Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp sorgulandıktan sonra serbest bırakılan eski Yükseköğretim Kurulu başkanlarından Prof. Dr. Kemal Gürüz'ün, söz konusu örgütle bir ilgisi olmadığını anlatırken, "Askeri darbelere karşıyım... Çetelerin kökü kazınmalı. Hayatımda böyle bir faaliyete katılmadım... Amerikan emperyalizmi palavradır. Ben Amerikancıyım. Dünya barışını ancak Amerika sağlayabilir..." dediğini gazetelerde okudum. (18 Ocak 2008) Gürüz'ün darbecilikle suçlanan Ergenekon örgütüyle bir ilgisinin olup olmadığını, tabii ki, bilmeme imkan yok. Bu konu elbette ki ancak hukuki süreçle aydınlanabilir. Gürüz'ün ABD ile ilgili olarak söylediklerinde samimi olmadığını düşünmek için ise hiçbir sebep yok. Ne var ki, Ergenekon'la ilişkili olmak için "Avrasyacı" olmak gerekmez. Gürüz'den bağımsız olarak, "Amerikancı" olmak, "darbeci" olmaya engel bir durum değildir. Nasıl olabilir ki?..
Türkiye'deki (ve dünyadaki) tüm siyasi gelişmelerin ABD tarafından yönlendirildiği, ABD'nin Türkiye'de (ve dünyada) her istediğini yapacak güçte olduğu iddiaları hurafeden ibarettir. Türkiye, hiçbir döneminde, ABD'nin denetimi altında bir "muz cumhuriyeti" olmamıştır. Ne var ki NATO üyesi Türkiye'de, en azından Soğuk Savaş döneminde yapılan askerî müdahalelerin ABD'nin onayı ve desteği olmadan gerçekleştiği elbette ki söylenemez. 1980 askerî yönetiminin Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine yeşil ışık yaktığı doğrudur da, darbenin esas olarak bunun için yapıldığı iddiası inandırıcı olamaz. 12 Eylül darbesini hazırlayan, kuşku yok ki 1970'lerin sonlarında yaşanan "yavaş çekim iç savaş"tı. Ancak bu darbe sonucunda kurulan Milli Güvenlik Devleti'nin bir "Amerikan reçetesi" olduğuna dair kuvvetli emareler vardır.
TBMM, 1 Mart 2003'te Amerikan askerlerinin Irak'ı işgal için Türkiye topraklarını kullanmasına izin vererek bizi Irak bataklığına sürükleyecek tezkereyi reddettiğinde ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in söyledikleri hâlâ kulaklarımızda çınlıyor: "Askerler güçlü bir liderlik gösteremediler!.." Bu sözleriyle Wolfowitz, işgal yoluyla Ortadoğu'ya demokrasi getirme iddiasındaki Neocon'ların (yani Bush'un akıl hocalarının) Türkiye'de demokrasiyi zerre kadar umursamadıklarını ortaya koymadı mı? Neocon'ların "AKP iktidarı altında Türkiye'nin ABD ve İsrail'den uzaklaşıp İranlaşma yolunda ilerlediğini" ileri süren çok sayıdaki sözcülerinin Türkiye'de askerleri ve kamuoyunu meşru hükümete karşı bugün dahi kışkırtmaya devam ettiklerini, Ergenekon'cularla örtülü bir ittifak içinde olduklarını göremeyen var mı?
Bugün Türkiye'deki siyasi mücadelenin Türkiye'nin Batı ittifakına bağlı kalmasını isteyenler ile Batı'dan uzaklaşmasını isteyen "Avrasyacılar" arasında olduğunu ileri sürmek çok yanıltıcı olur. Denebilir ki AB sürecinin başlamasından bu yana Türkiye'deki temel bölünme, bir yanda ideolojileri ya da çıkarları gereği ülkenin askerî yönetim altında ya da askerlerin vesayeti altında, göstermelik bir demokrasi olarak kalmasını isteyenler (yani "Kızıl Elma" ittifakı ya da Ergenekon yandaşları ve "avukatları") ile öte yanda Türkiye'nin AB standartlarında bir demokrasiye kavuşmasından yana olanlar arasında. Bu bölünmenin bugün Türkiye'nin siyasi, idari (bürokratik), ekonomik ve kültürel bütün elitlerini kapsadığı, ama belki ülke tarihinde ilk kez Batı standartlarında bir demokrasiden yana olanların ağır bastığı söylenebilir.
Elbette ki her iki kanadın da uluslararası müttefikleri var. ABD'de Obama yönetiminin Türkiye'de demokrasinin yerleşmesinden yana tavır alması bekleniyor. Ama Neocon'ların bunu baltalamaya çalışacakları açıkça görülüyor. AB'de Türkiye'de demokrasinin güçlenmesinden yana olanların ağır bastığı söylenebilirse de, tökezlemesinden sevinç çığlıkları atacakların da var olduğunu biliyoruz. Dünyanın geri kalanında Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşmasından, iç mücadelelerle güç yitirmesinden büyük mutluluk duyabilecekler ise saymakla bitmez.
Türkiye'deki (ve dünyadaki) tüm siyasi gelişmelerin ABD tarafından yönlendirildiği, ABD'nin Türkiye'de (ve dünyada) her istediğini yapacak güçte olduğu iddiaları hurafeden ibarettir. Türkiye, hiçbir döneminde, ABD'nin denetimi altında bir "muz cumhuriyeti" olmamıştır. Ne var ki NATO üyesi Türkiye'de, en azından Soğuk Savaş döneminde yapılan askerî müdahalelerin ABD'nin onayı ve desteği olmadan gerçekleştiği elbette ki söylenemez. 1980 askerî yönetiminin Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine yeşil ışık yaktığı doğrudur da, darbenin esas olarak bunun için yapıldığı iddiası inandırıcı olamaz. 12 Eylül darbesini hazırlayan, kuşku yok ki 1970'lerin sonlarında yaşanan "yavaş çekim iç savaş"tı. Ancak bu darbe sonucunda kurulan Milli Güvenlik Devleti'nin bir "Amerikan reçetesi" olduğuna dair kuvvetli emareler vardır.
TBMM, 1 Mart 2003'te Amerikan askerlerinin Irak'ı işgal için Türkiye topraklarını kullanmasına izin vererek bizi Irak bataklığına sürükleyecek tezkereyi reddettiğinde ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in söyledikleri hâlâ kulaklarımızda çınlıyor: "Askerler güçlü bir liderlik gösteremediler!.." Bu sözleriyle Wolfowitz, işgal yoluyla Ortadoğu'ya demokrasi getirme iddiasındaki Neocon'ların (yani Bush'un akıl hocalarının) Türkiye'de demokrasiyi zerre kadar umursamadıklarını ortaya koymadı mı? Neocon'ların "AKP iktidarı altında Türkiye'nin ABD ve İsrail'den uzaklaşıp İranlaşma yolunda ilerlediğini" ileri süren çok sayıdaki sözcülerinin Türkiye'de askerleri ve kamuoyunu meşru hükümete karşı bugün dahi kışkırtmaya devam ettiklerini, Ergenekon'cularla örtülü bir ittifak içinde olduklarını göremeyen var mı?
Bugün Türkiye'deki siyasi mücadelenin Türkiye'nin Batı ittifakına bağlı kalmasını isteyenler ile Batı'dan uzaklaşmasını isteyen "Avrasyacılar" arasında olduğunu ileri sürmek çok yanıltıcı olur. Denebilir ki AB sürecinin başlamasından bu yana Türkiye'deki temel bölünme, bir yanda ideolojileri ya da çıkarları gereği ülkenin askerî yönetim altında ya da askerlerin vesayeti altında, göstermelik bir demokrasi olarak kalmasını isteyenler (yani "Kızıl Elma" ittifakı ya da Ergenekon yandaşları ve "avukatları") ile öte yanda Türkiye'nin AB standartlarında bir demokrasiye kavuşmasından yana olanlar arasında. Bu bölünmenin bugün Türkiye'nin siyasi, idari (bürokratik), ekonomik ve kültürel bütün elitlerini kapsadığı, ama belki ülke tarihinde ilk kez Batı standartlarında bir demokrasiden yana olanların ağır bastığı söylenebilir.
Elbette ki her iki kanadın da uluslararası müttefikleri var. ABD'de Obama yönetiminin Türkiye'de demokrasinin yerleşmesinden yana tavır alması bekleniyor. Ama Neocon'ların bunu baltalamaya çalışacakları açıkça görülüyor. AB'de Türkiye'de demokrasinin güçlenmesinden yana olanların ağır bastığı söylenebilirse de, tökezlemesinden sevinç çığlıkları atacakların da var olduğunu biliyoruz. Dünyanın geri kalanında Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşmasından, iç mücadelelerle güç yitirmesinden büyük mutluluk duyabilecekler ise saymakla bitmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder