Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.
31 Aralık 2012 Pazartesi
Yılın son gününde PKK'ya ağır darbe!
Diyarbakır-Bingöl üçgeninde, kırsal alanda tespit edilen teröristlere 2012 yılının son gününde ağır darbe vuruldu.
2012 yılının bitmesine sayılı saatler kala Diyarbakır ’ın Lice ve Hani ilçesi ile Bingöl’ün Genç ilçesi üçgeninde PKK terör örgütüne yönelik geniş çaplı operasyon başlatıldı. PKK’ya yılın son darbesini vuran Mehmetçik, teröristlerin kullandığı kullandığı mağaraları da helikopterle ateş altına aldı.
Edinilen
bilgiye göre, Diyarbakır'ın Hani, Lice ve Bingöl’ün Genç ilçeleri
kırsalında bulunan dağlık arazideki mağaralarda kış üstlenmesine giren
bir grup teröristin olduğu bilgisi üzerine sabah erken saatlerde bölgede
operasyon başlatıldı. Operasyonun Lice ilçesi Şenlik köyü Akçapınar,
Küçük Ziyaret, Büyük Ziyaret, Hambaz ve Taşlık mezraları kırsalında
yoğunlaştırılırken, operasyona havalanan helikopterler de destek verdi. Karadan
başlatılan operasyona havadan destek veren Kobra tipi helikopterler
PKK’lıların kullandığı tespit edilen sığınakları bir bir ateş altına
alarak imha etti. Operasyon bölgesine yakın köylerde helikopterlerin ateş etmesi duyulurken, yer yer sıcak temasın sağlandığı öğrenildi.
Öte
yandan operasyon bölgesine giden yollarda mevzilenen özel harekat
polisleri geniş güvenlik önlemleri alarak giriş ve çıkışlara izin
vermedi.
Basın Yayın Organlarında Yer Alan Haber Hakkında.
31 Aralık 2012, Pazartesi
Haber :
Basın Yayın Organlarında Yer Alan Haber Hakkında.
Açıklama:
1. Bugün yabancı bir gazetede ve buna bağlı olarak çeşitli yayın
organlarında Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup dört savaş uçağı
pilotunun Halep yakınlarında askerî bir havaalanına sızmaya çalışırken
yakanlandığı iddia edilmiştir.2. Söz konusu iddialar tamamen gerçek dışıdır.
Darbe Komisyonu'nun 'çok gizli' raporundan 'Çiller Özel Örgütü' çıktı
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun 'çok gizli'
raporunda, Erbakan'ın talimatıyla hazırlanan 1996 tarihli raporda CIA ve
MOSSAD bağlantısı olduğu öne sürülen 700 üyeli Çiller Özel Örgütü'nün
şeması var
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun, darbe dönemlerine
ilişkin geçen ay açıklanan raporunun "çok gizli" açıklanmayan ek
belgeleri içinde özel bilgiler ortaya çıktı. Ergenekon soruşturmasında
basındaki iddiaların esas alınarak şema hazırlamasını eleştirilen Milli
İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT), 1996’da basındaki haberlerle REFAHYOL
hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın talimatıyla devletteki illegal yapılanmaya ilişkin şema ve rapor hazırladığı ortaya çıktı.
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun kamuoyuna
açıklamadığı “çok gizli” belgeler arasından çıkan şemada, “Susurluk
olayı” ekseninde faili meçhul cinayetler, uyuşturucu ve nükleer madde
kaçakçılığı, MİT ve Emniyet içindeki yasadışı yapılanmalar, mafya
bağlantıları sıralandı. Basında yer alan biçimiyle “Çiller Özel Örgütü”
gibi ifadelerin aynen kullanıldığı şemaların altında “İddialar basında
yer aldığı şekilde şematize edilmiştir” notunun düşülmesi dikkat çekti.
Şemalar, 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasından sadece bir ay sonra hazırlanmış. Ekleriyle beraber 200 sayfayı bulan rapor Sönmez Köksal ile Şenkal Atasgun'un imzasını taşıyor.
Önder Yılmaz'ın Milliyet'teki haberine göre, Meclis
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu üyesi CHP Gaziantep
milletvekili Mehmet Şeker’in başvurusu üzerine MİT, 17 Aralık 1996 tarih
ve 11.011.01.156/24746 sayı numaralı raporunu “çok gizli” damgasıyla
TBMM’ye gönderdi. Komisyon tarafından incelemeye alınan ve raporda
sadece birkaç cümleyle ifade edilerek kamuoyuna açıklanmayan “gizli”
damgalı ekler arasında yer alan raporun, dönemin Başbakan’ı Erbakan’ın
talimatı doğrultusunda MİT tarafından hazırlandığı, Sönmez Köksal ve
Şenkal Atasagun’un imzasını taşıdığı anlaşıldı. 30 sayfalık rapor,
şemalar ve ek belgelerle 200 sayfayı aşıyor.
Susurluk kazası ile ortaya çıkan devlet-mafya-siyaset üçgeni etrafında
yoğunlaşan olaylara değinilen raporda, Susurluk kazasının oluş şekli, Abdullah Çatlı ve İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us’un içinde öldüğü, dönemin DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Bucak’a
ait Mercedes’te bulunan silah ve dökümanlar, otomobildeki kişilerin
ilişkileri ile Abdullah Çatlı’nın üzerinden çıkanlar ayrıntılı olarak
anlatılıyor. İddiaların bir bölümünün istihbarat birimlerince elde
edilen, önemli bir bölümünün de basında çıkan bilgilerden derlendiği
ifade ediliyor.
CIA ve MOSSAD var
Raporda, “Çiller Özel Örgütü” iddialarına özel bir bölüm ayrılıyor.
Raporda, “DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ve bazı MİT ve emniyet
mensupları ile ülkücülerin içinde yer aldığı özel suç örgütü
kurulmuştur. Örgüt mensupları arasında kendi aralarında özel bir örgüt
olarak adlandırılan Çiller Özel Örgütü CIA ve MOSSAD ile bağlantılıdır”
ifadelerine yer veriliyor.
Örgütü yapı ve kadrolarına ilişkin iddiaların da dile getirildiği
raporda, 700 kişiden oluşan özel büro içinde dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, eşi Özer Çiller, Elazığ Milletvekili ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, Emniyet Genel Müdür Müşaviri emekli Albay Korkut Eken, Özel Harekât Dairesi Başkanı İbrahim Şahin, Susurluk kazasında öldüğünde İnterpol tarafından aranan ülkücü çete lideri Abdullah Çatlı’nın bulunduğu öne sürülüyor.
Cinayetler de listede
Raporda, “Çiller Özel Örgütü” olarak nitelenen örgütün eylemlerine ilişkin iddialar şöyle sıralanıyor:
"Haydar Aliyev’i devirme operasyonu, Çeçenistan’a müdahale ve Avrasya Feribotu’nun kaçırılması, Mehmet Ağar’la uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin’in bağlantısı, Özer Çiller’in nükleer madde kaçakçılığı yapması, Manukyan’a suikast girişimi, Orgeneral Eşref Bitlis’in öldürülmesi, Cem Ersever ve arkadaşlarının öldürülmesi, Askar Simitko ve Lazım Esmaeli’nin öldürülmesi, Behçet Cantürk, Tarık Ümit, Avukat Yusuf Ekinci, Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım Tekvik Ağansoy, Medet Serhat’in öldürülmeleri.”
MİT’teki köstebek
Raporda, bu iddialardan bazılarının yaşanan süreç içerisinde
doğrulandığı, bazılarının ise araştırılıp delillendirilmesi gerektiği
ifade ediliyor. Raporda, araştırılması gereken iddialar arasında Tarık Ümit’in
öldürülmesi olayı başta gelirken, “Tarık Ümit’in, Çiller Özel Örgütü’ne
ilişkin olarak bildiği konular nedeniyle öldürülüp öldürülmediği
iddialarının, Ümit’in en son beraber görüldüğü söylenen polislerin
yeniden sorguya alınarak kanunun vuzua kavuşturulacağı
değerlendirilmektedir” ifadeleri kullanılıyor.
Çiller’in eşi Özer Çiller’in bilgi
sızdırması için MİT’e “adam yerleştirdiği” iddiasının da yer aldığı
raporda, “Tansu Çiller’in eski Danışmanı ve Başbakanlık Müşaviri Şakir Atik’in
Özer Çiller tarafından bilgi sızdırmak amacıyla MİT içerisinde
görevlendirildiği iddia edilmektedir. Anılan şahsın MİT’le ilişkisine
dair belge ekte görülmektedir” deniliyor.
'Susurluk’ta maddi çıkar var'
Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun KAMUOYUNA
açıklamadığı, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın talimatıyla
hazırlanan “gizli” MİT raporunda, “Susurluk olayı” şöyle anlatılıyor:
Susurluk Olayı; devletin içinde kontrolsüz güçlerin varlığını,
Bu güçlerin devletin ihtiyaçları dışında istenmeye faaliyetlere yönelebildiğini,
Güvenlik kuvvetlerini, resmi güçler dışında bazı unsurları da devlet görevi adı altında kullandıklarını,
Devlet bazı belgelerinin pasaport vs. gibi gayri kanuni unsurlara verildiğini,
Devletin aynı kuruluş içerisinde farklı anlayışta olanların
birbirleriyle devletin olanaklarını kullanarak mücadele edebildiklerini,
İstihbarat ve örgütlü operasyonlarda çok başlılığının bulunduğunu, merkezi kontrolün yeterli olmadığını,
Gizlilik taşıması gereken devlet belgelerinin ve faaliyetlerinin dahi kolayca açıklanabildiğini, tartışılabildiğini,
Kontrolsüz güçlerin bazı siyasi güçler ve kişilerce desteklendiğini,
Devlet adına yapıldığı öne sürülen işlerde dahi büyük miktarlarda maddi
çıkarların söz konusu olduğunu, (Abdullh Çatlı’nın şirketleri ve
malvarlığı gibi) gösterecek nitelikte emarelerin ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
‘Çift başlılık’ uyarısı MİT’ten
Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun açıklamadığı
“gizli” MİT raporunun “Sonuç ve Değerlendirme” bölümünde, ilgili
birimlerin derhal hukuki ve adli soruşturma yürütmesi istenirken, şu
tespitlere yer veriliyor:
İzah edilemez: Susurluk’taki trafik kazası olayı izahı
zor ve savunulamayacak bir beraberliği net olarak ortaya koymaktadır.
Kazaya konu araçta bulunan silahlar, belgeler ve diğer bulgular ve
araçta bulunanla suç amaçlı faaliyet içinde bulunduklarına kuvvetli
emare niteliğindedir.
Müsteşarlıkça devletin diğer yetkili kuruluşlarının görev alanına
girilmeksizin ve anılan kuruluşların kendi açısından gerekli araştırmayı
yaptıkları düşünülerek mevcut bilgilerden hareketle bu incelemenin
yapılması cihetine gidilmiştir.
Kanıtlanması zor: Olayla bağlantılı çevreler, geçmişte
kalan ve çeşitli dönemlerde tartışılmış bazı konuları -Asala ile
mücadele gibi- gündeme getirerek son zamanlarda vuku bulan olaylarla
ilişkilerini kamufle etme ve yayma eğilimindedir. Ortada birçok ciddi
iddia ve itham mevcuttur. Bunların bütünü geçmişte kalmış,
delillendirilmesi ve kanıtlanması çok zor iddialardır.
Bazılarına yaradı: Konunun medyada yayımlanış, ele
alınış biçimiyle ilgili ilgisiz herkesin konuşturulması, olayı saptırmak
istenlere büyük imkânlar sağlanmış. Büyük ölçüde gerçeklerden
uzaklaşılmış, somut olaylar ve olaylara ilgili kişilerden çok devlet ve
devletin tasarrufu tartışılır hale gelmiştir. Bu durumda olayların
gerçek suçlarla her vesileyle mevcut düzene saldırmayı adet haline
getirmiş bir kısım maksatlı çevrelerin işine yaradığı da ayrı bir
gerçektir. Tartışmaların ulaştığı boyut ise malumlarıdır. Bu durum
olaylara ilişkin gerçek bilgi ve belgelere ulaşılmasını zorlaştırmış,
daha çok spekülatif hususların gündeme gelmesine yol açmıştır.
Tedbir alınmalı: Yukarıdaki kısaca değinilen ve her
biri ayrı ayrı öneme sahip olan tespitlerden hareketle, gerekli
tedbirlerin alınmasında fayda görülmektedir.
Merkezi kontrol: Güvenlik kuvvetlerinin görevlerini
ifa ederken, yararlanmak durumunda bulunduğu her türlü unsurdan istifade
edebilme esasların çok iyi belirlenmesinde ve merkezi kontrole
bağlanmasında fayda görülmektedir.
İstihbarat çok başlı: İstihbaratla ilgili kuruluşların
yetki alanlarını genişletmeleri nedeniyle çok başlılık bulunmaktadır.
Bunun sonucu olarak bünyelerinde istihbarat birimi bulunan bütün
kuruluşlar istihbari metotları kullanarak görev alanlarını
ilgilendirmeyen bilgi ve imkâna sahip olmaktadır. Bunlar il düzeyinde
uygulandığı için merkezi kontrolün dışında kalmakta ve il düzeyinde
kontorollerin dahi yeterince sistemleştirilmediğinden kontrol dışı
güçler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle isbtihbarat yetkisine sahip
kurumların durumlarının net olarak belirlenmesinde bu alanda her türlü
merkezi kontorolü sağlayacak yasal kuruluş olan MİT müsteşarlığının
koordinatörlüğünün işler hale getirilmesinde zaruret bulunmaktadır.
Örtülüye denetim: Örtlü operasyonlar bütün demokratik
ülkeler tarafından olağanüstü durumlarda, ulusal çıkarların korunması
amacıyla başvurulan mücadele metotlarından birisidir ancak, bu tür
çalışmalar bütün ülkelede merkezi karara dayanmakta ve etkili bir
merkezi denetime tabi olmakta, devletin meşru güçlerince icra
edilmektedir. Hangi gerekçeyle olursa olsun, yukarıda değinilen temel
prensiplerin dışına çıkılması, devletin denetimi açısından çeşitli
sıkıntıları ortaya çıkarmaktadır.
Siyasi çıkara dikkat: Devlet organlarının siyasi
otorite kararı ile hareket etmesi demokrasinin gereğidir. Ancak, bu
zaruretin kuruluşların siyaset içine çekilmesi şeklinde algılanmaması,
dolayısıyla siyasi partilerimizin devlet kuruluşlarına siyasi çıkarları
doğrultusunda yaklaşmamaları gerekmektedir.
Politize olanlar var: Politize olmuş kadroların idari
tedbirlerle ayıklanması objektif kamu görevi ve güvenliği için
vazgeçilmez koşul olarak düşünülmektedir.
İtirafçılar için sistem: Geçici köy koruculuğu yeniden
düzenlenmeli. Aynı şekilde itirafçılardan istifade edilmesi ve kontrol
edilebilir şekilde sisteme bağlanmasında fayda görülmektedir.
Demirel Arşivi’ndeki fişlemeler TBMM’de
Cumhurbaşkanlığı Süleyman Demirel Arşivi’nden TBMM Darbe ve Muhtıraları
Araştırma Komisyonu’na gönderilen belgelerde fişleme belgeleri ortaya
çıktı. Komisyon rporunun eklerinde, Cumhurbaşkanlığı’ndan Komisyon’a
gönderilen 28 Şubat dönemine ait bazı fişleme kayıtları yer aldı. Bu
kayıtların, Cumhurbaşkanlığı Süleyman Demirel Arşivi’ndan çıktığı
listelerin üzerindeki kaşelerde yazıyor.
AYM: TSK ENVANTERİ DE DENETLENMELİ
Anayasa Mahkemesi’nin Sayıştay Yasası’nda yapılan devletin şeffaflık ve denetlenebilirliğini azaltan değişikliği iptal etmesi dönüm noktası olabilir.
Anayasa Mahkemesi, geçen cuma günü, Sayıştay Yasası’nın bazı maddelerini, Anayasa’ya aykırı oldukları gerekçesiyle iptal ederek, son 10 yıldaki demokratikleşme sürecinde
şeffaflık ve hesap verilebirlik adına belki de en ilerici karara
oybirliğiyle imzasını attı. Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, CHP ve
Sayıştay’ın; hükümetin, bizzat kendisinin öngördüğü şeffaflığı sonradan
yaptığı yasal değişikliklerle öldürdüğü Sayıştay Yasası’nın anayasaya
aykırılığında ısrarcı tutumları, mahkemenin iptal kararıyla karşılık
bulmuş oldu. Anayasa Mahkemesi’nin kararı bağlayıcı olduğundan
hükümetin, bu karara uyması beklenirken siyasi iradenin artık bu
aşamadan sonra yeni değişiklik önerileri getirerek açıkça restleşme ve
dayatma içine girmeyebileceği yorumları yapılıyor.
CHP, torba kanun olarak da bilinen ve temmuz ayında yürürlüğe giren 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un bazı hükümlerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. CHP’nin iptalini istediği hükümler arasında hükümetin, torba kanun çerçevesinde getirdiği ve Sayıştay’ın, bağımsız ve tarafsız denetim yetkilerini dolayısıyla şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesini ortadan kaldıran yasa değişikliği de bulunuyordu. Hükümetin üzerinde yaptığı değişiklikleri CHP’nin mahkemeye götürdüğü ve yüksek mahkemenin çoğu hükmünü iptal ettiği 6085 sayılı Sayıştay Yasası, Aralık 2010’da yürürlüğe girmişti.
Torba kanun ile yapılan değişikliklere istinaden, Sayıştay denetçilerinin, 6085 sayılı yeni Sayıştay Yasası’na göre askerî ve sivil kamu kurum ve kuruluşlarında yaptıkları denetimler sonucunda hazırladıkları raporlar Meclis’e gitmemiş ve CHP, bu durumu birkaç hafta önce gündeme getirmişti.
Doğruluk ve güvenirlilik
Mahkeme, CHP’nin, Sayıştay Yasası’nda yapılan bazı değişikliklerin iptali için yaptığı başvuruyu geçen hafta sonuna doğru görüştü ve “6353 sayılı kanunun 45. maddesiyle, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun denetimin genel esaslarını düzenleyen 35. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (a) bendindeki kamu idarelerinin mâli nitelikteki tüm hesap ve işlemleri dışındaki işlem ve faaliyetlerin düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemeyeceğine, denetiminin kapsamına ilişkin görüş farklılıklarının Sayıştay tarafından çıkarılacak yönetmelikle giderileceğine ilişkin hükmün iptaline” karar verdi.
Mahkeme bu kararıyla, düzenlilik denetiminin yalnızca hukuka uygunluk anlamına gelmeyeceğini belirterek, “İç kontrol sistemlerinin çalıştırılması gerektiğini ifade etti ve kamu kurumlarının mali tablolarının doğru ve güvenilir olup olmadığına denetçi bakar” dedi.
Böylece, denetçiler, sivil kurumlar gibi TSK’nın da envanterinde ne kadar silah bulundurduğunu, personel, yiyecek, içecek ve barınma gibi masraflarını denetleyebilecek. Böylece Sayıştay, şeffaflığa hizmet edecek, makro düzeyde siyasetçilere, politika belirlemelerinde alt yapı hazırlayacak.
Askere çeki düzen gerek
Torba kanun gerekçe gösterilerek Meclis’e gitmeyen denetim raporları arasında ilk kez denetlenen askerî harcamalara ilişkin olanlar da bulunuyor. Bir denetçiye göre, “Askerin artık denetimden kaçışı yok,” denirken suistimallerin varlığı kabul edilmiş oluyor. Ama denetçiler, askerî harcamaların denetimi sırasında çok fazla silah harcamalarına giremedi zira Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında toplanan, Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da üyesi olduğu Savunma Sanayii İcra Komitesi, silah alımlarında ciddi yetkilerle donatılmış durumda ve denetimi bu anlamda engelleyici nitelikte. Dolayısıyla, denetçiler silah alımlarını denetleyemediler. Denetçiler, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının harcamalarda verimli, etkin ve tutumluluk ilkesini (VET) geri getirmesiyle TSK’nın harcamaları konusunda da hesap sorabilecekler.
Hesap sorma hakkı yeniden
Mahkeme, yine torba kanun çerçevesinde 6085 sayılı Sayıştay Yasası’nda yapılan değişikliğe karşı CHP’nin itirazına istinaden, kamu idarelerinin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin; etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüş ve öneri içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu düzenlenemeyeceğine ilişkin hükmü de Anayasa’ya aykırı buldu.
Mahkeme böylece, bir yandan 6085 sayılı yasa içinde 15 ayrı yerde geçtiği halde aynı yasanın 2. maddesinden daha önce çıkartılmasıyla zaten hukuki çelişki yaratan yani hukuk devleti ile çelişen bir durumu hem ortadan kaldırdı hem de kamu harcamalarının israfını önlemede kritik rol oynayan VET ilkesini yeniden tesis etti.
Kamu kurum ve kuruluşlarından, vatandaşlardan toplanan vergileri, “çar çur” edip etmedikleri, ettilerse kendilerinden hesap sorulma ilkesi anlamına da gelen harcamaların verimli, etkin ve tutumlu kullanımı, demokrasilerde şeffaflık ve hesap verilebilirlik adına Sayıştay’ların denetim yetkilerinin başında gelen bir denetim biçimi. Özetle, yüksek mahkeme, Sayıştay denetçilerinin VET ilkesini uygulayabileceklerine hükmetti. Türk mali sisteminin en büyük sorunu, kaynakların hukuka uygun kullanımı söz konusu olmakla birlikte VET ilkesinin uygulanmamasıydı. Mahkeme, bu ilkenin artık uygulanmasına karar verdi.
Kamu kurumlarındaki üst düzey yönetimde, yolsuzluk ithamlarından duyulacak endişeden ziyade israf gibi olasılıkların, denetim sırasında ortaya çıkacak olmasından duyulan rahatsızlıkların, Anayasa Mahkemesi’nden dönen yasal değişikliklerin hükümet tarafından yapılmasında rol oynadığı kulislerde söyleniyor. Kamudaki üst yönetimde, Anayasa Mahkemesi’nin, Sayıştay Yasası’ndaki kimi maddeleri iptal etmesi ve özellikle de VET ilkesini kabul etmesiyle birlikte, rahatsızlıklarının artacağı yorumları yapılıyor.
Raporlar yine gitmeyebilir
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Anayasa Mahkemesi’nin, Sayıştay Yasası’nın bazı maddelerini iptal etmesiyle birlikte, hükümetin, daha önce, şimdi iptal edilen hükümleri dayanak göstererek 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2011 yılı Kesin Hesap Kanun Tasarısı ekinde TBMM’ye göndermediği raporları göndermesini beklediklerini bildirdi.
Ancak, Anayasa Mahkemesi, torba kanun ile yapılan yasal değişikliğin öngördüğü denetim raporlarının, Sayıştay kurumundan üç kişilik uzman denetçi tarafından değiştirebileceği yolundaki hükmü iptal etmediği için, 2011 raporlarının Meclis’e gönderilme süreci uzayabilir. Büyük olasılıkla, 2011 denetim raporlarının, temmuz ya da ağustos 2013’te, 2012 denetim raporlarıyla birlikte Meclis’e gönderilmesi olasılığı bulunuyor.
CHP, torba kanun olarak da bilinen ve temmuz ayında yürürlüğe giren 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un bazı hükümlerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. CHP’nin iptalini istediği hükümler arasında hükümetin, torba kanun çerçevesinde getirdiği ve Sayıştay’ın, bağımsız ve tarafsız denetim yetkilerini dolayısıyla şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesini ortadan kaldıran yasa değişikliği de bulunuyordu. Hükümetin üzerinde yaptığı değişiklikleri CHP’nin mahkemeye götürdüğü ve yüksek mahkemenin çoğu hükmünü iptal ettiği 6085 sayılı Sayıştay Yasası, Aralık 2010’da yürürlüğe girmişti.
Torba kanun ile yapılan değişikliklere istinaden, Sayıştay denetçilerinin, 6085 sayılı yeni Sayıştay Yasası’na göre askerî ve sivil kamu kurum ve kuruluşlarında yaptıkları denetimler sonucunda hazırladıkları raporlar Meclis’e gitmemiş ve CHP, bu durumu birkaç hafta önce gündeme getirmişti.
Doğruluk ve güvenirlilik
Mahkeme, CHP’nin, Sayıştay Yasası’nda yapılan bazı değişikliklerin iptali için yaptığı başvuruyu geçen hafta sonuna doğru görüştü ve “6353 sayılı kanunun 45. maddesiyle, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun denetimin genel esaslarını düzenleyen 35. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (a) bendindeki kamu idarelerinin mâli nitelikteki tüm hesap ve işlemleri dışındaki işlem ve faaliyetlerin düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemeyeceğine, denetiminin kapsamına ilişkin görüş farklılıklarının Sayıştay tarafından çıkarılacak yönetmelikle giderileceğine ilişkin hükmün iptaline” karar verdi.
Mahkeme bu kararıyla, düzenlilik denetiminin yalnızca hukuka uygunluk anlamına gelmeyeceğini belirterek, “İç kontrol sistemlerinin çalıştırılması gerektiğini ifade etti ve kamu kurumlarının mali tablolarının doğru ve güvenilir olup olmadığına denetçi bakar” dedi.
Böylece, denetçiler, sivil kurumlar gibi TSK’nın da envanterinde ne kadar silah bulundurduğunu, personel, yiyecek, içecek ve barınma gibi masraflarını denetleyebilecek. Böylece Sayıştay, şeffaflığa hizmet edecek, makro düzeyde siyasetçilere, politika belirlemelerinde alt yapı hazırlayacak.
Askere çeki düzen gerek
Torba kanun gerekçe gösterilerek Meclis’e gitmeyen denetim raporları arasında ilk kez denetlenen askerî harcamalara ilişkin olanlar da bulunuyor. Bir denetçiye göre, “Askerin artık denetimden kaçışı yok,” denirken suistimallerin varlığı kabul edilmiş oluyor. Ama denetçiler, askerî harcamaların denetimi sırasında çok fazla silah harcamalarına giremedi zira Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında toplanan, Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da üyesi olduğu Savunma Sanayii İcra Komitesi, silah alımlarında ciddi yetkilerle donatılmış durumda ve denetimi bu anlamda engelleyici nitelikte. Dolayısıyla, denetçiler silah alımlarını denetleyemediler. Denetçiler, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının harcamalarda verimli, etkin ve tutumluluk ilkesini (VET) geri getirmesiyle TSK’nın harcamaları konusunda da hesap sorabilecekler.
Hesap sorma hakkı yeniden
Mahkeme, yine torba kanun çerçevesinde 6085 sayılı Sayıştay Yasası’nda yapılan değişikliğe karşı CHP’nin itirazına istinaden, kamu idarelerinin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin; etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüş ve öneri içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu düzenlenemeyeceğine ilişkin hükmü de Anayasa’ya aykırı buldu.
Mahkeme böylece, bir yandan 6085 sayılı yasa içinde 15 ayrı yerde geçtiği halde aynı yasanın 2. maddesinden daha önce çıkartılmasıyla zaten hukuki çelişki yaratan yani hukuk devleti ile çelişen bir durumu hem ortadan kaldırdı hem de kamu harcamalarının israfını önlemede kritik rol oynayan VET ilkesini yeniden tesis etti.
Kamu kurum ve kuruluşlarından, vatandaşlardan toplanan vergileri, “çar çur” edip etmedikleri, ettilerse kendilerinden hesap sorulma ilkesi anlamına da gelen harcamaların verimli, etkin ve tutumlu kullanımı, demokrasilerde şeffaflık ve hesap verilebilirlik adına Sayıştay’ların denetim yetkilerinin başında gelen bir denetim biçimi. Özetle, yüksek mahkeme, Sayıştay denetçilerinin VET ilkesini uygulayabileceklerine hükmetti. Türk mali sisteminin en büyük sorunu, kaynakların hukuka uygun kullanımı söz konusu olmakla birlikte VET ilkesinin uygulanmamasıydı. Mahkeme, bu ilkenin artık uygulanmasına karar verdi.
Kamu kurumlarındaki üst düzey yönetimde, yolsuzluk ithamlarından duyulacak endişeden ziyade israf gibi olasılıkların, denetim sırasında ortaya çıkacak olmasından duyulan rahatsızlıkların, Anayasa Mahkemesi’nden dönen yasal değişikliklerin hükümet tarafından yapılmasında rol oynadığı kulislerde söyleniyor. Kamudaki üst yönetimde, Anayasa Mahkemesi’nin, Sayıştay Yasası’ndaki kimi maddeleri iptal etmesi ve özellikle de VET ilkesini kabul etmesiyle birlikte, rahatsızlıklarının artacağı yorumları yapılıyor.
Raporlar yine gitmeyebilir
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Anayasa Mahkemesi’nin, Sayıştay Yasası’nın bazı maddelerini iptal etmesiyle birlikte, hükümetin, daha önce, şimdi iptal edilen hükümleri dayanak göstererek 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2011 yılı Kesin Hesap Kanun Tasarısı ekinde TBMM’ye göndermediği raporları göndermesini beklediklerini bildirdi.
Ancak, Anayasa Mahkemesi, torba kanun ile yapılan yasal değişikliğin öngördüğü denetim raporlarının, Sayıştay kurumundan üç kişilik uzman denetçi tarafından değiştirebileceği yolundaki hükmü iptal etmediği için, 2011 raporlarının Meclis’e gönderilme süreci uzayabilir. Büyük olasılıkla, 2011 denetim raporlarının, temmuz ya da ağustos 2013’te, 2012 denetim raporlarıyla birlikte Meclis’e gönderilmesi olasılığı bulunuyor.
Bu sefer kozmik odaya
Genelkurmay, Seferberlik
Tetkik Kurulu'nun talimatıyla geçmişte gizli görev yapanları Darbe
Komisyonu'na bildirdi. Derin listede 100 bin kişi var
2007'YE KADAR OLANI...
İşte Özel Harp Dairesi yani Seferberlik Tetkik Kurulu, Meclis'in gündemine geldi. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu, Genelkurmay'dan Seferberlik Tetkik Kurulu'ndaki belgeleri istedi. Genelkurmay Başkanlığı da geçmişte bu yapılaşmada görev alan tam 100 bin kişinin ismini, tek tek listeledi. Ve bu dosyayı, 2007'ye kadar olan süreci inceleyen Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'na gönderdi.
HEM SAĞDAN HEM SOLDAN
Söz konusu liste, incelenmeye başlandı. Derin listede, aralarında hem sağ hem de sol kesimden birçok ünlünün bulunduğu kaydedildi. 100 bin kişilik sivil ordudaki her bir görevlinin olası savaş halinde nerede bulunacağı ve neler yapacağı da belirlenmişti.
LİSTE DEĞİŞTİRİLDİ
Ankara'daki Seferlerlik Tetkik Kurulu'ndaki yapılanma bugüne dek hep bir sır olarak gizlendi. Ancak tarihler, 25 Aralık 2009'u gösterdiğinde hakim Kadir Kayan, Seferlerlik Tetkik Kurulu'ndaki kozmik odaya girdi. Yanında 5 savcı da vardı. Tam 26 gün boyunca odadaki belgeleri tek tek inceledi. Ama somut bilgiler ortaya dökülmedi. İşte bu incelemeden sonra listenin değiştirildiği, yeni listenin ise gizliliğini koruduğu kaydedildi.
Şok rapor
Darbe Komisyonu'ndaki MİT raporunda şok ifadeler yer aldı: Tansu Çiller, CIA ve Mossad destekli özel örgüt kurdu
700 KİŞİLİK DEV KADRO
Raporda ayrıca "Çiller Özel Örgütü, CIA ve MOSSAD ile bağlantılıdır" ifadesi dile getiriliyor. Örgütün yapı ve kadrolarına ilişkin iddialar ise "700 kişilik özel büro içinde Tansu Çiller, eşi Özer Çiller, Mehmet Ağar, Mehmet Eymür, Korkut Eken ve Alaaddin Çakıcı'nın adı geçiyor.
BiTLiS'E SUiKAST
Örgüt'ün bazı operasyonları: Aliyev'i devirme operasyonu, Çeçenistan'a müdahale, Özer Çiller'in nükleer madde kaçakçılığı, Eşref Bitlis'e suikast...
28 Aralık 2012 Cuma
Patriotsuz orduyla gece nasıl uyunur / Namık Çınar
İki yüz bini geçkin maaşlı subayı astsubayı ve uzmanı var, ama doğru dürüst bir roketi bile yok bu ordunun.
Kalan beş yüz bini de hem vasıfsız, hem de tesir mesafesi dört yüz metreyi bulmayan birer piyade tüfeği taşıyorlar.
O piyade tüfeği ki, beş para etmez caydırıcılığıyla önleyemeyeceği harpteki yeri, günümüz teknolojileri bakımından ok yay ve mızraktan öte gitmeyen bir ilkelliğe tekabül ediyor.
O vakit de, üstelik çoğu zaman burun kıvırdığınız NATO’nun Hollanda’sına ya da Almanya’sına bugün olduğu gibi işte böyle birdenbire manda tersi gibi lök diye muhtaç kalıverirsiniz.
Şimdi gelin serinkanlılıkla bir düşünelim bakalım. Bunun için öyle aman aman uzman olmak da gerekmiyor.
Hollanda, Almanya ve Amerika’nın birer “Patriot Füze Bataryası”yla koşup yetişmeleri ve savunma zafiyetimizi gidermeleri karşısında; asıl güçlü orduya sahip olmanın, çoğu yaşlı, hımbıl ve işlevsiz binlerce memurlaşmış subay ve astsubaydan, ve “has dur, selâm dur”dan başkaca bir marifeti bulunmayan binlerce vasıfsız erden geçmediğini nihayet anlamışsınızdır umarım.
Eğer bu da size bir şey ifade etmiyor, beyninizin kıvrımlarında birtakım elektriklenmelere yol açmıyorsa; korkarım siz, yazları da sürdürdüğünüz derin bir kış uykusundasınız demektir.
O yüzden de bizim gibi ülkelerde değişimler, galiba ancak başa gelen musibetler sonrasında tecelli edebiliyor.
Tam bir geri zekâlılıkla kafayı Erdoğan’a takarak “yeter ki iktidar olmasın da ne olursa olsun”diyenlerin, gücü ve işlevi konusunda sorgulama gereği bile duymadıkları orduyu, ne hikmetse ilericiymiş sanmaları; ve çağdaş beyin diye taptıkları siyasallaşmış bir grup cahil generali, o kurumun en parlakları ve kurtarıcılarıymış da sanki bu nedenlerle hapistelermiş gibi göstermeleri yok mu, işte o aymazlıkları kahrediyor insanı en çok da.
Oysa siyasal mücadeleyi generallerden bekleyen bir zihniyet, ordusunun muharebe gücünü zayıflatarak, unsurlarını disiplinsiz kılan ve asıl kendisi gerici olan bir kafada ürer, bana kalırsa.
Erdoğan’ın da bir sürü gericiliği vardır, ama o bunlarınkinin yanında solda sıfır kalır.
Erdoğan’la mücadele edilebilir, ama orduyla edilmez. Ordu siyasal meseleleri kendisiyle teati edeceğimiz bir kurum olamaz. O, sadece ve sadece dış mütecavize karşı silahlandırdığımız, önce caydırıcı, olmuyorsa da karşı koyup püskürtücü işlevler edinmiş ve doğrudan doğruya hükümetin emriyle çalışan bir dış güvenlik enstrümanıdır. Başka işlere gelemez. Başka işler onu bozar. Aksi hâlde bir bakarsınız ki, ülkeye yarar yerine en büyük zararlar vermeye başlayan bir belâ olup çıkıvermiştir.
O yüzden, hangi siyasal eğilimde olunursa olunsun, “ordu göreve!” yaklaşımının ne denli utanç verici bir şey olduğunda mutabık kalmak en doğru yol sayılmalıdır.
Keşke imkân olsa da, çoğu teknik özelliklere sahip 160-200 personelden oluşan ve her biri ayağımıza kadar gelecek olan bir lâboratuar niteliğindeki Patriot Bataryalarının günlük işleyiş ve eğitim biçimlerini gözlemleyebilseydik; çıkartabileceğimiz ne çok ders olurdu, kimbilir?
Çünkü devlet bürokrasisinden yurtdışı görevlere en fazla gönderilen unsurlar oldukları hâlde, sadece şahsi ikballerini kovalayan bizim kurmayların, edindikleri bilgi ve görgülerin orduya yansıyan katkısı koskocaman bir hiçtir.
Kışla, benim bıraktığım kışladan; bölük, benim bıraktığım bölükten bir gıdım öteye gidememiştir.
Bunun biricik ve apaçık bir nedeni vardır. Resmî ideolojinin emrine girmiş bulunan ordu, yüz sene evvel tesis olunan siyasal bir paradigmayı meşru kılmak uğruna orada donup kalmış; bu yazgıyı değiştirmeye hiç kimsenin tevessül edemeyeceği, hiç kimsenin o usulle takdire mazhar olamayacağı askerî bir ahlâk düzeni kurulmuştur.
İşte şimdi gele gele varılan nokta, Hollandalının Patriot’una muhtaç kalınan bu yerdir.
Atış alanlarına eski zaman harplerinin kara barut kokuları sinmiş, tüfeği de artık kazma-kürek olmuş köylü çocuklarından müteşekkil ordunuza karşılık, bakın bakalım kaçar tane mühendis var o bataryaların bünyesinde?
Etten duvar kolordularınıza oralı bile olmazlarken, Patriotlara gelince nasıl da diklendiler suratlarını ekşiterek, Ruslarla İranlılar? Bu bile göstermeye yetmiyor mu, ne yönde olduğunu gerçeğin?
Artık hedef, bir saniye dahi sektirmeden A’dan Z’ye ordu reformu olmalıdır.
Tabii, bu ülkeyi ve üzerinde yaşayan insanları gerçekten seviyorsanız...
Kalan beş yüz bini de hem vasıfsız, hem de tesir mesafesi dört yüz metreyi bulmayan birer piyade tüfeği taşıyorlar.
O piyade tüfeği ki, beş para etmez caydırıcılığıyla önleyemeyeceği harpteki yeri, günümüz teknolojileri bakımından ok yay ve mızraktan öte gitmeyen bir ilkelliğe tekabül ediyor.
O vakit de, üstelik çoğu zaman burun kıvırdığınız NATO’nun Hollanda’sına ya da Almanya’sına bugün olduğu gibi işte böyle birdenbire manda tersi gibi lök diye muhtaç kalıverirsiniz.
Şimdi gelin serinkanlılıkla bir düşünelim bakalım. Bunun için öyle aman aman uzman olmak da gerekmiyor.
Hollanda, Almanya ve Amerika’nın birer “Patriot Füze Bataryası”yla koşup yetişmeleri ve savunma zafiyetimizi gidermeleri karşısında; asıl güçlü orduya sahip olmanın, çoğu yaşlı, hımbıl ve işlevsiz binlerce memurlaşmış subay ve astsubaydan, ve “has dur, selâm dur”dan başkaca bir marifeti bulunmayan binlerce vasıfsız erden geçmediğini nihayet anlamışsınızdır umarım.
Eğer bu da size bir şey ifade etmiyor, beyninizin kıvrımlarında birtakım elektriklenmelere yol açmıyorsa; korkarım siz, yazları da sürdürdüğünüz derin bir kış uykusundasınız demektir.
O yüzden de bizim gibi ülkelerde değişimler, galiba ancak başa gelen musibetler sonrasında tecelli edebiliyor.
Tam bir geri zekâlılıkla kafayı Erdoğan’a takarak “yeter ki iktidar olmasın da ne olursa olsun”diyenlerin, gücü ve işlevi konusunda sorgulama gereği bile duymadıkları orduyu, ne hikmetse ilericiymiş sanmaları; ve çağdaş beyin diye taptıkları siyasallaşmış bir grup cahil generali, o kurumun en parlakları ve kurtarıcılarıymış da sanki bu nedenlerle hapistelermiş gibi göstermeleri yok mu, işte o aymazlıkları kahrediyor insanı en çok da.
Oysa siyasal mücadeleyi generallerden bekleyen bir zihniyet, ordusunun muharebe gücünü zayıflatarak, unsurlarını disiplinsiz kılan ve asıl kendisi gerici olan bir kafada ürer, bana kalırsa.
Erdoğan’ın da bir sürü gericiliği vardır, ama o bunlarınkinin yanında solda sıfır kalır.
Erdoğan’la mücadele edilebilir, ama orduyla edilmez. Ordu siyasal meseleleri kendisiyle teati edeceğimiz bir kurum olamaz. O, sadece ve sadece dış mütecavize karşı silahlandırdığımız, önce caydırıcı, olmuyorsa da karşı koyup püskürtücü işlevler edinmiş ve doğrudan doğruya hükümetin emriyle çalışan bir dış güvenlik enstrümanıdır. Başka işlere gelemez. Başka işler onu bozar. Aksi hâlde bir bakarsınız ki, ülkeye yarar yerine en büyük zararlar vermeye başlayan bir belâ olup çıkıvermiştir.
O yüzden, hangi siyasal eğilimde olunursa olunsun, “ordu göreve!” yaklaşımının ne denli utanç verici bir şey olduğunda mutabık kalmak en doğru yol sayılmalıdır.
Keşke imkân olsa da, çoğu teknik özelliklere sahip 160-200 personelden oluşan ve her biri ayağımıza kadar gelecek olan bir lâboratuar niteliğindeki Patriot Bataryalarının günlük işleyiş ve eğitim biçimlerini gözlemleyebilseydik; çıkartabileceğimiz ne çok ders olurdu, kimbilir?
Çünkü devlet bürokrasisinden yurtdışı görevlere en fazla gönderilen unsurlar oldukları hâlde, sadece şahsi ikballerini kovalayan bizim kurmayların, edindikleri bilgi ve görgülerin orduya yansıyan katkısı koskocaman bir hiçtir.
Kışla, benim bıraktığım kışladan; bölük, benim bıraktığım bölükten bir gıdım öteye gidememiştir.
Bunun biricik ve apaçık bir nedeni vardır. Resmî ideolojinin emrine girmiş bulunan ordu, yüz sene evvel tesis olunan siyasal bir paradigmayı meşru kılmak uğruna orada donup kalmış; bu yazgıyı değiştirmeye hiç kimsenin tevessül edemeyeceği, hiç kimsenin o usulle takdire mazhar olamayacağı askerî bir ahlâk düzeni kurulmuştur.
İşte şimdi gele gele varılan nokta, Hollandalının Patriot’una muhtaç kalınan bu yerdir.
Atış alanlarına eski zaman harplerinin kara barut kokuları sinmiş, tüfeği de artık kazma-kürek olmuş köylü çocuklarından müteşekkil ordunuza karşılık, bakın bakalım kaçar tane mühendis var o bataryaların bünyesinde?
Etten duvar kolordularınıza oralı bile olmazlarken, Patriotlara gelince nasıl da diklendiler suratlarını ekşiterek, Ruslarla İranlılar? Bu bile göstermeye yetmiyor mu, ne yönde olduğunu gerçeğin?
Artık hedef, bir saniye dahi sektirmeden A’dan Z’ye ordu reformu olmalıdır.
Tabii, bu ülkeyi ve üzerinde yaşayan insanları gerçekten seviyorsanız...
Hakim sert çıktı:Arkamızda Türk milleti var
Duruşmada emekli asker Zahit Engin tanık olarak dinlenildi. Tanığın
ardından söz alan sanık avukatı, “Mahkeme kişinin şov yapmasına izin
veriyor. Buradaki kararlarınızdan dolayı ilerde yargılanabilirsiniz."
dedi.
Bu sözlere çok sert tepki gösteren mahkeme başkanı Ali Alçık, “Mahkeme heyetinin ileride yargılanacağına dair tehditvari konuşamazsınız. Arkamızda Türk Milleti var."
Danıştay saldırısına ait kamera kayıtlarının silindiği iddialarına ilişkin açılan 4’ü tutuklu 10 sanıklı davanın 7. duruşması bugün görülüyor. İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya tutuklu sanıklar OYAK Güvenlik’in eski Genel Müdürü Orhan Çoban, OYAK Güvenlik Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tarık Özyılmaz, OYAK Elektronik Güvenlik Sistemleri Müdürü Yavuz Selim Kavaklıoğlu, OYAK Savunma ve Güvenlik Sistemleri Şirketi Bilgi İşlem Müdürü Barış Demirtaş getirildi. Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda görülen davaya 6 tutuksuz sanıkta katıldı.
EMEKLİ ASKER ZAHİT ENGİN TANIK OLARAK DİNLENİLDİ
Bugünkü duruşmada emekli asker Zahit Engin tanık olarak dinlenildi. Ergenekon davasında da tanık olarak dinlenildiğini belirten Engin, “Bana emniyette ‘siz yaptığınız telefon görüşmelerinde Danıştay saldırısının Ergenekon işi olduğunu söylüyorsunuz. Bunu nereden biliyor sunuz?’ diye sordular. Ben de Alparslan Arslan ile Veli Küçük arasındaki bağlantıyı söyledim. Mesela Yeşil, Orhan Çoban ile Kaşif Kozinoğlu’nun özel kuvvetlere çalıştığını söyledi bana. Mehmet Eymür’ü de yıllardan beri tanırım. Eymür de, Orhan Çoban özel kuvvetler elemanı dedi. Danıştay binasındaki kamera kayıtlarına da OYAK güvenlik bakıyordu. O gün kameraların çalışmaması beni bu yoruma götürdü. Bu benim öngörüm, teşhisim." dedi. Mahkemede, sanık avukatların yazılı olarak sundukları sorular da tanık Engin’e okundu. Avukatların, “Jandarma istihbaratçısı olarak Ergenekon ile ilgili bir rapor hazırlayıp üstlerinize sundunuz mu? Veya sizin altınızda çalışanlar size bir rapor sundu mu?" diye sordu. Engin bu soruya, “Somut bir şey bulabilseydim belki bir rapor yazabilirdim. O da belki...Bana da bu konuda bir rapor gelmedi. O günlerde kimse buna cesaret edemezdi. Canına mı susadı. Bugün belki cesaret edilebilir. " diye yanıt verdi.
AVUKAT: KARARLARINIZDAN DOLAYI İLERİDE YARGILANABİLİRSİNİZ
Zahit Engin’in ardından duruşmada avukatlar söz almaya başladı. Sanık Mustafa Tarık Özyılmaz’ın avukatı Hakan Kızılarslan konuştu. Kızılarslan ile Mahkeme Başkanı Ali Alçık sert bir dille tartıştı. Tanık Zahit Engin’in ifadelerine tepki gösteren avukat Kızılarslan, “Zahit Engin’i iyi tanırım. Görgüye dayalı bilgim yok diyor. Herkese kendini dinlettirebilir ama burada size dinlettiremez. Mahkeme kişinin şov yapmasına izin veriyor. Buradaki kararlarınızdan dolayı ilerde yargılanabilirsiniz." dedi.
MAHKEME BAŞKANI: ARKAMIZDA TÜRK MİLLETİ VAR
Bu sözlere sert tepki gösteren mahkeme başkanı Ali Alçık, “Tanıklar duyuma dayalıda konuşsa dinlenir. Bu mahkemenin takdiridir. Kişiliğimizden endişemiz yok. Mahkeme heyetinin ileride yargılanacağına dair tehdit vari konuşamazsınız. Arkamızda Türk milleti var. Mahkemenin kimseyle inatlaştığı doğru değildir." diye konuştu. Bu tartışmanın ardından duruşmaya öğle arası verildi.
Bu dava bitmedi! / Vahap Coşkun
Her şey, 2009’da adli bir hükümlünün, Cizre’de tanık olduğu bazı olaylar hakkında bilgiler vermesiyle başladı.
Bilgilerin önünde duran bazı dosyalardaki olaylarla benzeştiğini gören Savcılık araştırma başlattı. Aynı tarihlerde Cizre İlçe Jandarma Komutanlığı’nda oluşturulan “sivil infaz ekibi”nin içinde yer alan iki PKK itirafçısı da “gizli tanık” sıfatıyla ifade verdiler. Deliller birleştirildi ve sanıklar hakkında 1993-1995 yılları arasında 20 sivili keyfî şekilde öldürdükleri gerekçesiyle dava açıldı.
Bilgilerin önünde duran bazı dosyalardaki olaylarla benzeştiğini gören Savcılık araştırma başlattı. Aynı tarihlerde Cizre İlçe Jandarma Komutanlığı’nda oluşturulan “sivil infaz ekibi”nin içinde yer alan iki PKK itirafçısı da “gizli tanık” sıfatıyla ifade verdiler. Deliller birleştirildi ve sanıklar hakkında 1993-1995 yılları arasında 20 sivili keyfî şekilde öldürdükleri gerekçesiyle dava açıldı.
Sanıklar; dönemin Cizre Jandarma Alay Km. Albay Cemal Temizöz, Belediye Başkanı Kamil Atakve ikisi Atak’ın yakını, üçü de PKK itirafçısı olmak üzere toplam yedi kişiydi. Hepsi tutuklandı.Dava sürerken; infaz ekibinin başı olduğu belirtilen “Yavuz” kod adlı Burhanettin Kıyak da yakalandı, hakkında iddianame düzenlendi ve davası ana davayla birleştirildi.
Önemli bir davaydı, bu. Zira kirli savaşta işlenen faili meçhullerin aydınlatılmasına giden yolu açma potansiyeline sahipti. Mahkeme salonu, en yakınının zalimane bir biçimde öldürüldüğünü görenlerin yürek kanatan öyküleriyle çınlıyordu. Mağdurlar, bir dönem astığı astık kestiği kestik olan kişilerin yüzlerine karşı gerçeği haykırıyor ve onlardan hesap soruyorlardı.
Mağdurların anlatımı sadece yapılan eziyetin boyutunu göstermiyor ve tarihe not düşmüyor, aynı zamanda bugüne taşınan travmaları üreten sistemin çarkının on yıl boyunca nasıl döndüğüne dair bilgi de veriyordu. Dolayısıyla bugün onu tasfiye etmek için nereden neşter vurulması gerektiği hakkında da.
Lakin yüzleşme ve arınma için olağanüstü önemli olan bu dava hak ettiği ilgiyi görmedi. Son duruşmada Atak tahliye edildi, davaya bağlanan umutlar azaldı. Halen 300 civarında silahlı gücü olan ve sık sık devlete tehditler savuracak kadar kendini güçlü gören Atak’ın tahliyesinin, müdahiller ve tanıklar üzerindeki tehdidi arttıracağı ve onların üzerinde büyük bir psikolojik baskı yaratacağı açık.
Ancak bu durum moralleri bozsa da “davanın sonu” olarak görülmemeli.
Çünkü daha yargılama devam ediyor ve dolayısıyla adaletin tahakkuku mümkün. Nitekim Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, yeni yakalanan Burhanettin Kıyak’ın sorgulanacağını ve başka soruşturma dosyalarında da gelişmelerin olabileceğini belirterek ümidini koruyor.
Öte yandan hukuk sadece yasaların gereğinin yapılmasıyla tamamlanacak bir süreç değil; hukukun işlemesi ve adaletle sonuçlanması bakımından ciddi bir toplumsal izleme hele Türkiye’de çok önemli.
Unutmamalı ki, geçmiş, sadece adliye koridorlarında gün yüzüne çıkartılamaz. Hakikate varma yolunda adli ve idari bürokrasinin ayak diremelerini aşmak için siyasi irade ve toplumsal destek lazım.
Bu, hepimizin adalete ve her duruşma günü mahkemede yerlerini alan Cizreli kadınlara karşı sorumluluğudur. Avukat arkadaşlarımdan birinin vurguladığı gibi:
“Onları hayal kırıklığına uğratmaya hakkımız yok; onlar adaleti arıyorlar, bize düşen ise yenilgiyi kabul etmek değil, artık daha fazla çalışmak.”
Gürültülü bir mekân
“Hep değişken, sonsuz derecede çeşitli, bazen kavgalı ve zorlukların sınamasına tâbi olduğu için de her şeyden daha değerli.”
Jimmy Carter, demokrasi deneyimini, hayatın kendisinden hareketle böyle tanımlıyordu. Gerçekten de demokrasiler, herkesten farklı bir sesin çıktığı gürültülü rejimler.
Türkiye’de, birçok aktörün omuz verdiği bir demokrasi mücadelesi yürüyor. Taraf, bunların arasında müstesna bir yere sahip. Seveni de nefret edeni de çok onun; asla biraraya gelmez denenler ona sempatide veya antipatide ortaklaşıyor.
Kimsenin itiraz edemeyeceği husus ise, onun çok gürültülü bir yer olduğu. Demokratik bir mecra Taraf; zıt ideolojik geleneklerden gelen ve farklı rüyalar gören insanlar var burada. Onu güçlü kılan asıl etken tam da bu: Yani, Türkiye’nin demokratik bir ülke olması hedefinde buluşan bir çeşitliliği barındırması. Bu sayede, cirminden çok yer yaktı, hem kurulu düzenin sahiplerinin hem de onun muhalifiymiş gibi yapanların tepkisini çekti.
Ama tam da bu yüzden bu sesin korunması gerek. Ben de karınca kararınca bu gürültüye katkı yapmak için artık bu serbest mekânda olacağım.
Beklerim.
ANKA yüzde 100 yerli oluyor
Almanya’dan alınan motoru dışında tamamıyla Türk yapımı olan İnsansız Hava Aracı ANKA için TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEİ) motor çalışmalarına başladı.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile TEİ arasında, ANKA insansız hava aracına özgün yerli motor geliştirmek için protokol imzalandı. Türkiye’nin 2023 vizyonunda belirlediği inovasyon ve teknolojik gelişmelere odaklı hedefe katıkıda bulunacak projenin imza törenine; Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar ve TEİ Genel Müdürü Akın Duman’ın yanı sıra birçok davetli katıldı.
TEİ Genel Müdürü Akın Duman, 27 yıl önce kurulan TEİ’nin dünya çapında çalışmalar yürüttüğünü ve 200 milyon dolar ciroya ulaştığını belirtti. Duman, “Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere NATO, Bahreyn gibi ülkelerde çalışmalar yürütüyoruz. Son 3 yılda devlet desteği olmadan TÜBİTAK desteklerini de çıkardığımızda, şirket olarak Ar-Ge’ye her yıl 10 milyon dolar ayırıyoruz.” diye konuştu.
Operatif İnsansız Hava Aracı (İHA) Motoru Geliştirme Projesi ile havacılık stanratlarına uygun bir motorun tasarım ve üretimini yapacaklarını kaydeden Duman, “Proje, yaklaşık 4 yıl sürecek ve 34 tam zamanlı personel görev alacak. 230 kilo ve azami gücü 165 beygir ve en önemlisi platformu 30 bin feete çıkarabileceğiz. Bugün itibariyle motor hariç milli olan ANKA, tamamen yerlileştirilmiş olacak. İHA’ların dünyadaki önemi giderek artmakta, böyle önemli bir alanda motor üretme tecrübesine sahip olacağız.” dedi.
Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar da motor yapmanın, uçak yapmaktan daha zor olduğunu belirtti. Bayar, “Hava araçları değil, kara ve deniz araçları için de böyle. MİLGEM’i yaptık biz ama motoru yabancı. ANKA, test uçuşlarını ve gelişmesini tamamlıyor. Ama Almanya’dan ithal edilen bir motorla uçuyor. Bu çalışmanın ardından ANKA’nın motoru da yerli olacak.” şeklinde konuştu.
ANKA platformunun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde modifikasyon yoluyla havacılık ve askeri standartlara uygun olarak geliştirilecek olan motorun, kalifikasyon ve sertifikasyon testleri dahil 4 yılda tamamlanacak. Proje, havacılığın gerektirdiği standartlar çevçevesinde motorun donanım ve yazılımının tasarlanıp geliştirilmesini, üretimini, askeri standartlar ve havacılık standartları kapsamında testlerini, teknoloji gösteriminin gerçekleştirilmesinin, tip sertifikasyonununu, teknik veri paketinin oluşturulmasını, eğitim ve bakımını kapsıyor. Proje kapsamında geliştirme, tip sertifikasyonu ve tasarım organizasyon yönetim onayı çalışmaları paralel yürütülecek.
Motor, ANKA platformunun mekanik elektronik arayüzü ile uyumlu olacak şekilde geliştirilecek ve 165 beygir güç üretecek. Geliştirilecek motor, yüksek irtifada ANKA’nın performans ve elektrik ihtiyacını karşılayacak. Yedekli dijital motor kontrol ünitesine sahip olacak. Proje sonunda, ANKA platformunun kalifikasyonu ve sertifikasyonu, isteklerine uygun loijistik destek ve bakım ihtiyaçları TEİ tarafından karşılanan İnsansız Hava Aracı ANKA motoru geliştirilmiş olacak. Proje hayata geçirilirken, yurtiçi firma ve kurumlarla işbirlikleri yapılacak ve bu sayede yerli tedarik ve mühendislik ağı ile uzman insan altyapısı geliştirilecek.
Konuşmaların ardından; Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar, TEİ Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Atlanel, TUSAŞ Genel Müdürü Akın Duman, Savunma Sanayii Müsteşar Yardımcısı Sedat Güldoğan ve SSM Ar-Ge ve Teknoloji Yönetimi Daire Başkanı Zübeyde Çağlayan imza törenini gerçekleştirdi. Ardından, Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar, TEİ Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Atlanel’e plaket takdim etti.
Törenin ardından, Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar ve TUSAŞ Genel Müdürü Akın Duman, üretilecek motorun benzeri olarak hazırlanan portatif motorun önünde fotoğraf çektirdi.
Pandora’nın şifresi kırıldı
TSK’nın kodları bulundu
İzmir’deki askeri casusluk soruşturmasında, çete lideri olduğu iddiasıyla mayıs ayında tutuklanan işadamı B.Ö.’nün bilgisayarındaki inceleme tamamlandı. Bilgisayardaki ‘Pandora’ isimli dosyanın şifresi kırılınca TSK’nın önemli gizli belgelerinin ortaya çıktığı iddia edildi.
F-16 KODLARI
Pandora’da veri-1 olarak kayıtlı bulunan dosyada N.G. isimli kadının, Y.P. ve M.K. adlı subaylardan elde ettiği F-16 savaş uçaklarının teknik taktik prosedürlerini gösteren gizli belgeler, general ve amirallerin listesi, askeri personelin fişleme belgesi, Özel Kuvvetler’in Kuzey Irak’taki planları, görevleri ve çekilme yerlerini gösteren belgeler bulundu. Veri-2 olarak kaydedilen klasörde ise M.P.’nin temin ettiği Ege’de F-16 uçaklarının görev alanları ve görevde kullanılacak kodlar ve parolaların yer aldığı belirtildi.
‘T-37 NASIL DÜŞER’
Pandora dosyasında aynı zamanda, T-37 tipi uçağın nasıl ve hangi yollar kullanılarak düşürülebileceği ve bu planları uygulayabilecek personel isimlerinin yer aldığı belgelerin de bulunduğu öğrenildi. Aynı dosyada Türk jetlerinin Ege’ye çıkarken kullandıkları profil isimleri ve profil koordinatlar ile 111., 112., 113., 131., 132., 133., 141., 142., 143., 151., 152., 161., 162., 171., 172., 173., 181., 182., 191., 192. filolara ait gizli belgeler bulunduğu belirtildi.
EGE’DEKİ HAVA KAPILARI
Veri-2 olarak kayıtlı dosyada ayrıca uçakların ülke sınırlarında vurulmamak için kullandıkları giriş ve çıkış noktaları bilgisinin de yer aldığı öğrenildi. Veri-2 dosyasında birçok askeri servis saatleri ve güzergâhlarının bulunduğu da tespit edildi. Söz konusu dosyanın içerisinde aynı zamanda cephanelik, nöbetçi gözetleme ve atış sahası krokisi fotoğraflarının da bulunduğu belirtildi.
ORDUEVİNE KAMERA
Dosyada çetenin GATA’da çalışan bir doktorun seks görüntülerini elde edip ardından nasıl kendi adlarına çalıştırdıkları bilgisinin de yer aldığı belirtildi. Çetenin tüm faaliyetleri hakkında bilgi çıkan dosyada aynı zamanda hangi askeri hastane ve orduevine kamera ve ses kayıt cihazı kurdukları bilgisinin de yer aldığı bildirildi. Pandora dosyasının içerisinde ayrıca “Bürokratlara ait gizli kasetler” başlıklı bir klasör açıldığı da öğrenildi. İzmir’deki askeri casusluk soruşturmasının 1 numaralı ismi B.Ö.’nün bilgisayarındaki “Pandora” adlı dosyanın şifresi çözüldü. Dosyada, F-16’larla ilgili kodlar, Ege’deki görev alanları, parolaları; Özel Kuvvetler’in Kuzey Irak’taki planları, çekilme yerleri; Deniz Kuvvetleri’nin planları gibi birçok gizli belgenin yer aldığı ileri sürüldü 200 Dosyada 58’i muvazzaf asker olmak üzere 92’si tutuklu 200’ü aşkın zanlının adı var.
Silivri benzeri mahkeme kurulacak
ÖNÜMÜZDEKİ günlerde iddianamesinin çıkması beklenen, 58’i muvazzaf asker olmak üzere 92’si tutuklu 200’ü aşkın zanlının bulunduğu soruşturmanın, yargılama safhasında özel bir mahkeme salonu yapılacağı öğrenildi. Ergenekon davası gibi cezaevi yakınında yeni kurulacak mahkeme için İzmir Cumhuriyet Savcılığı’nın Adalet Bakanlığı’na başvurduğu bildirildi.
MARİA RUSLARA GÖTÜRECEK ŞİFRESİ
çözüldükten sonra çetenin topladığı askeri gizli belgeleri hangi ülkeye göndermek istedikleri ve hangi ülkeye yarayabileceği konusunda bilgilerin de yer aldığı ileri sürüldü.
RUSYA’YA VERİLEBİLİR: Zanlılardan S.K.’nın veri tabanına kayıtlı bir yazışmasında bir belgeden bahsederken, “Rusya başta olmak üzere Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere servis edilebilir” ifadesi kullandığı belirtildi.
İSRAİL ÜZERİNDEN PKK’YA: “TC Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harp Karargâhı ve Muhabere Elektronik Tesisler Komutanlığı” barış ve savaş durumlarında hazırlanmış plan hakkında konuşurken çete elemanlarının “PKK’ya aktarmak için İsrail dahil tüm devletlere verilebilir” dedikleri belirtildi.
YUNAN DOSTLARA İLETİLECEK: Yine Pandora dosyasında Yunanistan ile muhtemel harpte Doğu Akdeniz’de neler yapmayı planladığımıza ilişkin çok önemli bilgiler bulunduğu belirtildi. “Yunanistan’daki dostumuza iletilecek” ve “Rusya’ya götürülmesi için Maria’ya verilecek dokümanlar” isimli dosyaların bulunduğu öğrenildi
Son 2 yılda 2 T-37 düştü
PANDORA dosyasında nasıl düşürüleceğine ilişkin bilgiler olduğu iddia edilen T-37’lerden biri geçtiğimiz ocak ayında Foça’da düşmüştü. Kazada 2 pilot hayatını kaybetmişti.
12’NCİ T-37 KAZASI
T-37 eğitim uçaklarında bugüne kadar 12 kaza yaşandı. İlk uçak, 12 Şubat 1980’de İzmir Cumaovası yakınlarında düşmüştü. 14 Temmuz 2011’de Güzelbahçe sahilinin 30 metre açığında denize düşen T-37’de 2 pilot şehit olmuştu.
2 YILDA 6 DALGA
İKİ yıl hazırlığın ardından İzmir Polisi’nin düzenlediği operasyonların mayıs ayındaki ilk dalgasında, evinde askeri belgeler bulunan şebekenin fuhuş kanadı lideri olduğu öne sürülen Pamukkale Üniversitesi öğrencisi N.K. ile B.Ö. tutuklandı. Daha sonra askerleri tuzağa düşürmekte kullanılan eskort kadınlar ile belgeleri sızdıran muvazzaf askerler gözaltına alındı. 6 dalgada, 58’i muvazzaf asker 92 kişi tutuklandı. Tutuklanan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Koramiral Veysel Kösele itiraz üzerine serbest bırakılmıştı.
Rus Donanması Çanakkale Boğazı'nda!
İki savaş gemisi...
Rus Donanması’na ait 2 savaş gemisi Ege Denizi’ne açılmak için Çanakkale Boğazı’na girdi. Türkiye’ye Boğazları kullanacağını daha önce bildiren Rusya’nın, saatte 25 deniz mili hızla yol alan “Azov” isimli muhribiyle, saatte 20 mil hızındaki yardımcı sınıf (tanker) savaş gemisi “Nikolay Filchenkov”, dün öğle saatlerinde Çanakkale önlerine ulaştı.
Çanakkale Boğazı’na saat 11.00’de giren savaş gemilerine Türk bir Sahil Güvenlik ani müdahale botu da eşlik etti. Azov ve Nikolay Filchnenkov’un Ege Denizi’ne açılacağı bildirildi.
İran Tatbikata Başladı
İran Deniz Kuvvetleri'nin Hürmüz Boğazı'nda tatbikata başladığı bildirildi.
İran Devlet Televizyonu, sabah erken saatlerde başlayan tatbikata savaş gemileri, denizaltılar, hovercraflar ve savaş uçaklarının katıldığını duyurdu.
Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi ve Kuzey Hint Okyanusu bölgesinde bir
milyon metrekarelik alanda icra edilecek tatbikat altı gün sürecek.
27 Aralık 2012 Perşembe
Demir Kubbe gelişmeleri… / Fikret Ertan
İsrail,
hasımlarına karşı teknolojik üstünlüğe sahip olmanın bir hayat-memat
meselesi olduğuna inanır. Bu yüzden de bu konuda çok çalışır. Herhangi
bir başarıya ulaştığında da bununla övünür.
Nitekim
son Gazze saldırısı sırasında gündeme gelen ve kendine göre çok
başarılı olduğunu öne sürdüğü füzesavar sistemi Demir Kubbe ile övünüp
duruyor bugünlerde. Hatta sözlü övünmenin ötesine geçip bir de Demir
Kubbe madalyası çıkarmış bulunuyor. İsrail Sikke ve Madalyalar
Kurumu’nun, gümüş ve bronzdan yapılı bu madalyaları satışa çıkardığı
haberlerde yer alıyor. Madalyanın ön yüzünde Demir Kubbe ateş bataryası,
İsrail devlet amblemi ve kutsal kitaptan alınan “Bu şehri korumak için
kalkan olacağım” şeklinde dinî ibare var; arka yüzünde de sistemin kendi
amblemi ve İbranice, İngilizce ibareler yer alıyor.
Artık bir
madalyası da olan Demir Kubbe bundan böyle dünya çapında balistik füze
camiası tarafından dikkate alınan, İsrail’in başarı iddialarının her
yönüyle incelendiği stratejik öneme sahip bir konu, bir gelişme olarak
kalıcı bir şekilde gündeme oturmuş bulunuyor. Başta Amerika olmak üzere
dünyada balistik füze konusunda söz sahibi olan birçok ülke artık Demir
Kubbe ve ilgili gelişmeleriyle yakından ilgileniyor. Hatta bazı ülkeler
sistem hakkındaki değerlendirmeler daha tam anlamıyla netleşmemiş olsa
bile sistemden satın almak ya da ortak üretimle sahip olma yönünde
hareket ediyorlar.
Buna bir örnek Hindistan sayılır. Bazı
haberlerde bu ülkenin İsrail ile Demir Kubbe konusunda ‘al yap’ şeklinde
ifade edilen tedarik görüşmelerine başladığı bildiriliyor. Bu ayın
başında Yeni Delhi’yi ziyaret eden İsrail Savunma Bakanlığı Müsteşarı
Udi Şahani’nin, konuyu Hint Savunma Bakanı Şaşhi Kant Şarma ile ele
aldığı söyleniyor. İsrail’in bu haberler konusunda sessiz kalmayı tercih
ettiği, sistemi satmayı; ama teknolojisini verme konusunda mütereddit
olduğu söyleniyor. İsrail ile Hindistan arasında var olan stratejik
ilişkiler göz önüne alındığında İsrail’in Hint taleplerine uygun
davranacağı tahmini bugünden yapılabilir elbette.
Diğer yandan,
Hindistan’a ilaveten Güney Kore’nin de Demir Kubbe ile ilgilendiği
haberleri de ortalıkta dolaşıyor. Kuzey Kore’nin balistik füze
kapasitesi ve saldırgan tavrı dikkate alındığında Güney Kore’nin
ilgisinin bir temele dayandığı kolayca söylenebilir.
Kısacası,
performansı ve başarısı henüz tam anlamıyla netleşmemiş olsa da
İsrail’in Demir Kubbe konusunda şimdiden müşteri bulmak yolunda bazı
ilerlemeler sağladığı söylenebilir. Bu da sistemin bundan sonraki
finansmanı ile ilgili katkıların artacağı anlamına geliyor. Ayrıca, ilan
edilen başarısından sonra Amerikan yönetiminin sisteme daha fazla
yardım etmesi de beklenebilir. Zaten söylenenlere göre, Amerika sisteme
yaklaşık 1 milyar dolar malî katkıda bulunmuştu. Bu katkı olmasaydı
belki de sistem hayata geçmeyecekti.
Bugün Gazze saldırısı
ateşkesle sonuçlandığı için gündemden kalkan Demir Kubbe konusu
anlattığımız gibi balistik füze camiasının hakkında inceleme yaptığı,
henüz son hükmünü vermediği bir konu olarak belli çevrelerde hararetle
ve önemle tartışılıyor. Bu tartışmalar elbette herkesin gözü önünde
yapılmıyor. Ayrıca, sonuçlarının da öyle kolay kolay açıklanması
beklenmiyor. Bu bakımdan balistik füze ve karşı sistemler arayışı içinde
olan ülkeler Demir Kubbe’yi masaya yatırmış bulunuyorlar.
Demir
Kubbe’nin hedefi olan Hamas ve Gazze’deki diğer gruplar da şüphesiz aynı
şeyi yapıyor, onlar da sistemin gerçekten ne kadar başarılı olup
olmadığı, başarılıysa bunun kendi füzelerinin performansını ne kadar
etkileyip etkilemeyeceğini muhakkak kendi masalarına yatırmış bulunuyor,
ilgili karşı cevapları bulmaya çalışıyorlar. Hizbullah’ın, İran’ın da
benzer şekilde hareket ettiği de muhakkak sayılır.
Bugün sadece
yeni bir füze krizi çıktığında akla gelecek olan Demir Kubbe konusu
bölgenin son yıllarda ortaya çıkan ve bundan sonraki stratejik durumu
önemle etkileyecek olan balistik dengelerinde tam belirleyici olmasa
bile önemli bir belirleyici unsur olarak yıllarca önem ve değerini
koruyacak kısacası.
Düşürülen Türk jetinde flaş gelişme
Türk askeri uçağının Suriye tarafından düşürülmesi sonucu şehit olan Pilot Yüzbaşı Gökhan Ertan ile Pilot Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy'un ailelerinin avukatı Mehmet Katar, uçağın düşürülmesinde ihmal ve kasıt şüphesi bulunduğu gerekçesiyle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulundu
Bahçelievler'deki hukuk bürosunda, şehit Pilot Teğmen Aksoy'un babası Osman Aksoy ile gazetecilere açıklama yapan avukat Katar, 22 Haziran 2012'de Malatya'dan kalkan Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait RF-4 tipi askeri uçağın, Doğu Akdeniz'de, uluslararası hava sahasında Suriye devleti tarafından yapılan askeri müdahaleyle düşürüldüğünü ve içindeki subaylar Ertan ile Aksoy'un şehit olduğunu hatırlattı.
Olayın, Suriye devletinin yaptığı haksız bir saldırı olarak görüldüğünü belirten Katar, şunları söyledi: "Ancak olay sonrasındaki açıklamalar, ulusal ve uluslararası basında yer alan olayın arka planı ile perde arkasına dair farklı iddialar içeren çok sayıda haber ve olayın oluş şeklinde dikkati çeken mevzuata ve mantığa aykırı birtakım unsurlar, bu olayın yalnızca Suriye devletince gerçekleştirilen haksız bir saldırı olmadığını, aynı zamanda şüphelilerin ve soruşturmayla tespit edilecek diğer ilgili kişi ve kurumların ağır kusurları hatta kasıtları neticesinde gerçekleştiği, dolayısıyla suç işlendiği yönünde ciddi şüpheler barındırmaktadır."
Avukat Katar, olay sonrasında yetkililerden tatmin edici açıklamalar yapılmadığını, açıklamaların çelişki yarattığını ve basında ortaya sayısız iddia atıldığını söyledi.
Halen uçağın ne amaçla uçtuğu, görevinin ne olduğu, olayın nasıl gerçekleştiğine dair somut bir açıklama yapılmadığını öne süren Katar, olayla ilgili akılda kalan soruların yanıtlanması için kapsamlı bir soruşturma yapılması gerektiğini vurguladı.
Yeni hava savunma sisteminin test edildiği iddiası
Bir iddiaya göre, MİT ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın, yeni geliştirilen bir hava savunma sistemini ve mobil bir radarı test etmek amacıyla uçuşlar planladığı ve icra ettiği, olayın da bu icra sırasında gerçekleştiğinin söylendiğini aktaran Katar, öncelikle bu iddianın araştırılması gerektiğini belirtti.
Katar, şöyle devam etti: "MİT Sinyal İstihbarat Başkanlığı, elektronik istihbarat toplama
kabiliyetinin artırılması çalışmaları kapsamında 'ELINT' adı verilen bir sistem geliştirmiştir. Bu sistemin gerçek hedeflere yönelik performansının, sistemin kurulu olduğu bölgede test edilmesi amacıyla Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait askeri uçakların içinde bulunduğu bir çalışmaya ihtiyaç duyulmuş ve bu hususta çalışmalara başlanmıştır.
21 Haziran 2012'de 182. Filo'ya ait 2 adet F-16, planlanan uçuşu gerçekleştirmiştir. Ertesi günkü uçuş ise Malatya'da 173. Filo'dan görevlendirilecek 2 adet RF-4 ile gerçekleştirilecekken, görevin taşıdığı risk ve yeterli pilot, personel sağlanamaması nedeniyle önce uçuşun iptali teklif edilmiş, sonrasında yapılan ayarlamayla uçak sayısı 1'e düşürülmüş, içinde şehit pilotlar Ertan ve Aksoy'un bulunduğu RF-4, uçuşu gerçekleştirmek için havalanmış, netice olarak olay meydana gelmiştir."
"MİT yetkilisinin, 'alçak irtifada uçsun' talimatı"
Yaptığı araştırmada, keşif uçağının uçacağı koordinatların MİT yetkililerince ısrarla 173. Filo'dan istendiğini ve bu yetkililerin filoya, keşif uçağının alçak irtifada uçurulması talimatını verdiği bilgisiyle karşılaştığını iddia eden Katar, 173. Filo görevlilerinin bu talebe karşı çıktığını ancak koordinatların mesajla MİT'e ulaştırıldığını öne sürdü.
Yetkililerin olay sonrasındaki tutumlarının ailelerin acısını artırdığını belirten Katar, "Halen şehit subayların ailelerine olayla ilgili somut bilgi, uçuş görevi, olayın ne şekilde ve kimler tarafından gerçekleştirildiği, ölüm nedenleri gibi konularda bilgi sunulmamış, istenildiği halde otopsi raporu bile ailelere verilmemiştir" dedi.
Avukat Katar, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı'nca olayla ilgili başlatılan soruşturma dosyasına, 19 Aralık 2012'de şehit pilotların aileleri adına müdahil olma talebinde bulunduklarını kaydetti.
Özel yetkili Malatya Cumhuriyet Başsavcıvekilliği'ne de 21 Aralık 2012'de, olayda ihmal ve kasıt olduğu gerekçesiyle Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MİT'te görevli Yarbay Atınç Özkaya ve varsa diğer ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu kaydeden Katar, olayın tüm yönleriyle aydınlatılmasını amaçladıklarını söyledi.
Şehit babasından Erten'e mektup
Bu arada, şehit pilotlardan Teğmen Aksoy'un babası Osman Aksoy, 22 Aralık 2012'de Hava Kuvvetleri Komutanı Erten'e mektup faksladığını ve faksın alındığına dair kendisine dönüş yapıldığını kaydetti.
Baba Aksoy'un mektubunda şu ifadeler yer aldı: "Evladım kutsal vatan görevi için şehit oldu olmasına ama oğlumu kaybetmeme ihmaliniz neden oldu. Yaptığınız açıklamalar hiç tatmin edici değil. Oğluma neden Suriye'nin yakınından geçen bir görev verdiniz, neden onu korumadınız? Bir kez olsun bizi arayıp sormadınız."
Mektubunda, sorumluların cezalandırılmasını isteyen Aksoy, "Adalet istiyorum. Sizi ve diğer komutanları hiçbir şekilde affetmiyorum" ifadesini kullandı.
Ankara-Paris arasında 'Göktürk-1 savaşı'
Terörle mücadelede Türkiye’nin elini güçlendirecek Göktürk-1 uydusu
için Ankara-Paris-Tel Aviv hattında soğuk savaş yaşanıyor. İsrail,
uydunun kendi topraklarını görmemesi için Fransa nezdinde lobi
faaliyetlerini artırırken, Türk bürokratlar da geri adım atmıyor.
Projenin geleceğine Başbakan Erdoğan karar verecek.
Geçtiğimiz
günlerde Göktürk-2 keşif ve gözetleme uydusunu uzaya fırlatan Türkiye,
çok daha gelişmiş bir sisteme sahip olan ve terörle mücadelede büyük
yarar sağlayacak Göktürk-1 projesinde üretici ülke Fransa ile karşı
karşıya geldi. Uydunun kendi topraklarını görmemesi için lobi yapan
İsrail, Fransa üzerindeki baskısını artırdı. Göktürk-1’in görüntü
almasını sağlayan elektrooptik kamera sistemlerindeki bazı kritik
parçaları Fransız Thales firmasına satan İsrail, bunun karşılığında
uydunun kendi topraklarının üzerine geldiğinde ‘kör’ olmasını şart
koştu. Bu istihbaratı alan Türkiye, Fransa’dan, uydu fırlatılmadan önce
istenilen her yerden görüntü alınabileceğinin ispatlanmasını istedi.
Firma önce bu teklifi reddetti; ancak Türk bürokratlar bu garantiyi
almadan para ödemeyecekleri restini çekince şirket yumuşadı. Yine
savunma bürokratları, uydunun tecrübeli ve dünyaca tanınmış bir şirket
tarafından uzaya fırlatılmasını istedi. Fransa tarafı ise, işi daha
ucuza mal etmek için tecrübesiz bir şirketle çalışmakta ısrar ediyor.
Göktürk-1’in daha önce öngörülen takvime göre 2013’ün sonunda uzaya
fırlatılması planlanıyordu. Fakat Fransa tarafında yaşanan aksaklıklar
sebebiyle, projenin bir yıl gecikeceği belirtiliyor. Zaman’a konuşan üst
düzey bir yetkili, “Uydunun İsrail dahil her ülkeden görüntü
alabileceği kanıtlanmadan, uzaya fırlatılmasına müsaade etmeyeceğiz. Bu
tür projelerde sözlü garantiler geçerli değildir. Uydu fırlatıldıktan
sonra geriye dönüşü olmaz.” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin en
yüksek çözünürlüklü keşif gözetleme uydusu Göktürk-1 için 2009’da
İtalyan Telespazio şirketiyle 2013’te uzaya fırlatılmak üzere sözleşme
imzalandı. Telespazio ise projeye Fransız Thales’i dahil etti. Yer
sistemlerini İtalyan firma üretirken, asıl uyduyu yapan Fransız firma
ihale şartnamesindeki bazı yükümlülükleri yerine getirmedi. Türk tarafı
ise projenin iptal olmaması ve vakit kaybı yaşanmaması için sorunların
çözülmesi yönünde irade koydu. Ancak askerî kaynaklar ihalenin
Telespazio’ya verilmesinin hata olduğunu dile getiriyor. Konuyla ilgili
bir askeri yetkili, “O dönem birkaç milyon dolar daha iyi teklif verdi
diye İtalyan firma tercih edildi. Fakat bu işte yeterli tecrübeleri
yoktu. Onlar da Thales’le çalışmaya başladı.” bilgisini verdi. Gelinen
son noktada ise en büyük sorun Fransa ile İsrail arasındaki
‘centilmenlik anlaşması’. Fransız firma, İsrail’in ‘Türk uydusu
topraklarımızı görmesin’ talebini yerine getirmek istiyor. Türk tarafı
ise böyle bir duruma müsaade edilmeyeceğini kesin bir dille Fransa’ya
bildirdi. Projede yaşanan son gelişmeler önümüzdeki hafta toplanacak
Savunma Sanayi İcra Komitesi toplantısında Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’a ayrıntılı bir biçimde anlatılacak. Erdoğan da nihai kararı
verecek.
364 gün sonra Uludere faciası / Sedat Ergin
BUNDAN bir yıl önce 28 Aralık günü saat 21.00 sularında Diyarbakır’daki İkinci Taktik Hava Üssü’nden havalanan F-16 uçaklarının pilotları, Şırnak üzerinde Türkiye-Irak sınırındaki Uludere’ye geldiklerinde, kendilerine verilen hedef koordinatlarına göre butona basarak bombaları hedefe gönderdiler.
Teknik anlamda tam isabet kaydedildi ve Irak tarafından gelip katırlarla birlikte sınırın sıfır noktasına varmış olan konvoy imha edildi. Bütün sorun, ölenlerin istihbarat notunda belirtildiği gibi PKK’lı değil, bölgede kaçakçılık yapmakta olan sivil vatandaşlarımız olmasıydı. Aralarında çocukların da olduğu 34 insan hayatını yitirdi. Çoğunun cesetleri yanmış, iç organları dışarı çıkmış haldeydi.
Bugün itibarıyla geçen 364 gün içinde bu olayın hâlâ tam olarak aydınlatılmamış olması, Türkiye’nin büyük bir ayıbıdır.
* * *
Bu bir yıl içinde savcılık tarafından yürütülen soruşturma ile Genelkurmay’ın ayrıca kendi içinde açtığı soruşturma henüz sonuçlanmamıştır. Diyelim ki, gizlilik devletin huyudur. Peki o zaman TBMM’de Uludere olayını incelemek üzere kurulan komisyonun raporunu hâlâ açıklamamış olmasına ne diyeceksiniz?
Bu olay ortalama ölçüleri karşılayan herhangi bir Batı demokrasisinde yaşanmış olsaydı, muhtemelen parlamentonun yürüteceği bir soruşturma üzerinden kamuoyu, gerçekleri bütün boyutlarıyla çoktan öğrenmiş olurdu.
Kesinlik içinde bildiğimiz bir husus, olay öncesinde PKK’nın üst kadrosundan bir ekibin sınırın karşı tarafında bulunduğu ve muhtemelen Uludere civarından Türkiye’ye sızacağı istihbaratının MİT tarafından verilmiş olmasıdır.
Bu beklenti içinde konvoyun sınıra yaklaşmakta olduğu insansız hava aracı tarafından tespit edildiği anda, bunun PKK’nın tahmin edilen sızması olduğu değerlendirilerek F-16’lara hedefi vurma talimatı verilmiştir.
Başaktan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen cuma akşamı NTV’deki mülakatında, “Bu kaçakçıdır, bu teröristtir’ değerlendirmesini ilgili mercilerin o anda yapması mümkün değil. Orası terör bölgesi... Burada ister istemez ilgili güvenlik güçlerimiz sorulması gereken merciye sormuşlardır, verilen kararla görevlerinin gereğini yerine getirmişlerdir. Bu tür işlerde hata payı olmaz mı? Her zaman olur” şeklindeki sözleri aslında olayın nasıl gerçekleştiğini en çıplak haliyle özetliyor.
* * *
Başbakan’ın sözlerindeki “sorulması gereken merci”, yani “bombalayın” talimatını veren mercinin hangi makam, kim olduğu sorusunun yanıtı hâlâ boşluktadır. Bu bölge harekât merkezi komutanı mıdır? Yoksa Genelkurmay’daki bir yetkili midir?
Bir bu kadar önemli olan, istihbarat akışıyla ilgili sorulardır. Bu noktada Başbakan’ın “Bu kaçakçıdır-teröristtir değerlendirmesini yapmak o anda mümkün değil” şeklindeki sözlerine çekinceyle yaklaşıyoruz. Şu nedenlerle:
Bombalamanın olduğu yer, Uludere’deki en önemli ekonomik faaliyetlerden biri, devletin bilgisi ve göz yummasıyla yürütülen kaçakçılıktır. Bombalamanın olduğu mıntıka, kaçakçıların on yıllardır düzenli bir şekilde kullandıkları bir ticaret koridorudur aslında.
En kritik konulardan biri, bombalama kararı öncesinde havadan alınan bilgilerin yerel makamlarla koordinasyonunun yapılıp yapılmadığı sorusunda beliriyor.
Konvoyun hareketinin tespit edildiği saat 18.39’dur. Bunun ardından istihbaratın “birden fazla kaynaktan teyidi alınmış” ve saat 21.37’de hedef ateş altına alınmıştır. Arada tam üç saat geçmiştir. Burada ciddi bir istihbarat -en hafif ifadesiyle- karambolünün yaşandığı aşikârdır.
* * *
İnsan hayatına daha çok değer verilen bir ülkede yaşıyor olsaydık, muhtemelen bütün bu soruların yanıtlarını çoktan öğrenmiş olurduk. Aradan tam bir yıl geçmiş olmasına rağmen bu soruların hâlâ boşlukta asılı duruyor olması, aslında topluma hesap veren bir demokrasi ve hukuk devleti olma hedefinden ne kadar uzaklaştığımızı bize gösteriyor.
Bu olayın meydana geldikten sonra hükümet ve ilgili devlet birimleri tarafından yönetiliş şeklinin Kürt vatandaşlarımızda onarılması güç bir açık yaraya dönüşmüş olması meselenin insan kaybından sonraki en üzücü yönüdür.
Bir ülkede toplumsal barışın temeli, o ülkenin sınırları içinde yaşayan vatandaşların asgari bir duygu birliği içinde yaşamalarıdır. Uludere faciası dallanıp budaklanan seyriyle, ne yazık ki bu duygudaşlığı da tam kalbinden vurmuştur.
F 16'lar Kandil ve Zap'ı gece yarısı vurdu
PKK’nın Irak’ın Kuzeyi’ndeki komuta merkezinin bulunduğu Kandil Dağı ve Zap Kampı’na gece yarısı eş zamanlı hava operasyonu düzenlendi. Operasyonda çok sayıda sığınağın vurulduğu belirtildi.
PKK’lıların daha önce bombalanan bazı yerlere yeniden yerleşmek için geri dönmeye çalıştıkları ve bu grupların hareketlerinin insansız hava araçları tarafından tespit edildiği, operasyonun bunun üzerine gerçekleştirildiği belirtildi.
Operasyonda, kış üslenmesi için PKK’lılar tarafından hazırlanmak istenen çok sayıda sığınağın da bombalandığı bilgisini veren askeri yetkililer, operasyona katılan savaş uçaklarının emniyetli bir şekilde üslerine döndüğünü vurguladı.
İKİ JANDARMA ERİ ŞEHİT OLDU
Kütahya-Gediz karayolu üzerinde bulunan Kireç Köyü yakınlarında meydana gelen trafik kazasında yaralanan kişilere yardım etmek için olay yerine giden jandarma ekibine TIR çarptı...
Kazada
2 jandarma eri şehit olurken yine yaralılara yardım etmek için
otomobilinden inen 1 kişi TIR'ın çarpması sonucu hayatını kaybetti.
Kaza saat 00.30 sıralarında Kütahya-Gediz karayolunun 20’nci kilometresindeki Kireç Köyü yakınlarında meydana geldi. Alınan bilgilere göre 43 SF 312 plakalı minibüs dikatsizlik ve yolun kaygan oluşu nedeniyle şarampole uçtu. Kazada minibüste bulunanlar hafif şekilde yaralandı.
İhbar üzerine kaza yerine gelen jandarma ekibi aracı yolun sağına çekip uyarıcı işaretler koyarak kaza yapan minibüsteki hafif yaralılara yardım etmek istedi. Bu sırada arkadan gelen Sebahattin Akdoğan yönetimindeki 64 LT 855 plakalı fayans yüklü TIR, gizli buzlanma nedeniyle kayarak önce 743069 plakalı askeri minibüse, ardından yanında duran jandarma erleri Fatih Karaaslan ve Uygar Yalçınkaya ile yaralılara yardım etmek için bir otomobilden inen Fevzi Seçkin’e çarpıp şarampole uçtu.
Kazada Jandarma er Uygar Yalçınkaya olay yerinde, Jandarma er Fatih Karaaslan ise ambulansla kaldırıldığı Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Hastanesi’ne kurtarılamayarak şehit oldu. Fevzi Seçkin adlı kişi de olay yerinde can verdi.
İl Jandarma Komutalığı yetkilileri kazada yara almadan kurtulan TIR şoförünün gözaltına alındığını, kazayla ilgili soruşturmanın sürdüğünü belirtti.
Kütahya Valisi Kenan Çiftçi de kaza yerine gelerek incelemelerde bulundu. Arkadaşlarının şehit haberine alıp hastaneye gelen jandarma erleri ise gözyaşı döktü.
Kaza saat 00.30 sıralarında Kütahya-Gediz karayolunun 20’nci kilometresindeki Kireç Köyü yakınlarında meydana geldi. Alınan bilgilere göre 43 SF 312 plakalı minibüs dikatsizlik ve yolun kaygan oluşu nedeniyle şarampole uçtu. Kazada minibüste bulunanlar hafif şekilde yaralandı.
İhbar üzerine kaza yerine gelen jandarma ekibi aracı yolun sağına çekip uyarıcı işaretler koyarak kaza yapan minibüsteki hafif yaralılara yardım etmek istedi. Bu sırada arkadan gelen Sebahattin Akdoğan yönetimindeki 64 LT 855 plakalı fayans yüklü TIR, gizli buzlanma nedeniyle kayarak önce 743069 plakalı askeri minibüse, ardından yanında duran jandarma erleri Fatih Karaaslan ve Uygar Yalçınkaya ile yaralılara yardım etmek için bir otomobilden inen Fevzi Seçkin’e çarpıp şarampole uçtu.
Kazada Jandarma er Uygar Yalçınkaya olay yerinde, Jandarma er Fatih Karaaslan ise ambulansla kaldırıldığı Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Hastanesi’ne kurtarılamayarak şehit oldu. Fevzi Seçkin adlı kişi de olay yerinde can verdi.
İl Jandarma Komutalığı yetkilileri kazada yara almadan kurtulan TIR şoförünün gözaltına alındığını, kazayla ilgili soruşturmanın sürdüğünü belirtti.
Kütahya Valisi Kenan Çiftçi de kaza yerine gelerek incelemelerde bulundu. Arkadaşlarının şehit haberine alıp hastaneye gelen jandarma erleri ise gözyaşı döktü.
26 Aralık 2012 Çarşamba
TSK'ya 'cumhuriyet' ayarı
TSK’nın görev sınırlarını yeniden çizecek mevzuat değişikliği.
Hükümet sivilleşme adımları kapsamında askeri kanun, yönetmelik, gizli yönerge ve talimatlarda, askeri müdahalelere "dayanak veya gerekçe" oluşturabilecek muğlak ifade ve tanımları değiştiriyor. Asker yemininde "barış" rötuşu, TSK'nın görevlerinde ise "içe karşı" ayıklaması yapılıyor.
SİVİLLEŞME ADINA ÖNEMLİ ADIMBaşbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın "değişecek" dediği asker yeminiyle birlikte Başbakanlık'ta sivilleşme adımları konusunda titiz bir çalışma yürütülüyor. Bu adım, sivilleşme konusunda önemli değişiklikler içeriyor.
MUĞLAK İFADELER DEĞİŞİYOR
Habertürk gazetesinden Bülent Aydemir'in haberine göre askeri kanun, yönetmelik, gizli yönerge ve talimatlarda, askeri müdahalelere dayanak oluşturabilecek, "muğlak" ifade ve tanımlar değiştiriliyor. Değişiklikler şöyle:
KOLLAMA
TSK İç Hizmet Kanunu Madde 35'te sıralanan "Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" cümlesindeki "cumhuriyeti kollamak ve korumak" ifadesi çıkarılıyor.
İÇTE DEĞİL
TSK İç Hizmetler Yönetmeliği Madde 85 ve 86'da vazifeler sıralanırken kullanılan "içe karşı", "içeriden" ifadeleri kaldırılıyor ve değiştiriliyor.
MUTLAK
TSK İç Hizmetler Yönetmeliği Madde 1'deki "Silahlı Kuvvetlerde disiplinin yerleşmesi için, Silâhlı Kuvvetlerin bütün mensuplarını mutlak bir itaate ve vicdan mesuliyeti duyarak doğrulukla vazife görmeye" düzenlemesindeki, "mutlak itaat" ifadesi değiştiriliyor.
TANIM
İç Hizmet Kanunu Madde 2'de yer alan askerliğin tanımı da yeniden yazılıyor. "Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti" olarak tanımlanan askerlikten, "cumhuriyeti korumak" ifadesi çıkarılacak.
YÖNERGE
TSK'nın gizli yönergelerine de neşter vuruluyor. Güvenlik, NATO, Seferberlik , Alarm, Doğal Afet Yönergeleri değiştiriliyor. Balyoz Planı ile gündeme gelen güvenlik tatbikatlarının hangi durumda, ne zaman ve nasıl yapılacağı, içeriği; bu tatbikatlara, toplantılara kimlerin katılacağı açık ve net bir şekilde yazılacak.
YEMİNDEKİ İFADELER
Askerlerin Harp Akademilerinden mezun olduktan sonra ettikleri yeminden "barışta" ifadesi, "askerliğin namusu" ve "amirlerime itaat" gibi muğlak ifadeler ayıklanacak; daha net ve sivil ifadeler yazılacak. Millet ege menliğine, Anayasa' ya ve kanunlara vurgu yapılacak.
SİVİLLEŞME ADINA ÖNEMLİ ADIMBaşbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın "değişecek" dediği asker yeminiyle birlikte Başbakanlık'ta sivilleşme adımları konusunda titiz bir çalışma yürütülüyor. Bu adım, sivilleşme konusunda önemli değişiklikler içeriyor.
MUĞLAK İFADELER DEĞİŞİYOR
Habertürk gazetesinden Bülent Aydemir'in haberine göre askeri kanun, yönetmelik, gizli yönerge ve talimatlarda, askeri müdahalelere dayanak oluşturabilecek, "muğlak" ifade ve tanımlar değiştiriliyor. Değişiklikler şöyle:
KOLLAMA
TSK İç Hizmet Kanunu Madde 35'te sıralanan "Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" cümlesindeki "cumhuriyeti kollamak ve korumak" ifadesi çıkarılıyor.
İÇTE DEĞİL
TSK İç Hizmetler Yönetmeliği Madde 85 ve 86'da vazifeler sıralanırken kullanılan "içe karşı", "içeriden" ifadeleri kaldırılıyor ve değiştiriliyor.
MUTLAK
TSK İç Hizmetler Yönetmeliği Madde 1'deki "Silahlı Kuvvetlerde disiplinin yerleşmesi için, Silâhlı Kuvvetlerin bütün mensuplarını mutlak bir itaate ve vicdan mesuliyeti duyarak doğrulukla vazife görmeye" düzenlemesindeki, "mutlak itaat" ifadesi değiştiriliyor.
TANIM
İç Hizmet Kanunu Madde 2'de yer alan askerliğin tanımı da yeniden yazılıyor. "Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti" olarak tanımlanan askerlikten, "cumhuriyeti korumak" ifadesi çıkarılacak.
YÖNERGE
TSK'nın gizli yönergelerine de neşter vuruluyor. Güvenlik, NATO, Seferberlik , Alarm, Doğal Afet Yönergeleri değiştiriliyor. Balyoz Planı ile gündeme gelen güvenlik tatbikatlarının hangi durumda, ne zaman ve nasıl yapılacağı, içeriği; bu tatbikatlara, toplantılara kimlerin katılacağı açık ve net bir şekilde yazılacak.
YEMİNDEKİ İFADELER
Askerlerin Harp Akademilerinden mezun olduktan sonra ettikleri yeminden "barışta" ifadesi, "askerliğin namusu" ve "amirlerime itaat" gibi muğlak ifadeler ayıklanacak; daha net ve sivil ifadeler yazılacak. Millet ege menliğine, Anayasa' ya ve kanunlara vurgu yapılacak.
Askeri casusluk davasında karar
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuksuz sanık Fatih Alpoğan katılmadı. Alpoğan’ın avukatı Şule İyem, soruşturma sırasında Deniz Harp Okulu’nda öğrenci olan müvekkilinin, daha sonra ayrıldığını ve şimdi kaptanlık yaptığı için duruşmaya gelemediğini söyledi.
EL YAZISI İLE İLGİLİ TÜBİTAK RAPORU GELDİ
Mahkeme Başkanı Metin Özçelik, askeri casusluk davasında yargılanan Fatih Alpoğan’ın evinde ele geçirilen el yazısı dokümanlarla ilgili Adli Tıp Kurumu’ndan raporun gelmediği için sanıkla ilgili dosyanın ayrıldığını hatırlattı. Raporun mahkemeye ulaştığını belirten Başkan Özçelik, raporda “el yazısının Fatih Alpoğan’a ait olmadığının" yazıldığını söyledi. Alpoğan’ın avukatı Şule İyem de, müvekkilinin soruşturma sırasında öğrenci olduğunu ve gizli bilgilere ulaşmasının imkansız olduğunu ifade etti. Son sözü sorulan İyem, müvekkilinin beraatini istedi.
2 YIL 11 AY HAPİS CEZASI
Davayı karara bağlayan Mahkeme Heyeti, sanık Fatih Alpoğan’ın fuhuşa teşvik etmek suçundan yeterli delil olmadığı gerekçesiyle beraatini karar verdi. Alpoğan’ın kişisel verilerin hukuka aykırı kaydedilmesi suçunu işlediğini belirten Mahkeme, sanığı 6 ay hapisle cezalandırdı. Ancak Mahkeme, “kısa süreli hürriyeti bağlayıcı" cezayı sanığın ekonomik durumunu dikkate alarak 3 bin TL adli para cezasına çevirdi. Sanığın “verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme" suçunu işlediğini kaydeden mahkeme, Alpoğan’ın 1 yıl 3 ay hapisle cezalandırılmasına hükmetti. Alpoğan’ı suç örgütünün üyesi olmak suçundan 1 yıl 8 ay cezalandıran Mahkeme, toplamda Alpoğan’ı 2 yıl 11 ay hapse mahkum etti.
Tankları alkışlayan çocuklardan olmadım
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş, “Ben darbe dönemlerinde tankları alkışlayan çocuklardan olmadım. Darbede 15 yaşında lise öğrencisiydim. Benim oğlum ‘ordunun yönetime el koyması’ nedir bilmeyecek” dedi.
HERKESİN İŞKENCE HİKÂYESİ ÇIKTI
“Herkes, kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyor. 12 Eylül’ün rakamlarına baktığımız zaman, gözaltına alınan insan sayısı milyonun üzerinde, açılan dava 270 bin. Yani, sayısız insan kamu hizmetinde mahrum kaldı. Binlerce insan işinden oldu. Yurt dışına sürülenler, vatandaşlıktan çıkarılanlar var. Darbelerde neredeyse herkesin bir işkence hikâyesi çıktı. Meclis’te dahi Genel Kurul salonuna giriyorum, bizim milletvekillerimizin çoğu, ‘Ben de 12 Eylül’de gözaltına alındım, 71 muhtırasında gözaltına alındım, başıma şunlar geldi...’ Herkesin acıklı bir hikâyesi var. Bu toplum, çok yaralı bir toplum. Komisyona gönderilen belgelerin bir bölümü gizli belgelerdi. Söz konusu belgeleri raporda yayımlamadık. Ancak bu belgelerden yararlandık. İleride, ‘Bunu da nereden çıkardınız’ denildiği zaman, konunun bilgi ve belgeye dayalı olduğunu göstermemiz gerekiyordu.”
Zeynep artık hava kuvvetlerinin kızı
Önceki gün herkesin gözlerini yaşlarla dolduran bir trafik kazası yaşandı. Uçuruma düşen otomobilde anne ve babasını kaybeden 1 yaşındaki Elif Zeynep, mucize eseri hayatta kaldı. Kazadan 26 saat sonra bulunan bebeği parkasıyla saran babasının komutanı Binbaşı Erdim Zeren yaşananları anlattı. Bu arada Genelkurmay Başkanı'nın özel talimatı ile Zeynep bebeğin tedavisi için Dalaman Askeri Havalimanına özel askeri ambulans uçak gönderildi. Burada kendisini bekleyen askeri ambulans uçaktaki asker hemşire Canan Bilgin’e teslim edildi. Hemşire Bilgin, minik Elif Zeynep hakkında bilgi aldıktan sonra, içinde binbaşı rütbesindeki askeri doktorlar Tolga Yavuz ve Hakan Dede’nin de bulunduğu ambulans uçak saat 11.40’ta Dalaman’dan havalandı. Elif Zeynep bebeğin dayısı Bilal Albayrak ile halası Cansu Birdane de aynı uçakla Ankara’ya giderken, Muğla’da görevli bir çok subay da havalimanına gelip minik Elif Zeynep’i yolcu etti.
Minik Elif Zeynep’in o korku dolu bakışları yüreğimize çöktü. Bir
mucizeden kurtulmuştu... Datça’da babası Ahmet Murat Birdane’nin
birliğinden pazar 13.00 sıralarında yola çıkmışlardı. Annesi Mehtap
Birdane’nin Kırıkkale’deki amcasının cenazesine gidiyorlardı. Yollar
keskin virajdı. Uçurumdu, dardı...
AİLE HAVA RADAR’I ARADI
Saat 14.00 sıralarında her şey bitti. Sanki zaman durdu, film koptu... İşte tam o an ne oldu kimse bilmiyor. Birdane çiftinden saatlerce kimse haber alamadı. Telefonla aradılar, yanıt alamadılar. Aileye ulaşamayan yakınları hemen Datça’daki Hava Radar Mevzi Komutanlığı’na durumu bildirdi. Arama çalışmaları başladı. Önce anne ve babanın cesedine ulaşıldı. Elif Zeynep’in ise ağlama sesi duyuldu. Aracın bulunduğu yere 50 metre uzaktaydı. Babasının komutanı Binbaşı Erdim Zeren, parkasını çıkarıp hemen Elif Zeynep’e sardı. Korku dolu bakışları zihinlere kazınan minik kız, hastaneye kaldırıldı. Onun aç susuz, gecenin ve vahşi doğanın ortasında geçirdiği 26 saat sonrası kurtuluşu mucize olarak kayıtlara geçti.
ZEYNEP BİZLERE EMANET
Minik Elif Zeynep’in tedavisi Marmaris Devlet Hastanesi’nde sürüyor. Sağlığı çok iyi. Başında ise babasının silah arkadaşları bekliyor. Bu mucize kurtuluşun ayrıntılarını öğrenmek için telefonla ulaştığımız ve Elif Zeynep’e parkasını saran Binbaşı Erdim Zeren, “Zeynep artık bu birliğin kızı. Sadece bizim değil tüm Hava Kuvvetleri’nin kızı. Bizlere emanet. Aile gelip teslim alacak ancak biz de okulunu bitirene, gelin olana kadar takip edeceğiz” dedi.
50 METRE EMEKLEMİŞ
Zeren, Birdane çiftinin ölüm yolculuğunu da şu sözlerle anlattı: “Burası küçük bir birlik. Hepimiz yıllardır aile gibiyiz. Ahmet Murat Birdane 2005’ten bu yana hava savunma sistemimizde görev yapıyor. Elif Zeynep kızımız, Mehtap Hanım da kardeşimiz gibiydi. Dört yıllık evliydiler. Kendisi yıllık izindeydi. Eşinin amcasının vefatını duyunca yola çıktılar. Birlikten yolcu ettik, vedalaştık. Akşam haber alamayınca aramaya başladık. 14.00 sularında jandarmadan anne babaya ulaşıldığı ancak bebeğin orada olmadığı haberini aldık. Biz de birlikten yola çıktık. Vardıktan beş dakika sonra, araca 50 metre uzakta Elif Zeynep’i bulduk. Yeni yürümeye başladığı için biraz da emekleyerek arabanın bulunduğu noktadan uzaklaşmış. Korkunç bir kazaydı. Bu kazadan kurtulmasının yanında bu vahşi doğada o kadar uzun yaşaması bir mucize. Domuzların bulunduğu bir bölge. Öğrendiğimiz kadarıyla yağmurun olması kokunun yayılmasını önlemiş... Bulduğumuzda Elif Zeynep çok üşümüştü hemen parkama sardık.”
Marmaris Devlet Hastanesi yetkilileri, Elif Zeynep’in sağlık durumunun iyiye gittiğini söyledi ve şu bilgileri verdi: “Karaciğer enzimleri yüksek. Düşürülmeye çalışılıyor. Bir de kanda enfeksiyon var. Birkaç gün içinde taburcu edilip ailesine teslim edilecek.”
ONU DOĞA KORUDU
Kazanın olduğu pazar günü saat 13.30’da Balıkaşıran Mevkisi’nde şiddetli yağmur etkiliydi. 70 metrelik uçuruma yuvarlanan otomobilin camından fırlayan minik Elif Zeynep, çalıların içine düşerek yaralanmadı. Ancak kazanın olduğu yer yaban domuzlarının görüldüğü bölgeydi. Devam eden şiddetli yağmur Elif Zeynep’in kokusunun yayılmasına engel olarak onu korudu.
Hava Astsubay Murat Birdane ve eşi Mehtap Birdane için Ankara Karşıyaka Mezarlık Camisi’nde, ikindi vakti cenaze namazı kılındı. Murat Birdane’nin naaşı askerler tarafından, eşinin naaşı da yakınları tarafından cenaze arabalarına taşındı. Çiftin cenazeleri daha sonra Karşıyaka Mezarlığı’nda defnedildi. Cenazeye ailelerinin ve yakınlarının yanı sıra garnizonda görevli subay ve astsubaylar da katıldı.
MUCİZE BEBEK, ASKERİ UÇAKLA GATA’YA GÖTÜRÜLDÜ
Elif Zeynep Birdane, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in talimatı üzerine, Ankara’daki Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) sevk edildi. Elif Zeynep Birdane’ye dayısı Bilal Albayrak ile halası Cansu Birdane eşlik ederken, her iki ailenin de minik Elif Zeynep’in velayeti ile ilgili henüz Datça ya da Marmaris savcılıklarına başvuruda bulunmadığı öğrenildi.
ORGENERAL ÖZEL DEVREYE GİRDİ
Marmaris Devlet Hastanesi’nde gözetim altında tutulan minik Elif Zeynep’in, GATA’ya sevk edilmesini isteyen Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, dün Muğla Alay Komutanlığı’na talimat verdi. Marmaris Devlet Hastanesi’ndeki hazırlıklar tamamlanırken, minik Elif Zeynep’in, halası Cansu Birdane ile dayısı Bilal Albayrak da ilçeye geldi.
Bugün saat 10.00 sıralarında, dayısı Bilal Albayrak’ın kucağında hastaneden çıkan Elif Zeynep bebek, daha sonra askeri ambulansla Dalaman Havalimanı’na hareket etti. Minik bebeğin son derece sağlıklı olduğu dikkat çekti. Jandarma ekibi de ambulansa eşlik etti. Minik Elif Zeynep, Dalaman Havalimanı’nda bekletilen askeri uçakla, Ankara’ya götürüldü.
VELAYETİN KİMDE OLACAĞINA HAKİM KARAR VERECEK
İzmir Barosu Başkanı Sema Pektaş, öksüz ve yetim kalan Elif Zeynep Birdane’nin velayetinin kimde olacağına hakimin karar verebileceğini söyledi.
Başkan Pektaş, "Elif Zeynep bebeğin velayetini, geride kalan birinci dereceden yakınları isterse ona verilir. Eğer istenmezse devlet korumasına alınır. Ancak hem babanın hem de annenin yakınları velayeti isterse, bu durumda çocuğun kime verileceğini hakim belirler. Bunda da çocuğa kimin daha iyi şartlarda bakabileceği gibi konular göz önünde bulunduruluyor. Bu konuda, ’çocuk kesin olarak annenin ya da babanın yakınına verilir’ diye bir hüküm söz konusu değil" dedi.
AİLE HAVA RADAR’I ARADI
Saat 14.00 sıralarında her şey bitti. Sanki zaman durdu, film koptu... İşte tam o an ne oldu kimse bilmiyor. Birdane çiftinden saatlerce kimse haber alamadı. Telefonla aradılar, yanıt alamadılar. Aileye ulaşamayan yakınları hemen Datça’daki Hava Radar Mevzi Komutanlığı’na durumu bildirdi. Arama çalışmaları başladı. Önce anne ve babanın cesedine ulaşıldı. Elif Zeynep’in ise ağlama sesi duyuldu. Aracın bulunduğu yere 50 metre uzaktaydı. Babasının komutanı Binbaşı Erdim Zeren, parkasını çıkarıp hemen Elif Zeynep’e sardı. Korku dolu bakışları zihinlere kazınan minik kız, hastaneye kaldırıldı. Onun aç susuz, gecenin ve vahşi doğanın ortasında geçirdiği 26 saat sonrası kurtuluşu mucize olarak kayıtlara geçti.
ZEYNEP BİZLERE EMANET
Minik Elif Zeynep’in tedavisi Marmaris Devlet Hastanesi’nde sürüyor. Sağlığı çok iyi. Başında ise babasının silah arkadaşları bekliyor. Bu mucize kurtuluşun ayrıntılarını öğrenmek için telefonla ulaştığımız ve Elif Zeynep’e parkasını saran Binbaşı Erdim Zeren, “Zeynep artık bu birliğin kızı. Sadece bizim değil tüm Hava Kuvvetleri’nin kızı. Bizlere emanet. Aile gelip teslim alacak ancak biz de okulunu bitirene, gelin olana kadar takip edeceğiz” dedi.
50 METRE EMEKLEMİŞ
Zeren, Birdane çiftinin ölüm yolculuğunu da şu sözlerle anlattı: “Burası küçük bir birlik. Hepimiz yıllardır aile gibiyiz. Ahmet Murat Birdane 2005’ten bu yana hava savunma sistemimizde görev yapıyor. Elif Zeynep kızımız, Mehtap Hanım da kardeşimiz gibiydi. Dört yıllık evliydiler. Kendisi yıllık izindeydi. Eşinin amcasının vefatını duyunca yola çıktılar. Birlikten yolcu ettik, vedalaştık. Akşam haber alamayınca aramaya başladık. 14.00 sularında jandarmadan anne babaya ulaşıldığı ancak bebeğin orada olmadığı haberini aldık. Biz de birlikten yola çıktık. Vardıktan beş dakika sonra, araca 50 metre uzakta Elif Zeynep’i bulduk. Yeni yürümeye başladığı için biraz da emekleyerek arabanın bulunduğu noktadan uzaklaşmış. Korkunç bir kazaydı. Bu kazadan kurtulmasının yanında bu vahşi doğada o kadar uzun yaşaması bir mucize. Domuzların bulunduğu bir bölge. Öğrendiğimiz kadarıyla yağmurun olması kokunun yayılmasını önlemiş... Bulduğumuzda Elif Zeynep çok üşümüştü hemen parkama sardık.”
MİNİK ELİF BÖYLE KURTARILDI
SAĞLIĞI ÇOK İYİMarmaris Devlet Hastanesi yetkilileri, Elif Zeynep’in sağlık durumunun iyiye gittiğini söyledi ve şu bilgileri verdi: “Karaciğer enzimleri yüksek. Düşürülmeye çalışılıyor. Bir de kanda enfeksiyon var. Birkaç gün içinde taburcu edilip ailesine teslim edilecek.”
ONU DOĞA KORUDU
Kazanın olduğu pazar günü saat 13.30’da Balıkaşıran Mevkisi’nde şiddetli yağmur etkiliydi. 70 metrelik uçuruma yuvarlanan otomobilin camından fırlayan minik Elif Zeynep, çalıların içine düşerek yaralanmadı. Ancak kazanın olduğu yer yaban domuzlarının görüldüğü bölgeydi. Devam eden şiddetli yağmur Elif Zeynep’in kokusunun yayılmasına engel olarak onu korudu.
Hava Astsubay Murat Birdane ve eşi Mehtap Birdane için Ankara Karşıyaka Mezarlık Camisi’nde, ikindi vakti cenaze namazı kılındı. Murat Birdane’nin naaşı askerler tarafından, eşinin naaşı da yakınları tarafından cenaze arabalarına taşındı. Çiftin cenazeleri daha sonra Karşıyaka Mezarlığı’nda defnedildi. Cenazeye ailelerinin ve yakınlarının yanı sıra garnizonda görevli subay ve astsubaylar da katıldı.
MUCİZE BEBEK, ASKERİ UÇAKLA GATA’YA GÖTÜRÜLDÜ
Elif Zeynep Birdane, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in talimatı üzerine, Ankara’daki Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) sevk edildi. Elif Zeynep Birdane’ye dayısı Bilal Albayrak ile halası Cansu Birdane eşlik ederken, her iki ailenin de minik Elif Zeynep’in velayeti ile ilgili henüz Datça ya da Marmaris savcılıklarına başvuruda bulunmadığı öğrenildi.
ORGENERAL ÖZEL DEVREYE GİRDİ
Marmaris Devlet Hastanesi’nde gözetim altında tutulan minik Elif Zeynep’in, GATA’ya sevk edilmesini isteyen Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, dün Muğla Alay Komutanlığı’na talimat verdi. Marmaris Devlet Hastanesi’ndeki hazırlıklar tamamlanırken, minik Elif Zeynep’in, halası Cansu Birdane ile dayısı Bilal Albayrak da ilçeye geldi.
Bugün saat 10.00 sıralarında, dayısı Bilal Albayrak’ın kucağında hastaneden çıkan Elif Zeynep bebek, daha sonra askeri ambulansla Dalaman Havalimanı’na hareket etti. Minik bebeğin son derece sağlıklı olduğu dikkat çekti. Jandarma ekibi de ambulansa eşlik etti. Minik Elif Zeynep, Dalaman Havalimanı’nda bekletilen askeri uçakla, Ankara’ya götürüldü.
VELAYETİN KİMDE OLACAĞINA HAKİM KARAR VERECEK
İzmir Barosu Başkanı Sema Pektaş, öksüz ve yetim kalan Elif Zeynep Birdane’nin velayetinin kimde olacağına hakimin karar verebileceğini söyledi.
Başkan Pektaş, "Elif Zeynep bebeğin velayetini, geride kalan birinci dereceden yakınları isterse ona verilir. Eğer istenmezse devlet korumasına alınır. Ancak hem babanın hem de annenin yakınları velayeti isterse, bu durumda çocuğun kime verileceğini hakim belirler. Bunda da çocuğa kimin daha iyi şartlarda bakabileceği gibi konular göz önünde bulunduruluyor. Bu konuda, ’çocuk kesin olarak annenin ya da babanın yakınına verilir’ diye bir hüküm söz konusu değil" dedi.
Uludere soruşturmasında flaş gelişme
Uludere'de 34 kişinin hayatını kaybettiği olayı inceleyen Meclis Komisyonu Başkanı İhsan Şener, "Olayda kasıt yok zincirleme hata var. Genelkurmay talimat vermiş olabilir. Genelkurmay tüm belgeleri bizimle paylaşmadı" diye konuştu.
Geçtiğimiz yıl 28 Aralık'ta Uludere'de meydana gelen olayla ilgili alt komisyonun taslak raporunu NTV ulaştı. Raporun siyasi amaçla kullanılmaması için olayın yıl dönümünden sonraya Ocak ayına sarkıtıldığı öğrenildi.
GENELKURMAY'IN TÜM BELGELERİ PAYLAŞTIĞINI DÜŞÜNMÜYORUZ
Raporun içerisinde hem kaçakçılık, hem yönetim zafiyetiyle hem de zincirleme hatalarla ilgili başlıklar var.
Raporda Uludere ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunuluyor:
"Uludere özelinde talimat ya da strateji söz konusu değil. Genelkurmay Hareket Başkanlığı'ndan talimat söz konusu olabilir. Genelkurmay'ın bütün rapor ve belgeleri paylaştığını düşünmüyoruz."
Geçtiğimiz yıl 28 Aralık'ta Uludere'de meydana gelen olayla ilgili alt komisyonun taslak raporunu NTV ulaştı. Raporun siyasi amaçla kullanılmaması için olayın yıl dönümünden sonraya Ocak ayına sarkıtıldığı öğrenildi.
GENELKURMAY'IN TÜM BELGELERİ PAYLAŞTIĞINI DÜŞÜNMÜYORUZ
Raporun içerisinde hem kaçakçılık, hem yönetim zafiyetiyle hem de zincirleme hatalarla ilgili başlıklar var.
Raporda Uludere ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunuluyor:
"Uludere özelinde talimat ya da strateji söz konusu değil. Genelkurmay Hareket Başkanlığı'ndan talimat söz konusu olabilir. Genelkurmay'ın bütün rapor ve belgeleri paylaştığını düşünmüyoruz."
Ordu’da hak ihlalleri geçiştirilemez / Lale KEMAL
Darbe yasalarıyla dikte ettiği haklarla, mesaisini iç tehdide ve siyasi yaşamı altüst etme üzerine kuran bir ordunun, ülke istikrarına indirdiği darbelerinden hesap sorulmasından dolayı kimi mensuplarının öfkeli olması kabul edilemez, o ayrı bir mesele.
TSK’nın, modern bir orduya halen dönüşmemiş olmasını ciddi şekilde sorgulamakta yarar var. Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO mensubu ülkelerin diplomatları ve askerî ataşeleri ile konuştuğumuzda TSK’da generallerin, etkin silah gücüne sahip, bugünün ve geleceğin tehditlerine yanıt verecek küçük ve profesyonel bir ordu yapılanması anlamına gelen modern bir silahlı kuvvetler fikrini tam olarak kavrayamamış olduklarını ve bu yönde bir modernleşmeye kapılarını kapatmış olduklarını dile getirirler.
Peki, başta siyasi irade parlamentonun, TSK’nın, yurt savunmasına odaklanmış modern bir orduya biran önce geçilmesini sağlamak için yapılması gereken reformları yıllarca değil onlarca yıldır geciktirmiş olmasını kabullenmek mümkün mü? Yurt savunmasına odaklı, yurtiçi kaynakların da önemli desteğiyle teknolojik donanımı güçlü, profesyonel savaş yeteneğine kavuşturulmuş bir silahlı kuvvetler, Türkiye’nin istikrarı ve itibarı için son derece önemliyken üstelik de...
Ordusunu, yapısal reformlarla modern bir orduya dönüştürecek siyasi irade ve parlamento, kendisinde, PKK sorununu çözme iradesini de bulur askerlikteki geçiştirilemeyecek kadar önemli intihar vakaları gibi ciddi hak ihlallerinin de önüne geçebilir.
TSK’da, özellikle zorunlu askerlik hizmetini yapmakta olan askerler arasındaki yüksek intihar oranlarına neden olan dayak, diğer kötü muamele gibi aşağılayıcı hareketlere maruz kalan bireylerin, askerliğin bitiminde sivil hayata geçişte kendileriyle birlikte yakın çevrelerinin hayatını karartıyor olmaları ve bu negatif durumun toplumsal bir soruna dönüşmesi kaçınılmaz hâle geliyor. Dolayısıyla sivil yaşamda da intihar olaylarının yüksek olduğu şeklinde bir kıyaslama yapılarak ordudaki hak ihlallerinin ağır sonuçları hafifletilemez.
Siyasi irade ve parlamentonun dokunmadığı askerlikteki hak ihlallerine ilk el atan, Asker Hakları Platformu adlı sivil toplum kuruluşu oldu. Yine bu STK, uzun çabalar sonucu Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nu harekete geçirdi.
Nihayetinde, komisyonun Başkanı AK Parti milletvekili Ayhan Sefer Üstün, bu STK ile yapılan toplantıdan sonra geçen ayın sonlarına doğru yaptığı açıklamada, “Son 10 yılda intihar eden asker sayısı şehit sayısını geçti” diyerek, TSK’daki asker hakları ihlallerinin vahametini ortaya koydu. Her ne kadar, son 10 yılda intihar eden asker sayısı şehit sayısını geçmiş olsa da 28 yıldır önlenemeyen PKK ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalarda her iki taraf ve siviller dâhil 50 binin üstünde insanın hayatını kaybetmiş olması da bir türlü sorgulanmayan, üzerimize karabasan gibi çökmüş bir sorun.
Asker Hakları Platformu adına komisyona sunum yapan Doç. Dr. Tolga İslam, kötü muamelenin intihar, kalıcı fiziksel hasarlar ve akıl sağlığını yitirme gibi sonuçlara yol açtığına işaret ediyor ve “Bireyler haklarını aramak için korkuyorlar ve ürküyorlar. Bu korkunun ortadan kaldırılması gerekiyor. Bunu yapacak olan Meclis’tir” diyerek sorunun çözüm adresini gösteriyordu.
Bir yanda İslam’ın vurguladığı, “Bireyler hak aramak için korkuyorlar,” diğer yanda, aynı komisyonda konuşan Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hakim Tuğgeneral Akif Vurucu’nun, “Asker kişilerin, ‘başıma bir şey gelir,’ diye şikayet edemiyor demesinin müeyyidesi de düşünülmüş” sözleri, yan yana getirildiğinde ortaya ciddi bir çelişki çıkıyor. Zira, İslam’ın dediği gibi bireyler, yaşadıkları hak ihlallerini dile getirmekten korkuyorlar ve gerçekten sivil yaşamda da başlarına bir şeyler gelebiliyor ve müeyyidesi yok. Hele hele de bu ağır asker hakları ihlallerini haberleştiren gazetecilere, artık eskisi gibi illegal yollardan olmasa da hukuki yollarla baskılar uygulanıyor. Hak ihlallerine göz yumduklarını belgeleriyle yayımlayan gazetecilere karşı kimi üst rütbeli kişiler, açtıkları tazminat davalarıyla bir de haksız zenginleşme arayışlarına giriyorlar.
TSK, madem hak ihlallerini suç olarak görüyor o zaman neden, bu türden suçu işleyen ya da göz yuman personeline gerekli cezayı vererek, caydırıcı olamıyor? Hele de Meclis, neden vatandaşının haklarının ihlallerine karşı koruyucu yasal tedbirleri almıyor?
Jandarmayı ABD'li subaylar mı sorguladı?
GenelKurmay Başkanlığı, 'jandarma timi ABD'li subaylar tarafından
sorgulandı’ iddiasına yanıt verdi: Haberde yer alan iddialara gerçek
dışıdır
Genelkurmay Başkanlığı, Şırnak Ilıcalar'daki bir operasyonla ilgili, "Görevi icra eden jandarma özel harekat timinin ABD'li subaylar tarafından sorgulandığı, bu subaylarla bir Türk subayı arasında tartışma çıktığı, tartışma neticesinde jandarma özel harekat timinin kızağa alındığı" iddiasının gerçek dışı olduğunu bildirdi.
Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinden yapılan açıklamada şöyle denildi:
"24 Aralık 2012 günü bir gazetede 'Şırnak Ilıcalar'da jandarma özel harekat timi tarafından etkisiz hale getirilen iki teröristin üzerinde FGM 148 roketatar ve mermisinin ele geçirildiği, bu görevi icra eden jandarma özel harekat timinin, ABD'li subaylar tarafından sorgulandığı ve bu subaylar ile bir Türk subayı arasında tartışma çıktığı, bu tartışma neticesinde jandarma özel harekat timinin kızağa alındığı' şeklinde mesnetsiz ve maksadı belli olmayan bir haber yer almıştır.
Söz konusu haberde yer alan iddiaların tamamı gerçek dışıdır."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)