12 Haziran 2015 Cuma

Asker genel seçimlere nasıl bakıyor? / Metin Gurcan


Gelişmiş demokrasilerde “Ordu seçim sonuçları hakkında ne düşünüyor?” sorusuna verilecek yanıt “Kimin umurunda?” olur. Ancak ordu her ne kadar 2002’den bu yana kışla içine çekilmiş görünse de bu soru genel seçim sonrası siyasi atmosfer göz önüne alındığında Türkiye için yeniden önem kazanmış gibi…
 
 
Neden mi? Öncelikle bir tespit: 7 Haziran’da yapılan genel seçim sonuçları Türkiye’deki 13 yıllık tek parti dönemine şimdilik son vermiş gözüküyor. Zira sandıktan ya koalisyon, ya azınlık hükümeti ya da erken seçim çıktı. Bu da sivil siyasette bir süre -en az 3 ay- çalkantılı bir dönem demek. Bu çalkantılı dönem, askere siyasete dönmek için uygun fırsatlar sunabilir. Aslında asker, Avrupa Birliği (AB) reformları, güçlü bir tek parti hükümetinin varlığı, AKP elitlerinin ordu ile gerilimli süreçlerde pozisyonlarını tavizsiz koruması, sivil toplumda giderek artan hassasiyetler gibi nedenlerle son 13 yıldır sivil siyasetin alanına kolay kolay girmiyor. Ancak genel seçim sonrası süreçte sivil siyasetin tıkandığı alanlarda ibre yeniden askere dönebilir.

İşte bu nedenle, askerin seçim sonuçlarını nasıl değerlendirdiğini anlamak, Türkiye’deki sivil siyasetin gireceği çalkantılı süreçte askerin pozisyonunu görmek adına önemli ip uçları sunuyor.. Al-Monitor da bu saikle Ankara ve İstanbul’da askerlerin seçim sonuçlarına ilişkin nabzını tuttu. Ona yakın emekli ve muvazzaf üst düzey askerle yapılan ayrıntılı görüşmelerden çıkan sonuçlar aşağıda sırlanıyor.

Görüşmelerin birinci gündem maddesi Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) belki de kendisinin bile beklemediği seçim başarısı oldu. Askerlerin geleneksel olarak “PKK terör örgütünün meclisteki siyasi uzantısı” olarak tanımladığı siyasi bir gelenekten gelen HDP, seçimlerde yaklaşık 6.5 milyon seçmenin oyunu alarak, %13.1 oy oranıyla 82 milletvekili kazandı. Görüşülen askerlerin tamamının HDP’nin bu başarısı karşısında çok şaşırdığını söylemek mümkün. Askerlerin HDP konusunda temelde iki farklı yaklaşımda olduğu görülüyor. Çoğunluk bu başarıyı “Türkiye’de güvenlik kaosuna yol açabilecek endişe verici bir gelişme” olarak görüyor. Mevcut durumda, özellikle Türkiye genelinde stratejik üstünlüğün PKK’ya geçtiğine, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki pek çok il ve ilçede fiili saha kontrolünün PKK’nın elinde olduğuna ve buralarda devletin otoritesinin ve meşruiyetinin yıprandığına dikkat çekiliyor. Bu yaklaşıma göre; PKK’nın “geçici algısal üstünlüğü” HDP’nin son başarısıyla “kalıcı bir siyasi üstünlüğe” dönüşebilir. Zaten askerler arasında hakim olan bu görüş nedeniyledir ki il ve ilçe merkezlerinde devlet otoritesinin kaybolduğunu gören TSK özellikle Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı İran, Irak ve Suriye sınırlarındaki sınır güvenliği ile aslında görevi olmamasına rağmen sınır ötesi kaçakçılıkla mücadelede geçmişe nazaran daha sert ve müsamahasız tedbirlere başvuruyor.

Askerler arasında azınlıkta da olsa HDP’nin bu başarısına “temkinli bir iyimser”likle bakanlar da var. Seçim sonuçlarını HDP’nin Türkiyelileşmesi için bir fırsat olarak gören bu yaklaşıma göre batıdan, bilhassa da endişeli modern olarak tanımlanan seküler ve kentli orta sınıftan gelen büyük oy oranı partinin etno-siyaseti, PKK’nın da silahlı şiddeti bırakmasını zorunlu hale getiriyor.

Emekli bir subayın dile getirdiği çarpıcı değerlendirme şöyle: “Aslında HDP’nin bu başarısı artık Türkiye’de bu güne kadar hiç de konuşulmayan bir konunun konuşulmasının zamanının geldiğini gösteriyor. Bu da Kürt siyasetinde sivil asker ilişkileri konusu. Şu an Türkiye’de devlet dışında elinde silahlı gücü olan tek siyasi aktör Kürt siyaseti. Nasıl son yıllarda TSK demokratik ve sivil kontrol sayesinde kışlasına çekildiyse Kürt siyasetinin silahlı aktörleri de alanı sivil Kürt siyasetine bırakmalı. HDP bu başarısı ile sivil Kürt siyaseti hakkını Ankara’da parlamento çatısı altında çatır çatır savunur. Ama ben şiddetten beslenen PKK’nın şiddeti bırakabileceğini ve sivil Kürt siyasetine alan açabileceğini düşünmüyorum. 1999 sonrası süreçte bunu denediler ama başaramadılar”.

Her ne kadar aralarında ılımlı yaklaşanlar olsa da askerlerin büyük çoğunluğunun HDP’nin başarısını “kaosa giden ilk adım” olarak gördüklerini ve çok tedirgin olduklarını söylemek mümkün. İşte bu tedirginliğin daha da artmaması için HDP’nin “Türkiyelileştiğini” gösterecek güven arttırıcı adımlar atması ve Kürt siyasetinin silahlı kanadının demokratik ve sivil kontrole tabi olması şart gibi görünüyor.

Bir diğer emekli asker şöyle konuşuyor: “Nasıl Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı konuşunca kızılıyorsa artık Kürt siyasetinde de silahlı olan konuşunca aynı tepkinin gösterilmesi lazım. Bana göre HDP’nin demokrasi sayesinde elde ettiği bu siyasi başarısı Kürtler için haklarını savunmada ve güce talip olmada silahlı şiddetin anlam ve önemini yitirdiğini gösteriyor.”

Görüşmelerdeki bir başka konu ise seçim sonuçlarının Suriye konusu başta olmak üzere Türk dış politikasına etkisi. Al-Monitor’un görüştüğü askerlerin büyük çoğunluğunun Suriye konusunda ulusal hukuki mevzuat ve uluslararası hukuk normları vurgusu yapması dikkat çekici. Askerlerin tamamı şu noktanın altını çiziyor: “Suriye konusundaki her uluslararası angajman hukuki gerekçelere dayandırılmalı ve hukuk dışına çıkılmamalı”.

Görüşülen askerlerden biri bu noktanın önemini şöyle anlatıyor: “Örneğin, aslında Türkiye’deki eğit-donat programının hala başlayamamış olmasının temel nedenlerinden biri tam da bu. TSK kendi subay ve astsubayları tarafından askeri eğitime tabi tutulacak bu kişilerin gelecekte Türkiye’de veya yurt dışında terör eylemlerine bulaşırlarsa onları eğiten konumundaki personelinin hukuki statüsünden endişeli. (...) Amerikan ordusu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf değil. Bu nedenle böyle bir sorunları yok.”
Kısacası, seçim sonuçlarının siyasi karar alıcıların Suriye konusunda hukuki normları aşırı esneten -belki de bazen ihlal eden- taleplerinin azalmasına ve askerin üzerindeki baskıyı hafiflemesine vesile olabileceği düşünülüyor. Seçim sonuçları bu açıdan olumlu bulunuyor.

Askerlerin üzerinde durduğu bir diğer konu ise TSK’nın büyük çaplı projelerle giriştiği dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecinin kesintisiz sürmesinin gerekliliği. Örneğin, şu anda Türk Kara Kuvvetleri’nde 1000’i aşkın tekliften derlenen irili ufaklı tam 144 dönüşüm projesi var. Askerdeki “Acaba bu seçim sonuçları ve kurulması muhtemel bir koalisyon hükümeti ya da oluşabilecek siyasi çalkantılar bizim dönüşüm sürecimizi kesintiye uğratır mı?” bir endişe net olarak görülüyor.

TSK içine sızmış Gülencilerle mücadele konusu ise asker için en mayınlı alan. MİT’in son olarak 1200 kişilik bir “şüpheli” listesini “gereğini yapması” -ki bu gerek bazılarına göre toplu tasfiye bazılarına göre ise ferdi hukuki soruşturma- için Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği basına yansımıştı. TSK içine sızmış Gülencilerle mücadele konusuna tüm askerlerin cevap vermekten kaçınması bu konunun, TSK içinde ne kadar büyük bir “tabu” olduğunu gösteriyor. Görünen o ki, bu konuda alınacak karar ve atılacak adım ne olursa olsun TSK’yı çok derinden etkileyecek.

Bunların yanı sıra, Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) Ağustos başında yani yaklaşık 40 gün sonra toplanacağını not etmek gerekiyor. 2011’den bu yana TSK’yı fırtınalı sularda “ustaca” idare ettiği, hukuk ve demokrasi çizgisinden ödün vermediği, bu açılardan da başarılı bir grafik çizdiği gözlenen Orgeneral Necdet Özel emekli oluyor. İşte bu toplantıda onun yerine geçecek kişinin kim olacağı, TSK içindeki Gülencilerin akıbeti, TSK’nın giriştiği dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci, Suriye krizi gibi bir çok konu masada olacak. Ancak bu toplantıya kimin başkanlık edeceği şimdilik bilinmiyor. Zira yeni Başbakan’ın kim olacağı henüz meçhul. Öte yandan, YAŞ kararlarının resmiyet kazanması için gereken son imza sahibinin son seçimlerden sonra gücü zayıflamış gözükse de isminin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu da not etmek gerekiyor.