-27 Mayıs darbesinin ardından yargılamaların yapıldığı Yassıada’da
unutulmayan bir ezan okuma sahnesi vardır. Bu ezanın kahramanı ise
milletvekili ve din alimi Mustafa Runyun’dur.
Yıllar
sonra Runyun’un eşi Nuran Hanım (80), hem Menemen olaylarının mağduru
kayınpederi Kaşıkçı Ali Rıza Efendi’yi hem de eşi Mustafa Runyun’un
yaşadıklarını Zaman’a anlattı. O günlerde çektikleri sıkıntıları
çocuklarına belli etmemek için dik durmaya çalıştıklarını ifade etti.
Kayınpederinin Medine’den teselli mektupları gönderdiğini aktaran Nuran
Hanım, “‘Kızım hiç üzülme. Ravza-i Mutahhara’da her gün dua ediyorum.
İnşallah bir şey olmayacak.’ diye yazardı. Mustafa Bey’in de Yassıada
mektupları geliyordu arada. Ben de her gün yazıyordum ama
vermiyorlardı.” dedi. Çocuklarını bir defasında Yassıada’ya götürdüğünü
dile getiren Nuran Runyun, babasının durumunun eğitim hayatlarını
olumsuz etkilediğini dile getirdi.
Şeyh Sait hadisesi ve Şapka
Kanunu’ndan sonra yüzlerce insanın idam edildiği Anadolu, 1930 yılında
Menemen Olayı’yla bir kez daha sarsılır. 1921-1927 yıllarında
inkılaplara uymadığı gerekçesiyle birçok alim, idam sehpasına
gönderilirken, 1930’da tarikatlar aleyhine yapılan propagandalar, basın
yoluyla da hızla yayılır. Esad Erbili Hazretleri, Menemen Olayı’nda bir
numaralı hedef olarak gösterilir ve kendi hastanede, oğlu idam
sehpasında can verir. Kaşıkçı Ali Rıza Efendi gibi Erbili Hazretleri’nin
etrafına toplanmış insanlar da bu fırtınadan etkilenir.
18
yaşlarında Konya Müftüsü Yalvaçlı Ömer Vehbi Efendi’nin derslerine devam
eden ve ondan icazet alan Ali Rıza Efendi, aynı dönem ismini çok
duyduğu Esad Erbili Hazretleri’ni İstanbul’da sık sık ziyaret eder,
ondan duyduklarını Konya’da aktarmaya başlar. Köylerden bile dinlemeye
gelenler olur. Hocalıktan para almadığı için köyünde öğrendiği
kaşıkçılık zanaatıyla geçimini sağlar.
Menemen Hadisesi’yle Esad
Erbili Hazretleri’ne atılan iftiralardan sonra, Ali Rıza Efendi de
onunla mektuplaştığı için tutuklanır. Bir süre hapiste yatar ama suç
teşkil eden bir şey bulunamayınca serbest bırakılır. Ortalığın toz duman
olduğunu ve İstiklâl Mahkemeleri dönemine geri dönüldüğünü fark edince
“Bize burada hayat yok” diyerek ülkesini terk etmeye karar verir. 13
yaşındaki büyük oğlu Mustafa’yı da alarak kara yoluyla Medine’ye gider
ve oraya yerleşir. Birkaç yıl sonra eşini ve diğer iki çocuğunu da
getirir. Medine’nin en fakir dönemleri olduğu için büyük zorluklar
yaşarlar. Su ihtiyaçlarını kuyulardan çaydanlıkla çekerek karşılarlar.
Tek göz odada 5 kişi kalırlar. Ali Rıza Efendi, geçimini ise Konya’da
öğrendiği kaşıkçılıkla sağlamaya başlar. Oğlu Mustafa’yla birlikte
çöllerdeki bodur ağaçlardan yaptıkları kaşıkları boyayıp cilalayarak Hac
mevsiminde satarlar. Bu sürede kendilerine en çok sorulan soru ise
“Türkiye’de Müslüman kaldı mı?” olur. Kaşıkçı Ali Rıza Efendi, ülkesinin
hasretiyle 50 yıl yaşadığı Medine’de 1969’da vefat eder ve buraya
defnedilir.
Oğlu Mustafa Runyun ise eğitimi için Mısır’a gider.
El Ezher Üniversitesi’ne girer. Fakültenin son senesinde babası müftü
olan Nuran Hanım’la tanışır ve evlenir. Bu arada İslam Hukuku İhtisası
yapar. Nuran Hanım’ın geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle 1950 yılında
tedavi için Türkiye’ye gelirler. Yıllar sonra Türkiye’ye dönen Mustafa
Runyun, Adana’dan girdiği ülkesinde ezanların tekrar yüksek sesle ve
Arapça okunduğunu duyunca çok sevinir. Siyasi yapının biraz değiştiğini
de anlayınca artık Türkiye’de kalıp ülkesine hizmet etmek ister.
Cumhuriyet döneminde ilk kez Runyun’un El Ezher Üniversitesi
diplomasının denkliği kabul edilir. Askerliğini yaptıktan sonra Diyanet
İşleri’nde müşavere heyeti Aza Müşavirliği’nde görev alır. Ek görev
olarak Ankara’da Hacı Bayram Veli Camii’nde hatiplik ve Ankara Müftü
Vekilliği yapar. Bir yandan da Ankara Radyosu’nda Dini ve Ahlaki
Muhasebe programını hazırlar. 1954’e kadar Diyanet İşleri’nde aza olarak
çalışır. Açılan imam hatiplerde öğrencilere yardımcı olur.
Kapatılan camileri açtırdı
Radyodaki
programlarıyla birlikte Konyalılar, Runyun’un Kaşıkçı Ali Rıza
Efendi’nin oğlu olduğunu öğrenince büyük teveccüh gösterir. Konyalılarla
birlikte Demokrat Parti de, milletvekili adayı olmasını ister. Runyun,
“Ben ülkeme başka türlü hizmet etmek istiyorum. Siyasete girmek
istemiyorum.” dese de “Bundan mesulsün.” denilerek ikna edilir.
Konya’daki 23 milletvekilinin hepsi Halk Partilidir. Halk Parti de
Runyun’a teklif götürür fakat kabul etmez. 1954’te DP’den adaylığını
koyar ve milletvekili seçilir. Halk Partili diğer vekiller de DP’ye
geçer. Runyun Meclis’e girer fakat, ‘din alimi’ diye Cumhurbaşkanı Celal
Bayar vekilliğini veto eder. Konya’dan Adnan Menderes’in yanına giden
heyetler “Bizim seçtiğimiz vekil nasıl veto edilir?” diye tepki
gösterince Menderes, “İstifasını versin, 1957’de tekrar adaylığını
koysun.” der. 1957’de iknalar sonucu tekrar adaylığını koyan Runyun,
büyük bir destekle tekrar seçilir ve Konya’da hizmetlerine başlar. İlk
olarak şehirde kapatılan ya da müzeye çevrilen camileri açtırmak için
uğraşır ve muvaffak olur. Hizmetlerine devam ederken 1960 darbesi
yaşanır ve hapishaneye gönderilir. Eşi ve üç çocuğu ortada kalır.
Mustafa
Runyun, Yassıada’da davaları görülürken okuduğu ezanla hafızalara
kazınır. Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’ya idam
kararının verileceği günün sabahı bütün vekiller çok gergindir. Din
adamı yönü olduğu için vekilleri teselli etmek de Runyun’a düşer. O gün
Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘Zindan Duvarları’ kitabı ve Ali Ulvi Kurucu’nun
anılarında geçen meşhur olayı gerçekleştirir. Gergin atmosferi
yumuşatmak ve tutuklu vekillerin gönlünü rahatlatmak için kaldığı
koğuşun kapısındaki sürgüyü aralar ve gür sesiyle ezan okur.
Komutanların hatta dışarıdaki insanların bile duyduğu ezan sesi bir
süreliğine Yassıada’yı sessizliğe gömer. Davalardan sonra vazifeden men
ve siyasi yasak alır. Kayseri Cezaevi’ne gönderilir.
Kayınpederimin Medine’den yazdığı teselli mektupları bizi ayakta tuttu
Mustafa
Runyun’un eşi Nuran Runyun (80), o günlerde çektikleri sıkıntıları
çocuklarına belli etmemek için dik durmaya çalıştıklarını anlatıyor.
Kayınpederi Kaşıkçı Ali Rıza Efendi’nin Medine’den teselli mektupları
gönderdiğini aktaran Nuran Hanım, “Kayınpederim ‘Kızım hiç üzülme. Ben
burada Ravza-i Mutahhara’da her gün dua ediyorum. İnşallah bir şey
olmayacak.’ diye yazardı. Mustafa Bey’in de Yassıada mektupları
geliyordu arada. Ben de her gün yazıyordum ama vermiyorlardı.” diyor.
Çocuklarını
bir defasında Yassıada’ya götürdüğünü dile getiren Runyun, çocuklarının
yaşadığı sıkıntıyı şöyle anlatıyor: “Büyük oğlum 9 yaşındaydı ve çok
etkilendi ortamdan. Babasının durumu daha sonra eğitim hayatını da
etkiledi. Bir gün okul müdürü beni çağırdı. ‘Bu çocuk derslere hiç
kendini vermiyor, çalışmıyor. Bu okuldan alın başka bir okula verin.’
dedi. Çok üzüldüm. Bir hoca tutup ders çalıştırdım, başka okula aldım
ama çok bocaladı. Babası çıktıktan sonra eğitimiyle yakından ilgilendi. O
zaman biraz topladı kendini.”
Mustafa Runyun, 1963’te
hapishaneden çıkınca ailesiyle Konya’ya döner ve çevresinin desteğiyle
imam hatip yurdunda müdürlük yaparak geçimini temin eder. Daha sonra
arkadaşlarının isteğiyle İstanbul’a döner. Diyanet’ten baş imamlık ve
hatiplik kadrosu çıkarılarak Şişli Camii’ne atanır. Ailesiyle caminin
lojmanında kalır. Siyasi yasağı kalkınca da Yüksek İslam Enstitüsü’nde
1981 yılına kadar öğretim görevlisi olarak çalışır. Birçok talebe
yetiştirir ve oradan emekli olur. 1988’de parkinson hastalığından vefat
eder.