18 Şubat 2013 Pazartesi

Hain diyenin kim olduğu önemlidir / Namık ÇINAR

 Hadi gelin bugün, becerebilirsek biraz matrak geçelim.
Bizim, bir hayli emekli general dostları olan karı-koca bir yakınımız var.
Muarızlarım nasıl olsa bu gazeteyi okumuyorlar ya, o yüzden rahat rahat yazabiliyorum şimdi bunları.
Çünkü senenin en az yarısını Türkiye’nin dört bir yanındaki orduevlerinde ve askerî kamplarda hep birlikte geçirdikleri için, bizimle tanış oldukları duyulacak diye ödleri kopuyor.
Zaten eskisi gibi görüşmek nerdeee! Ayaklarını iyice kestiler bizden.
Canları sağolsun!

Gezinmedikleri zamanlarını Antalya’da geçiren bir general dostları, sık sık sıkıldıklarına, değişiklik olsun diye geçenlerde kalkıp İstanbul’a gelerek, mutat olduğu üzere orduevlerinin en ünlüsüne yerleşmişler.
Günlerini hep beraber İstanbul’daki diğer askerî mahfillerin altını üstüne getirerek geçirirlerken, bizimkiler bir günü de evde misafir etmeye ayırmışlar.
Yemek öncesinde Paşa Bey tekli koltuğa oturmuş, hanımefendisi de üçlü kanepenin tam orta yerine kuruluvermiş.
Siz bilmezsiniz, bu eski bir alışkanlıktır.
Generaller bir birliği denetlemeye mi gittiler, yanlarına eşlerini de alırlar ki, o garnizonun tüm subay ve astsubay karıları da onu karşılayıp ağırlasınlar.
Bir denetlemeyi de garnizon komutanının karısı veriyordur ki, kocasının bir üst rütbeye terfiini hak edecek kadar, bakalım hanımefendiyi hoş tutmasını bilecek biri midir?
Sicil yönetmeliğinde yahut yeni düzenlenen “Askerî Disiplin Kanunu”nda dahi subay eşlerine gösterilen bir tarz özenin ve hattâ bir türlü vazgeçemedikleri “iffet” sorgulamasının bile köklerini bu sadakat ve biat ilişkilerde aramak gerekir.
Neyse, ciddi meseleleri bırakalım şimdi bir kenara...

İşte bu maksatla, meselâ orduevindeki büyük salonun başköşesine böyle afili bir üçlü kanepe-koltuk konur. Gelen “han’fendi”nin, taht misali o kanepenin sağına soluna kimseciklerin gelip ilişmesine muhal bırakmayacak şekilde tam ortalayarak kurulması sağlanır.
Geri kalan bütün hanımlar kocalarının rütbe sırasına göre, sağlı sollu dizilmiş tek koltuklara ve sandalyelere otururlar. Kapıya doğru yüzbaşıların, üsteğmen ve teğmenlerin teşrifatçılıktan arta kalan eşleri sıralanmıştır.

Asla albay, yarbay ve binbaşılarınkilerden değil; işte tam da bu küçük rütbeli subay eşlerinin arkalarından itibaren de astsubay karıları sağlı sollu ama ayakta olarak dizilmişlerdir.
Bu düzen bozulamayacağı gibi, katılmaktan da kaçılamaz. Öğretmen dahi olsalar, okullarından izin alıp ille de geleceklerdir.
28 Şubat’ta eşinin başörtüsüyle bu sisteme uymayan subay ve astsubayları atmayıp da ne yapacaklardı, hadi şincik söyleyin bakalım!
Olur olmaz, bilir bilmez konuşmaya gelince, üstünüze yok ama.

Hüznün mizahı bu kadar olur

Yani diyeceğim, kanepenin tam orta yerine yerleşmek, geçmişin o şaşaalı günlerinden bir hâtırâdır ki, bazen elemli bir daussıla kırıklığıyla göz buğulanmalarına bile sebep olur.
İşte o sırada, sofra hazırlanıncaya kadar bir şeylerle oyalanacağı tutan paşanın, yanı başındaki gazeteliğe uzandığında eline gelen o uğursuz kitap yüzünden, bütün bu duygulardan koparak ortalık birden bire cenaze evine dönmesin mi!

Darbeci Ordunun Hain Subayı.


Yazan: Namık Çınar- Taraf yazarı”


“Ne arıyor sizde böyle bir kitap”
 diye yadırgayarak, sormaz mı paşa?
Bir kere, ne mal olduğu daha kitabın adından belli değil midir zaten? Başınıza sardırdığınız belânın, çıkın bakalım, nasıl çıkacaksınız şimdi içinden!
Hanımefendi de şöyle bir yekinip, kitap kapağındaki resmime bakarak, “Aa! tanıyorum ben bu herifi. Birkaç defa görmüştüm televizyonda. Vatan haini bunlar, vatan haini!” diye hiddetlenmesi, işi daha da sarpa sarar bir kıvama sokmasın mı?
Sonunda birtakım uyduruk bahanelerle yatıştırılıp çöpe doğru uzanırken, hanımefendi arkadan seslenmektedir hâlâ:

“Çöp de olmaz. Maazallah birinin eline geçer. Yakmak lâzım, yakmak lâzım!”

Benim açımdansa herhangi bir kahır yoktur. Kimin tekerine çomak sokup, kimin tarafından yerildiğim önemlidir. Halka ve ona değgin değerler değilse; gerisi vız gelir, tırıs gider.
Sözde neşeli şeyler yazacaktık, olmadı. Bizdeki gülmece becerisi bu kadar işte, görüyorsunuz.
Kasıklarını tutacakları bir anlatı bekleyenler için, besbelli ki bir hayal kırıklığı.
Ama ruhu gamlı baykuşlara tünek olmuş bizim gibi biri bakımından, “aman, buna da şükür”deseniz, yeridir bence.
Ayrıca onca şeyi göz göre göre idare ediyorsunuz.
N’olmuş yani, bunu da edin!