Kürt meselesini hâlâ mağduriyet üzerinden okumanın gerçekçiliği yok artık...
12
Eylül’den sonra o bölgede askerî yönetimin uyguladığı insanlık dışı
işkencelerin ve gayri insani yasakların üzerinden bir hayli zaman geçti.
1990’lı yıllarda kan gölüne dönen bölgede, kimin kimi vurduğunun belli
olmadığı uzun bir süreç yaşanmıştı. Yargısız, hukuksuz infazlarda
binlerce suçsuz, masum sivil hayatını kaybetmişti. Bu siyasi ve sosyal
mağduriyetler, PKK gibi ırkçı örgütlerin de hayat kaynağı olmuştu.
PKK
ve onu besleyen söylemlerin mağduriyetten başka kullandığı ve
kullanacağı hiçbir şey yok. Kürt meselesini sadece buradan okumakta
ısrar ediyorlar. Ancak asıl tuhaf olan, aklı başında insanların da Kürt
meselesine mağduriyet üzerinden yaklaşıyor olmasıdır. Çünkü özellikle AK
Parti hükümetinden sonra bölgenin ve Kürtlerin mağduriyetinin yok
edilmesi konusunda bir hayli mesafe kat edildi. Her şeyden önemlisi
olağanüstü hal kaldırıldı. KÖYDES Projesi ile devlet o bölgeye çok büyük
yatırımlar ve yardımlar yaptı. O dönemde bütün Türkiye’de olduğu gibi
Güneydoğu’da da kişisel özgürlükler konusunda bir hayli mesafeler
alındı.
‘Peki bu mağduriyeti ne yapalım? Hadi bu mağdur
etmişlerden hesap soralım’ dendiğinde 90’lı yılların kirli defterini
açmaya hiç kimse yanaşmıyor. Hatırlayın; Diyarbakır’daki birkaç gözü pek
savcının 90’lı yıllardaki yargısız infazlarla ilgili attığı adımları...
Albay Cemal Temizöz tutuklanmış ve yargılanmaya başlanmıştı. Ancak bu
davayı BDP’li milletvekillerinin ya da parti yetkililerinin hiçbirisi
takip etmedi. Bu davanın o çevreler tarafından bir kere bile gündeme
getirildiğini duydunuz mu?
Bunların üzerine gitmek, Kürt etnik
siyasetçilerinin ya da yazarlarının pek de işine gelmez. Neden mi?
Birincisi; bu mağduriyet onların varlık sebebidir. İkincisi; faili
meçhullerin kapağı açıldığında PKK’nın mağdur ettiği Kürtler meselesinin
de gündeme geleceğinden endişe etmektedirler. Oysa JİTEM’in yaptığı
kadar PKK’nın da Kürtlere yaptığı infazların, dağa kaldırmaların
hesabının sorulması gerekir. Bu defteri açmıyorlar çünkü buradan kendi
kirli tarihlerinin de gün yüzüne çıkmasından korkuyorlar.
Kürt
etnik siyasetinin var olmaya devam edebilmesinin onlar açısından tek bir
yolu var. O da, bölgedeki mağduriyetin sürmesidir. Devlet orada geçmiş
yılların tecrübesiyle hareket etmeye başladı. Eline silah alanlarla
profesyonel bir mücadele içine girildi. Şehit cenazeleri üzerinden de
Türkiye genelinde bir Kürt düşmanlığı körüklenemedi. Üstelik terör de
sahada büyük yenilgiler alıyor. Etnik siyaset ise sivillerin mağduriyeti
söz konusu olmayınca büyük bozgunlar yiyor.
Uludere faciası,
böyle bir zamanda yaşandı ve ölmek üzere olan PKK ile etnik siyasete
hayat kaynağı oldu. Şüphesiz insanoğlu pek çok hata yapıyor, yapabilir.
Hatalar bir şekilde telafi edilebilir. Burada kamuoyunun vicdanını
rahatsız eden en önemli konu; Uludere’nin hata değil de taammüden
yapılmış bir eylem olduğudur, güvenlik güçlerinin kasten tuzağa
düşürüldüğü yönündeki kanaatlerdir!
AK Parti iktidarında,
Kürtlerin daha rahat etmesi, bireysel özgürlüklerin daha çok artması
için önemli adımlar atıldı. Yani mağduriyet edebiyatının altı bir hayli
boşaltıldı. Uludere gibi aydınlatılmamış ve hesabı sorulmamış olaylar
sebebiyle, 10 yılın emeği bir anda heba olmamalı. Psikolojik açıdan
90’lı yıllara yeniden mi dönüyoruz, endişelerine mahal verilmemeli.