Başbakan
Tayyip Erdoğan yine yaptı yapacağını. İki hafta önce aç analist ve köşe
yazarları sürüsünün önüne kemirmeleri için Şanghay kemiğini
fırlattıktan sonra, geçen hafta sonu yoruma sonuna kadar açık bir
manevra daha yapıp emekli general Ergin Saygun’u hastanede ziyaret etti.
AKP
lideri, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne potansiyel üyelik göndermesinde
bulunarak, Türkiye’nin AB perspektifiyle ilgili yeni bir tartışma turu
başlatmayı başardı. Bazı yorumcular, Başbakan’ın AB üyeliğinden
vazgeçtiğine cidden inanırken, diğerleri, bu açıklamaları sadece AB’ye
baskı uygulamak için yaptığı değerlendirmesinde bulundu. Erdoğan
hükümetini devirmeye yönelik Balyoz darbe planındaki rolü sebebiyle bir
süre önce 18 yıl hapse çarptırılmış Saygun’u kalp ameliyatı geçirmesinin
ardından ziyaret etmesi ise yeni bir spekülasyon dalgasına yol açtı.
Başbakan, tüm Erdoğanologları çözmeleri gereken yeni bir bilmeceyle baş
başa bıraktı.
Erdoğan, daha 2007’deyken kendisini alaşağı etmek için uğraşan, yeminli düşmanlarından birine niye birdenbire merhamet göstersin? Bazılarına göre, bu ziyaret, son derece sembolik bir siyasî af olarak okunmalı. Erdoğan, Saygun ve diğer darbeci generalleri affetmeye istekli olduğunu gösterdi ki, bu, eski düşmanlarını tarafsız hale getirmeye yönelik hesaplı bir manevraydı ve Kürt meselesini çözme çabalarının ordu tarafından engellenmemesini garantiye alacaktı. Financial Times, Erdoğan’ın daha önce dile getirdiği yüzlerce subay ve eski subayın hapiste olmasının Türkiye’nin askerî kapasitesini zayıf düşürdüğü korkusu ve toplu davaların yavaş ilerlemesinden duyduğu rahatsızlık ile bağlantı kurdu. FT’nin son dönemdeki bazı yüksek rütbeli subay istifalarına atıf yapması, kısa bir süre önce, kuvvet komutanlarının sabırlarının tükenmekte olduğunu Erdoğan ve Gül’e net biçimde dile getirdiklerine dair söylentileri doğrular gibi. Dolayısıyla Saygun ziyareti, Erdoğan’ın bu tehditlere yanıtı olarak yorumlanmalı: Mesajı aldı ve kimisi yıllardır nihai hükmü bekleyen generallerin mümkün olduğu kadar çabuk hapisten çıkmaları için elinden geleni yapacak.
Bu saklı vaat bizi anlamlı gözüken bir başka izaha götürüyor. Başbakan bu hafta kendisine sunulacak dördüncü yargı reformu paketini kabul ederse, bunun sonucunda, binlerce değilse bile yüzlerce mahkûm derhal salıverilecek. Bunlara ordudan onlarca Ergenekon ve Balyoz zanlısı kadar, KCK davası kapsamında tutuklanan yüzlerce Kürt aktivist ve gazeteci de dahil. Bu kadar çok Kürt’ün serbest bırakılması Kürt milliyetçiler tarafından memnuniyetle karşılanacak ve büyük ihtimalle, hükümetin bu bahar PKK ile anlaşmaya varmaya yönelik geniş çaplı çabalarının bir parçası olacak. Gelgelelim bu, Türk milliyetçilerinin çoğunun hoşuna gitmeyecek. Erdoğan, bu arada orduyla ısınma turlarına girerek, tüm taraflara eşit mesafede olduğunu göstermeye çalışıyor ve milliyetçi şer hislerin yakın gelecekte şiddete ya da sandıkta sorulacak hesaba dönüşmesini önlemek istiyor.
Şahsen ben, Erdoğan’ın Saygun’a elini uzatmasını, 2011’den beri Başbakan ile ordu arasındaki ilişkilerde genel yumuşama halinin bir parçası olarak görme eğilimindeyim. AKP’nin üçüncü seçim zaferinin ardından Erdoğan kadar ordu da biliyordu ki, eski askerî vesayet günleri çok geride kaldı ve bir daha geri dönmeyecek. Ordu AKP’nin üstünlüğünü kabul etti ve bunun karşılığında Erdoğan da, ordunun geriye kalan prestij ve nüfuzunun mümkün olduğunca çoğunu kurtarma çabasında işbirliği yaptı. Bu da Uludere olayının niye doğru düzgün soruşturulmadığını, yoldaki bir dizi demokratik reformun niye asla kurumsallaşmadığını açıklıyor. Savunma bütçesinin Meclis denetimine alınması hâlâ garanti değil ve askerî harcamalar da Sayıştay tarafından incelenmekten, ancak AKP’nin Meclis çoğunluğunu kullanarak, orduyu böylesi kamuya hesap vermelerin dışında tutmasının ardından Anayasa Mahkemesi’nin müdahalesiyle kurtuldu.
Geçen hafta Alman Uluslararası ve Güvenlik İlişkileri Enstitüsü (SWP), Mısır’da ordunun İslamcı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile perde arkasında anlaşmaya varmaya yönelik başarılı girişimleri hakkında çok bilgilendirici bir rapor yayımladı. Ordu siyasî nüfuzunun büyük bölümünden vazgeçmiş ama daha şeffaf olması ve sivil denetimine girmesi manevralarına da set çekmeyi başarmış. Mesela yeni Mısır anayasası, ordunun muazzam ekonomik çıkarlarını korumaya devam ediyor. SWP’nin vardığı sonuç, alarm zilleri çaldıracak kadar aşina geliyor: ‘‘Şimdilik askerî kurumlaşma ile Cumhurbaşkanı bir tür birlikte yaşama ilişkisi geliştirmiş durumda, her ikisi de diğeri olmadan yapamıyor.’’
Elbette Türkiye ile Mısır arasında büyük farklılıklar var ve sonuçta Erdoğan, Mursi’ye göre çok daha iyi bir konumda. Ama reform karşıtı, statükocu sivil-asker uyumu, her iki ülkede de demokratları endişeye sevk etmeli.
Erdoğan, daha 2007’deyken kendisini alaşağı etmek için uğraşan, yeminli düşmanlarından birine niye birdenbire merhamet göstersin? Bazılarına göre, bu ziyaret, son derece sembolik bir siyasî af olarak okunmalı. Erdoğan, Saygun ve diğer darbeci generalleri affetmeye istekli olduğunu gösterdi ki, bu, eski düşmanlarını tarafsız hale getirmeye yönelik hesaplı bir manevraydı ve Kürt meselesini çözme çabalarının ordu tarafından engellenmemesini garantiye alacaktı. Financial Times, Erdoğan’ın daha önce dile getirdiği yüzlerce subay ve eski subayın hapiste olmasının Türkiye’nin askerî kapasitesini zayıf düşürdüğü korkusu ve toplu davaların yavaş ilerlemesinden duyduğu rahatsızlık ile bağlantı kurdu. FT’nin son dönemdeki bazı yüksek rütbeli subay istifalarına atıf yapması, kısa bir süre önce, kuvvet komutanlarının sabırlarının tükenmekte olduğunu Erdoğan ve Gül’e net biçimde dile getirdiklerine dair söylentileri doğrular gibi. Dolayısıyla Saygun ziyareti, Erdoğan’ın bu tehditlere yanıtı olarak yorumlanmalı: Mesajı aldı ve kimisi yıllardır nihai hükmü bekleyen generallerin mümkün olduğu kadar çabuk hapisten çıkmaları için elinden geleni yapacak.
Bu saklı vaat bizi anlamlı gözüken bir başka izaha götürüyor. Başbakan bu hafta kendisine sunulacak dördüncü yargı reformu paketini kabul ederse, bunun sonucunda, binlerce değilse bile yüzlerce mahkûm derhal salıverilecek. Bunlara ordudan onlarca Ergenekon ve Balyoz zanlısı kadar, KCK davası kapsamında tutuklanan yüzlerce Kürt aktivist ve gazeteci de dahil. Bu kadar çok Kürt’ün serbest bırakılması Kürt milliyetçiler tarafından memnuniyetle karşılanacak ve büyük ihtimalle, hükümetin bu bahar PKK ile anlaşmaya varmaya yönelik geniş çaplı çabalarının bir parçası olacak. Gelgelelim bu, Türk milliyetçilerinin çoğunun hoşuna gitmeyecek. Erdoğan, bu arada orduyla ısınma turlarına girerek, tüm taraflara eşit mesafede olduğunu göstermeye çalışıyor ve milliyetçi şer hislerin yakın gelecekte şiddete ya da sandıkta sorulacak hesaba dönüşmesini önlemek istiyor.
Şahsen ben, Erdoğan’ın Saygun’a elini uzatmasını, 2011’den beri Başbakan ile ordu arasındaki ilişkilerde genel yumuşama halinin bir parçası olarak görme eğilimindeyim. AKP’nin üçüncü seçim zaferinin ardından Erdoğan kadar ordu da biliyordu ki, eski askerî vesayet günleri çok geride kaldı ve bir daha geri dönmeyecek. Ordu AKP’nin üstünlüğünü kabul etti ve bunun karşılığında Erdoğan da, ordunun geriye kalan prestij ve nüfuzunun mümkün olduğunca çoğunu kurtarma çabasında işbirliği yaptı. Bu da Uludere olayının niye doğru düzgün soruşturulmadığını, yoldaki bir dizi demokratik reformun niye asla kurumsallaşmadığını açıklıyor. Savunma bütçesinin Meclis denetimine alınması hâlâ garanti değil ve askerî harcamalar da Sayıştay tarafından incelenmekten, ancak AKP’nin Meclis çoğunluğunu kullanarak, orduyu böylesi kamuya hesap vermelerin dışında tutmasının ardından Anayasa Mahkemesi’nin müdahalesiyle kurtuldu.
Geçen hafta Alman Uluslararası ve Güvenlik İlişkileri Enstitüsü (SWP), Mısır’da ordunun İslamcı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile perde arkasında anlaşmaya varmaya yönelik başarılı girişimleri hakkında çok bilgilendirici bir rapor yayımladı. Ordu siyasî nüfuzunun büyük bölümünden vazgeçmiş ama daha şeffaf olması ve sivil denetimine girmesi manevralarına da set çekmeyi başarmış. Mesela yeni Mısır anayasası, ordunun muazzam ekonomik çıkarlarını korumaya devam ediyor. SWP’nin vardığı sonuç, alarm zilleri çaldıracak kadar aşina geliyor: ‘‘Şimdilik askerî kurumlaşma ile Cumhurbaşkanı bir tür birlikte yaşama ilişkisi geliştirmiş durumda, her ikisi de diğeri olmadan yapamıyor.’’
Elbette Türkiye ile Mısır arasında büyük farklılıklar var ve sonuçta Erdoğan, Mursi’ye göre çok daha iyi bir konumda. Ama reform karşıtı, statükocu sivil-asker uyumu, her iki ülkede de demokratları endişeye sevk etmeli.