17.02.2013
Bir insanın kendi kişisel ilişkileri nedeniyle belirli bir konuda fazla hassasiyet göstermesi ve öznel davranması doğal...
Bu durumda olan kişilere daha hoşgörülü
yaklaşmamız gerektiği konusunda ortak bir hissiyat üretir, kendimizi
onun yerine koyduğumuzda halini anlarız. Dani Rodrik konusunda da
Türkiye'de geniş bir çevrede başlangıçtaki yaklaşım buydu. Uluslararası
şöhreti olan başarılı bir akademisyen, demokrasi savunucusu olarak
bilinen bir bilim insanı kendisini bir anda beklemediği bir durumda
bulmuştu. Gerçi böylesine akıllı birinin kendi kayınpederinin
fikirlerini ve siyasetini bilmemesi pek de mümkün değildi. Nitekim 28
Şubat döneminde Çetin Doğan'ın performansı en alt seviyedeki demokrasi
taraftarlarının bile midesini bulandıracak nitelikteydi. Ama Türkiye
kamuoyu bu gibi konuları deşmeyip, Rodrik'e saygınlığını koruma fırsatı
verdi. Ne yazık ki anlaşılan o bunu becerebilecek bir ruh haline sahip
değildi ve prestijini neredeyse tümüyle tüketecek bir yolda halen
ilerlemekte devam ediyor.
Aslında bu hastalanma halinin işaretleri çok önceden ortaya çıkmıştı. Gerçeklerin peşinden koşması gereken objektif bilim insanının, gerçekte akrabalık misyonunun gerektirdiği dar kanallarda çırpındığını görmek üzücüydü. Ben bunu kendisiyle kişisel bir elektronik posta iletişiminde yaşadım. Balyoz'la ilgili ilk değerlendirme yazılarımdan sonra Rodrik bana olaya yanlış yaklaştığımı, askerlere bir komplo yapıldığını öne süren mesajlar gönderdi. Kanıt olarak da askerlerin iyi eğitimli, disiplinli ve titiz olduğunu, belgelerde görülen maddi hataları yapamayacaklarını söylüyordu. (Bugün aynı Rodrik söz konusu çelişkili noktaların ‘insani hata' olduklarının ‘apaçık' olduğunu savunuyor.) Bu mesajlardan birinde Rodrik herhalde fazla heyecana kapılarak benim adımı Mahçupoğlu olarak yazmış, ben de üzerinde durmamıştım. Ancak askerlerin maddi hata yapmayacaklarını söyleyince, ben de kendisine adımı yanlış yazdığı mesajı hatırlattım ve kendisi gibi titiz ve bilgili biri böyle bir yanlış yaparken askerlerin maddi hata yapmayacaklarını savunmanın ilginçliğine dikkat çektim. O andan itibaren Rodrik'ten başka bir mesaj gelmedi… Gerçeklerin peşinden giden bilim insanı, kendisiyle ilgili basit bir gerçekle yüzleşmeyi bile hazmedemeyip, başını kayınpederini kurtarma misyonuna gömdü.
Balyoz gibi bir davada objektif pozisyon almak kolay olmayabilir. Bu olay birçok kişi için öncelikle ideolojik bir çatışmayı ifade ediyor ve insanlar siyasete ve hukuki sürece belirgin bir önyargıyla yaklaşıyor. Ama Balyoz davasında mahkemenin hukuken son derece sorunlu kararlar aldığı ve birçok kişiye muhtemelen haksızlık yapıldığı ne denli doğruysa, ortada bir darbe hazırlığının ve planının olduğu ve bunun üst düzey sorumlularının hak ettikleri cezaları aldıkları da o derece doğru. Rodrik gibi insanlar bilerek veya bilmeyerek bu süreçte ulusalcı propagandanın uzantısı olarak işlev gördüler ve nihayette darbeciliği aklama çabasının parçası haline geldiler.
Yürüttükleri argümanın iki ayağı vardı: 1) Darbe planına işaret eden belgeler sadece üç CD'de mevcut ve 2) Bunlara sonradan müdahale edilmiş durumda. Bu tespitlerin ikisi de doğru… Ama asıl mesele şu ki, söz konusu üç CD'de diğer CD'lerdeki belgelerin de olması bir yana, Çetin Doğan ve arkadaşlarını mahkum etmek için bu üç CD'ye ihtiyaç yok. Düzenlenen harp oyunu seminerinin sanıklarca kabul edilen ses kayıtları zaten niyeti gösteriyor. Bu bilgiyi dönemin kaydını tutan Balbay ve Örnek'in anı notları ile birleştirdiğinizde, bir darbenin altyapısının oluşturulduğu açık. Bu nedenle Rodrik belgelerdeki isim ve zaman tutarsızlıkları üzerinde durmayı tercih etti ve bunların komplocuların eseri olduğunu öne sürdü. Ne var ki Genelkurmay, askerin içine sızmış olması gereken ve yerin altındaki gizli bölmelerdeki belgeleri bile değiştirme kapasitesi olan bu komplo ağının tek bir kişisini bile yakalayamadı.
Ama Rodrik açısından daha da ilginç bir nokta var: Belgelerdeki tutarsızlıklar birilerini o belgelere 2009 yılında bile müdahale ettiğini gösterse de bu müdahalenin kim tarafından yapıldığını bilmiyoruz. Çok geniş bir bakışla komplocular da olabilir, darbeciler de… Karşımızda kuramsal olarak eşit iki varsayım var. Ama Rodrik ‘darbeciler' varsayımının ‘yalan' olduğunu söyleyebiliyor, örneğin blogunda bana ‘yalancı' diyebiliyor. Çünkü varsayımların birini ‘yalan' kılınca kendi varsayımı ‘doğru' olacak sanıyor.
Acıklı bir durum… Özellikle kendisini bilim insanı olarak sunan biri için.
Aslında bu hastalanma halinin işaretleri çok önceden ortaya çıkmıştı. Gerçeklerin peşinden koşması gereken objektif bilim insanının, gerçekte akrabalık misyonunun gerektirdiği dar kanallarda çırpındığını görmek üzücüydü. Ben bunu kendisiyle kişisel bir elektronik posta iletişiminde yaşadım. Balyoz'la ilgili ilk değerlendirme yazılarımdan sonra Rodrik bana olaya yanlış yaklaştığımı, askerlere bir komplo yapıldığını öne süren mesajlar gönderdi. Kanıt olarak da askerlerin iyi eğitimli, disiplinli ve titiz olduğunu, belgelerde görülen maddi hataları yapamayacaklarını söylüyordu. (Bugün aynı Rodrik söz konusu çelişkili noktaların ‘insani hata' olduklarının ‘apaçık' olduğunu savunuyor.) Bu mesajlardan birinde Rodrik herhalde fazla heyecana kapılarak benim adımı Mahçupoğlu olarak yazmış, ben de üzerinde durmamıştım. Ancak askerlerin maddi hata yapmayacaklarını söyleyince, ben de kendisine adımı yanlış yazdığı mesajı hatırlattım ve kendisi gibi titiz ve bilgili biri böyle bir yanlış yaparken askerlerin maddi hata yapmayacaklarını savunmanın ilginçliğine dikkat çektim. O andan itibaren Rodrik'ten başka bir mesaj gelmedi… Gerçeklerin peşinden giden bilim insanı, kendisiyle ilgili basit bir gerçekle yüzleşmeyi bile hazmedemeyip, başını kayınpederini kurtarma misyonuna gömdü.
Balyoz gibi bir davada objektif pozisyon almak kolay olmayabilir. Bu olay birçok kişi için öncelikle ideolojik bir çatışmayı ifade ediyor ve insanlar siyasete ve hukuki sürece belirgin bir önyargıyla yaklaşıyor. Ama Balyoz davasında mahkemenin hukuken son derece sorunlu kararlar aldığı ve birçok kişiye muhtemelen haksızlık yapıldığı ne denli doğruysa, ortada bir darbe hazırlığının ve planının olduğu ve bunun üst düzey sorumlularının hak ettikleri cezaları aldıkları da o derece doğru. Rodrik gibi insanlar bilerek veya bilmeyerek bu süreçte ulusalcı propagandanın uzantısı olarak işlev gördüler ve nihayette darbeciliği aklama çabasının parçası haline geldiler.
Yürüttükleri argümanın iki ayağı vardı: 1) Darbe planına işaret eden belgeler sadece üç CD'de mevcut ve 2) Bunlara sonradan müdahale edilmiş durumda. Bu tespitlerin ikisi de doğru… Ama asıl mesele şu ki, söz konusu üç CD'de diğer CD'lerdeki belgelerin de olması bir yana, Çetin Doğan ve arkadaşlarını mahkum etmek için bu üç CD'ye ihtiyaç yok. Düzenlenen harp oyunu seminerinin sanıklarca kabul edilen ses kayıtları zaten niyeti gösteriyor. Bu bilgiyi dönemin kaydını tutan Balbay ve Örnek'in anı notları ile birleştirdiğinizde, bir darbenin altyapısının oluşturulduğu açık. Bu nedenle Rodrik belgelerdeki isim ve zaman tutarsızlıkları üzerinde durmayı tercih etti ve bunların komplocuların eseri olduğunu öne sürdü. Ne var ki Genelkurmay, askerin içine sızmış olması gereken ve yerin altındaki gizli bölmelerdeki belgeleri bile değiştirme kapasitesi olan bu komplo ağının tek bir kişisini bile yakalayamadı.
Ama Rodrik açısından daha da ilginç bir nokta var: Belgelerdeki tutarsızlıklar birilerini o belgelere 2009 yılında bile müdahale ettiğini gösterse de bu müdahalenin kim tarafından yapıldığını bilmiyoruz. Çok geniş bir bakışla komplocular da olabilir, darbeciler de… Karşımızda kuramsal olarak eşit iki varsayım var. Ama Rodrik ‘darbeciler' varsayımının ‘yalan' olduğunu söyleyebiliyor, örneğin blogunda bana ‘yalancı' diyebiliyor. Çünkü varsayımların birini ‘yalan' kılınca kendi varsayımı ‘doğru' olacak sanıyor.
Acıklı bir durum… Özellikle kendisini bilim insanı olarak sunan biri için.