Müntehir gazi Kırca’nın cenazesinde eski günleri aratmayacak bir nümayişle karşılanan Tuncer Kılınç şu gururlu ömrünün baharını sürüyor. Yine rövanşçılardan yakınmış. Kimi değerli kanaat önderi kalem erbabının da bu hususta kamuoyunun dikkatini çekme çabalarına aşinayız. ‘Rövanşist duygular’ın zararlarından dem vurur dururlar. Rövanşistler falanjistler gibi siyasi bir akımın militanları gibi anılır, tel’in edilirler. Emekli org, rövanşı yapılacak maçları bir bir sıralamış: “1960’ta bir ihtilal yaşamışız, daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül, sonra da 28 Şubat süreci. Bu süreçlerde kendilerini mağdur hisseden kesimler silahlı kuvvetlerden rövanş alma, öç alma peşine düşmüşler.”
Kılınç, gördüğünüz gibi, rövanşı alınacak alanı biraz geniş tutmuş.
Ey emekli org efendi!
Bu saydığın süreçlerde kendini mağdur hissetmemiş kim vardır, onun da bir listesini çıkarıversene. Bütün toplumu karşına almış, kışladan başka mevsim tanımam havasında atıp tutuyorsun. Darbelerin ve darbecilerin yargılandığı düzene demokrasi deniyor. Bu ‘rövanşistler’ de senin pişkince reddettiğin JİTEM ve benzeri vahşet uygulayıcılarının hesabının demokrasi adına sorulmasının peşinde. Çoluk çocuk için daha iyi, daha güvenli bir memleket istedikleri için. Sır kasalarının üstüne oturmuş, barışın koşulu olarak bu topluma bunaklık öneriyorsunuz. Ama artık kendi aranızda da sökülmeye başladınız. Teyel yerlerinden sökülü sökülüveriyor hepimizin kafasına geçirdiğiniz çuvallar. Eski Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Avundukluoğlu, “Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’ye Uğur Mumcu’nun katillerini gören ‘Ayhan Ayten’i dinlemek istiyorum’ dediğimde, ‘Karıştırma bu işleri’ dedi. Çiller’le de beni görüştürmediler” deyivermiş sözgelimi. Biz o Menteşe ve havaya asılı sırıtışını da, aynı üniformalardan giyip özel timi teftiş eden Çiller’i de iyi hatırlıyoruz. Er geç onlara da sıranın geleceğine inanıyoruz.
Şimdilik askerin yekvücut olup bağrına bastığı Tuncer Kılınç’ın seviyesini bir hatırlayalım. Daha birkaç yıl önce kendisi pek tatsız bir konunun kahramanı olarak gündemleri tutmuştu. Kılınç’ın borcuEski MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın bir ev meselesi yüzünden canı sıkılmış, bizim gibi onmaz rövanşistler tarafından üstüne gidilmişti. Yıl 2006. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde başlayan ve usulsüzlüklerin mali değerinin 118.6 trilyon lirayı bulduğu belirtilen “Özel Kuvvetler Komutanlığı İnşaatı” davasının ‘asker müteahhidi’ olarak tanımlanan bir numaralı sanığı Ali Osman Özmen, duruşmalardan birinde apansız Paşa’nın adını zikredivermişti:
“Bizim rüşvetle işimiz olmaz. Bilgim olan tek şey Tuncer Kılınç Paşa’ya verdiğim 150 bin dolar borçtur.” Üstelik Tuncer Kılınç, henüz borcunu ödeyememişti. Kılınç, bu borcu Özmen’den almasının bir tesadüften ibaret olduğunu belirterek, “Kime desem, 10 misli alırdım” diyordu. Kılınç, rayiç değeri 320 bin dolar olan daireyi de zaten indirimli olarak 175 bin dolara almıştı. Bunu da göğsünü gere gere açıklıyordu. Size Kılınç hakkında lalettayin seçilmiş birkaç kupür.
İlki, Kemal Uzan’la yapılmış bir söyleşiden. Tercüman Gazetesi. “Kemal beyin sinirleri iyice geriliyor. ‘Ne olacak yani’ deyip ekliyor: Bana hiç bir şey yapamazlar. Benim arkamda çok önemli paşalar var. Bunlar (AK Parti’yi kastederek) asker şapkası görünce kaçarlar. Kemal bey, sohbetin bu bölümünde ‘arkamda paşalar var’ derken isim telaffuz etmiyor. Ancak konuşmaların ilerleyen bölümünde dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç paşadan övgüyle söz ederken, yakın dostluklarına atıfta bulunuyor.”
Satılmışları saptama konusunda özel bir yeteneği olduğunu bildiğimiz Kılınç’ın bir demecine de bakabiliriz. Tarih, 19.5.2004, Radikal: “Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği’nin 19 Mayıs 1919 dan Günümüze Türkiye konulu panelinde konuşan Kılınç şu değerlendirmelerde bulundu: ‘Halkın oyunu alabilmek için ona doğruları söyleyemeyen siyasiler, bugün AB den müzakere tarihi alabilmek için Kıbrıs’tan da, Ege’deki hak ve menfaatlerimizden de taviz vermeye hazır. Muhalefette iken AB’yi bir Hıristiyan kulübü olarak nitelendirenler herkesten daha çok AB taraftarı oldu. Batı, Silahlı Kuvvetleri ve Kemalizm’i Türkiye’nin önünde bir engel olarak görüyor. İçimizdeki satılmışlar, ikinci cumhuriyet arayışında olanlar, Yüce Atatürk’ün deyimiyle gaflet ve dalalet içindekiler , bu istekleri alkışla karşılıyorlar. Bu hazin tabloya rağmen siyasilerimizin önceliği imam-hatip liselerine daha fazla öğrenci çekebilmek ve 28 Şubat’ın rövanşını alabilmek şeklinde ortaya çıkıyor.” 13.04.2004.
Yeni Şafak: “Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri emekli orgeneral Tuncer Kılınç, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek ve Kıbrıs Türk Basın Konseyi Başkanı İsmet Kotak, Londra da City Üniversitesi salonunda düzenlenen ‘Dayan Denktaş’ konferansına katıldı. İşçi Partisi’nin İngiltere’deki kolu Anadolu Kültür Merkezi ile İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği konferansta İstiklal Marşı okunmazken, 10. Yıl Marşı ayakta okundu. Tuncer Kılınç, konuşmasına, “TSK’yi temsil etmiyorum. Ben burada tamamen kişisel olarak bulunuyorum” diyerek başladı. Kılınç, bir dinleyicinin, “Askerin sessiz kalışına ne diyorsunuz?” sorusuna şu cevabı verdi: “Bu bir taktiktir belki. Ben askerin sessiz kaldığı kanaatinde değilim. Bazen suskunluk da ifadedir. İlk defa asker, radikal kesimden iktidara gelen ortamda...
Belki Türkiye’nin geleceği açısından sıkıntı yaratmamak için, belki de her yiğidin bir yoğurt yiyişi diyebiliriz. Asker hiçbir zaman sessiz değildir. İlgili platformlarda sesler çıkıyordur.” Gazeteci İsmet Kotak ise Türk basınını ‘mütareke basını’ olmakla suçlarken, Başbakan Erdoğan için de “Başbakan demeye utanıyorum” ifadesini kullandı. Kotak, “Tek yapacağımız iş silahlanıp Beşparmak Dağları’na çıkmaktır” dedi. Prof. Alemdaroğlu da, “Kıbrıs’ın Türkiye’den alınıp Yunanistan a verilmesine şiddetle karşıyım” diye konuştu. İP Genel Başkanı Perinçek de, Milli Güvenlik Kurulu’nun Kıbrıs konusundaki kararını eleştirdi. Perinçek, “Türk ordusu Türk vatanının bağımsızlığını, egemenliğini ve güvenliğini sağlamakla görevlidir ve böyle görevler halkoylarına sunulmaz. Bu demokrasi budalalıklarının kesinlikle terk edilmesi gerekir. Genellikle gözler orduya dönmüştür. Devrimci, laik cumhuriyet, sosyal devlet hiç sevmediğim kelimeler. Türkiye’nin yönetimini düşman ele geçirmiştir” dedi.”26.08.2003. MGK Genel Sekreterliği’nden ayrılış konuşmasından. Cumhuriyet: “Etnik ayrımcılığı demokratikleşme diyerek körükleyen entelektüeller ve yazarlarımız giderek çoğalıyor. Birlik ve beraberliğin harcı olan dil birliğimizi bozmaya çalışan tarikatlaşma ve cemaatleşme yoluyla inanç birliğini zedeleyen tutumlarla nasıl tek yumruk olacağız? Kendi çıkar ve beklentilerini ulusal değerlerin üstünde tutan ve siyasi iktidarlara yaranmayı hedef edinmiş bir kısım medyanın yarattığı kamuoyu ile birlik ve beraberlik sağlanabilir mi?”Brüksel’de iyice celallenerek uzun süre manşetlere oturmasına yol açan konuşması da unutulmazları arasındadır. “Kılınç: Dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığım bir bağnazlığı Brüksel’de Schaerbeek semtinde gördüm. Pantolon üzerine bayanların etek giydiği dünyada tek yer burası. Anadolu’da bile yoktur. Bir dernek temsilcisi: Beyefendi, 32 senedir Schaerbeek’te yaşıyorum. Bir tek Türk kadının pantolon üzerine etek giydiğini görmedim. Kılınç: (yumruğunu sert bir şekilde masaya vurarak) Susun yobazlar, bağnazlar. Aymazlar, susun. Bir öğretmen: Beyefendi, burayı kışla, bizi de erat mı zannettiniz?” Kılınç, bunun üstüne hakaretler savurarak mekânı terk etmeye kalkmış, zorlukla caydırılmıştır. Ekonomik kriz konusunda, “Alırsın mürekkebi, kâğıdı, basarsın parayı. Bizim elimizde olsa darphaneyi yirmi dört saat çalıştırırız...Amerika’nın bastığı paranın karşılığı mı var sanki....” önermesi de yüzümüzü epeyi güldürmüştü. Bu büyük Türk entelektüeli asker emeklisi ve rövanşı aşağılayan herkes şunu bilmeli. Bir toplumun tarihinde bu kadar çok tek kale maç yapılmışsa elbette rövanşı da talep edilecektir. Memleket askeri ligden çıkacak diye mi korkuyorsunuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder