuruyor.
Askerler arasında azınlıkta da olsa HDP’nin bu başarısına “temkinli bir iyimser”likle bakanlar da var. Seçim sonuçlarını HDP’nin Türkiyelileşmesi için bir fırsat olarak gören bu yaklaşıma göre batıdan, bilhassa da endişeli modern olarak tanımlanan seküler ve kentli orta sınıftan gelen büyük oy oranı partinin etno-siyaseti, PKK’nın da silahlı şiddeti bırakmasını zorunlu hale getiriyor.
Emekli bir subayın dile getirdiği çarpıcı değerlendirme
şöyle: “Aslında HDP’nin bu başarısı artık Türkiye’de bu güne kadar hiç
de konuşulmayan bir konunun konuşulmasının zamanının geldiğini
gösteriyor. Bu da Kürt siyasetinde sivil asker ilişkileri konusu. Şu an
Türkiye’de devlet dışında elinde silahlı gücü olan tek siyasi aktör Kürt
siyaseti. Nasıl son yıllarda TSK demokratik ve sivil kontrol sayesinde
kışlasına çekildiyse Kürt siyasetinin silahlı aktörleri de alanı sivil
Kürt siyasetine bırakmalı. HDP bu başarısı ile sivil Kürt siyaseti
hakkını Ankara’da parlamento çatısı altında çatır çatır savunur. Ama ben
şiddetten beslenen PKK’nın şiddeti bırakabileceğini ve sivil Kürt
siyasetine alan açabileceğini düşünmüyorum. 1999 sonrası süreçte bunu
denediler ama başaramadılar”.
Her ne kadar aralarında ılımlı yaklaşanlar olsa da
askerlerin büyük çoğunluğunun HDP’nin başarısını “kaosa giden ilk adım”
olarak gördüklerini ve çok tedirgin olduklarını söylemek mümkün. İşte bu
tedirginliğin daha da artmaması için HDP’nin “Türkiyelileştiğini”
gösterecek güven arttırıcı adımlar atması ve Kürt siyasetinin silahlı
kanadının demokratik ve sivil kontrole tabi olması şart gibi görünüyor.
Bir diğer emekli asker şöyle konuşuyor: “Nasıl Türkiye’de
Genelkurmay Başkanlığı konuşunca kızılıyorsa artık Kürt siyasetinde de
silahlı olan konuşunca aynı tepkinin gösterilmesi lazım. Bana göre
HDP’nin demokrasi sayesinde elde ettiği bu siyasi başarısı Kürtler için
haklarını savunmada ve güce talip olmada silahlı şiddetin anlam ve
önemini yitirdiğini gösteriyor.”
Görüşmelerdeki bir başka konu ise seçim sonuçlarının Suriye
konusu başta olmak üzere Türk dış politikasına etkisi. Al-Monitor’un
görüştüğü askerlerin büyük çoğunluğunun Suriye konusunda ulusal hukuki
mevzuat ve uluslararası hukuk normları vurgusu yapması dikkat çekici.
Askerlerin tamamı şu noktanın altını çiziyor: “Suriye konusundaki her
uluslararası angajman hukuki gerekçelere dayandırılmalı ve hukuk dışına
çıkılmamalı”.
Kısacası, seçim sonuçlarının siyasi karar alıcıların Suriye
konusunda hukuki normları aşırı esneten -belki de bazen ihlal eden-
taleplerinin azalmasına ve askerin üzerindeki baskıyı hafiflemesine
vesile olabileceği düşünülüyor. Seçim sonuçları bu açıdan olumlu
bulunuyor.
Askerlerin üzerinde durduğu bir diğer konu ise TSK’nın
büyük çaplı projelerle giriştiği dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecinin
kesintisiz sürmesinin gerekliliği. Örneğin, şu anda Türk Kara
Kuvvetleri’nde 1000’i aşkın tekliften derlenen irili ufaklı tam 144
dönüşüm projesi var. Askerdeki “Acaba bu seçim sonuçları ve kurulması
muhtemel bir koalisyon hükümeti ya da oluşabilecek siyasi çalkantılar
bizim dönüşüm sürecimizi kesintiye uğratır mı?” bir endişe net olarak
görülüyor.
TSK içine sızmış Gülencilerle mücadele konusu ise asker için en mayınlı alan. MİT’in son olarak 1200 kişilik bir “şüpheli”
listesini “gereğini yapması” -ki bu gerek bazılarına göre toplu tasfiye
bazılarına göre ise ferdi hukuki soruşturma- için Genelkurmay
Başkanlığı’na gönderdiği basına yansımıştı. TSK içine sızmış
Gülencilerle mücadele konusuna tüm askerlerin cevap vermekten kaçınması
bu konunun, TSK içinde ne kadar büyük bir “tabu” olduğunu gösteriyor.
Görünen o ki, bu konuda alınacak karar ve atılacak adım ne olursa olsun
TSK’yı çok derinden etkileyecek.
Bunların yanı sıra, Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) Ağustos
başında yani yaklaşık 40 gün sonra toplanacağını not etmek gerekiyor.
2011’den bu yana TSK’yı fırtınalı sularda “ustaca” idare ettiği, hukuk
ve demokrasi çizgisinden ödün vermediği, bu açılardan da başarılı bir
grafik çizdiği gözlenen Orgeneral Necdet Özel emekli oluyor. İşte bu
toplantıda onun yerine geçecek kişinin kim olacağı, TSK içindeki
Gülencilerin akıbeti, TSK’nın giriştiği dönüşüm ve yeniden yapılanma
süreci, Suriye krizi gibi bir çok konu masada olacak. Ancak bu
toplantıya kimin başkanlık edeceği şimdilik bilinmiyor. Zira yeni
Başbakan’ın kim olacağı henüz meçhul. Öte yandan, YAŞ kararlarının
resmiyet kazanması için gereken son imza sahibinin son seçimlerden sonra
gücü zayıflamış gözükse de isminin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
olduğunu da not etmek gerekiyor.