Fikret Bila'ya yaptığı açıklamada eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, 'Prof. Dr. İhsan Dağı'nın hiçbir görüşüne katılmam mümkün değil.' demiş.
Katılmadığı görüşümüzün özünü oluşturan iddia; son yıllarda ordu içinde 'Batı ittifakı karşıtı' bir grubun varlığı...
Çok uzaklara gitmeye gerek yok: Fikret Bila'nın Komutanlar Cephesi kitabı incelendiğinde TSK'nın üst düzey komutanlarının NATO, AB ve ABD hakkında nasıl bir duygu ve düşünceye sahip olduklarını görebilirler; müttefik değil, adeta savaşa girişilecek bir hasım...
Komutanlar Batı ittifakı hakkında tabii ki eleştirel ve hatta karşıt bir pozisyon alabilirler. Bu eleştirellik ve karşıtlığın temelinde nelerin olduğunu analiz etmek de bizim işimiz, yaptığımız da budur.
Tespitlerimize gelirsek... Soğuk Savaş sonrası dönemde TSK, 'Batı ittifakı'nın 'ortak düşman'ın varlığına dayanan bir birliktelik olmaktan çıkıp 'ortak değerler' üzerine bina edilen bir ittifak olduğunu anlamakta zorlanmış olabilir. Ama daha güçlü ihtimal; TSK'nın bunu aslında çok iyi anladığı ve bu yüzden de Batı'dan kopmaya başladığıdır.
Neyi kastettiğimizi açıklayalım: Soğuk Savaş'tan galip çıkan Batı, 'değerler'i merkeze alan yeni bir stratejik bakış geliştirdi. 'Ortak değerlere dayanan ortaklık perspektifi' sadece AB'de gelişmedi; NATO bile 1991 ve 1999 tarihli 'stratejik kavram'ında ittifakın ortak değerlere dayanan niteliğine vurgu yaptı. Bu değerler arasında istikrarlandırıcı ve çatışma çözücü mekanizmalar olarak demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti merkeze konuldu. Bu, askerin sivil denetim altında olmasını da içeriyordu.
Ancak bu 'değerler' üzerine bina edilen 'yeni ittifak' Türkiye için sorundu; daha doğrusu Türkiye'de siyasal iktidar üzerinde uzun süredir vesayet kuran ordu ve onun müdahaleleri için. Askerin sivil denetim altına alınması çağrıları ordunun sistem içindeki yerinin sorgulanması ve orta vadede ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Bu kabul edilemezdi. Zaten etmediler de...
Orgeneral Kıvrıkoğlu, AB özelinde tersini iddia ediyor; 'Ben Türkiye'nin AB'ye üye olmasının jeopolitik ve jeostratejik bir zorunluluk olduğunu söyledim... TSK, AB üyeliğine karşı değildir, olmamıştır.' diyor.
Peki kendisi emekli olduktan sonra ordunun en tepesinde, kuvvet komutanları düzeyinde 'askerî darbe' planlarının yapılmasını nasıl açıklayabilir Orgeneral Kıvrıkoğlu? AB üyeliğinden yana olan bir ordu 'darbe hazırlıkları' yapar mı, kuvvet komutanları birlikleri dolaşıp darbe için nabız yoklar mı, hem de AB üyeliğine en çok yaklaşılan bir dönemde?
Neden mi bahsediyorum? 2003-2004 yıllarında hazırlıkları yapılan ve fakat akim kalan iki darbe girişiminden... Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlükleriyle gün ışığına çıkan bu girişimler için eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök; 'var da diyemem yok da' ifadesini kullandı, ama mahkemeye çağrılırsa ifade verebileceğini de ekledi.
Darbe girişimi tarihini hatırlayalım: 2003-2004. Yani, AB üyeliğine desteğin % 75'i aştığı, hükümetin kapsamlı reform paketleriyle 'Kopenhag siyasi kriterlerini' gerçekleştirmeye kilitlendiği, toplumun ve kurumların AB süreci için seferber olduğu bir dönemde ordunun tepesindeki komutanlar darbe görüşmeleri yapıyormuş... Bu nasıl AB'den yana olan bir ordu? Bu ordunun komuta kademesinin büyük ölçüde Orgeneral Kıvrıkoğlu'nun Genelkurmay başkanlığı döneminden miras kaldığını da hatırlayalım.
Sonuçta; askerin yetişme tarzını, mantalitesini, kurum olarak ordunun siyaset üzerindeki vesayetçi rolünü, buna zemin hazırlayan hukuksal dayanakları demokrasi esasları çerçevesinde yeniden kurmadan Türkiye, temel krizlerinden kurtulamaz. AB üyeliği dahil 'değerlere dayalı bir Batı ittifakı' bunu kolaylaştırıcı bir rol oynar. Buna razı olmayanlar da 'Avrasyacı-Rusçu' bir yöne doğru savrulurlar.
Kısacası, hem AB'den yana hem de darbeci olunamaz..
Katılmadığı görüşümüzün özünü oluşturan iddia; son yıllarda ordu içinde 'Batı ittifakı karşıtı' bir grubun varlığı...
Çok uzaklara gitmeye gerek yok: Fikret Bila'nın Komutanlar Cephesi kitabı incelendiğinde TSK'nın üst düzey komutanlarının NATO, AB ve ABD hakkında nasıl bir duygu ve düşünceye sahip olduklarını görebilirler; müttefik değil, adeta savaşa girişilecek bir hasım...
Komutanlar Batı ittifakı hakkında tabii ki eleştirel ve hatta karşıt bir pozisyon alabilirler. Bu eleştirellik ve karşıtlığın temelinde nelerin olduğunu analiz etmek de bizim işimiz, yaptığımız da budur.
Tespitlerimize gelirsek... Soğuk Savaş sonrası dönemde TSK, 'Batı ittifakı'nın 'ortak düşman'ın varlığına dayanan bir birliktelik olmaktan çıkıp 'ortak değerler' üzerine bina edilen bir ittifak olduğunu anlamakta zorlanmış olabilir. Ama daha güçlü ihtimal; TSK'nın bunu aslında çok iyi anladığı ve bu yüzden de Batı'dan kopmaya başladığıdır.
Neyi kastettiğimizi açıklayalım: Soğuk Savaş'tan galip çıkan Batı, 'değerler'i merkeze alan yeni bir stratejik bakış geliştirdi. 'Ortak değerlere dayanan ortaklık perspektifi' sadece AB'de gelişmedi; NATO bile 1991 ve 1999 tarihli 'stratejik kavram'ında ittifakın ortak değerlere dayanan niteliğine vurgu yaptı. Bu değerler arasında istikrarlandırıcı ve çatışma çözücü mekanizmalar olarak demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti merkeze konuldu. Bu, askerin sivil denetim altında olmasını da içeriyordu.
Ancak bu 'değerler' üzerine bina edilen 'yeni ittifak' Türkiye için sorundu; daha doğrusu Türkiye'de siyasal iktidar üzerinde uzun süredir vesayet kuran ordu ve onun müdahaleleri için. Askerin sivil denetim altına alınması çağrıları ordunun sistem içindeki yerinin sorgulanması ve orta vadede ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Bu kabul edilemezdi. Zaten etmediler de...
Orgeneral Kıvrıkoğlu, AB özelinde tersini iddia ediyor; 'Ben Türkiye'nin AB'ye üye olmasının jeopolitik ve jeostratejik bir zorunluluk olduğunu söyledim... TSK, AB üyeliğine karşı değildir, olmamıştır.' diyor.
Peki kendisi emekli olduktan sonra ordunun en tepesinde, kuvvet komutanları düzeyinde 'askerî darbe' planlarının yapılmasını nasıl açıklayabilir Orgeneral Kıvrıkoğlu? AB üyeliğinden yana olan bir ordu 'darbe hazırlıkları' yapar mı, kuvvet komutanları birlikleri dolaşıp darbe için nabız yoklar mı, hem de AB üyeliğine en çok yaklaşılan bir dönemde?
Neden mi bahsediyorum? 2003-2004 yıllarında hazırlıkları yapılan ve fakat akim kalan iki darbe girişiminden... Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlükleriyle gün ışığına çıkan bu girişimler için eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök; 'var da diyemem yok da' ifadesini kullandı, ama mahkemeye çağrılırsa ifade verebileceğini de ekledi.
Darbe girişimi tarihini hatırlayalım: 2003-2004. Yani, AB üyeliğine desteğin % 75'i aştığı, hükümetin kapsamlı reform paketleriyle 'Kopenhag siyasi kriterlerini' gerçekleştirmeye kilitlendiği, toplumun ve kurumların AB süreci için seferber olduğu bir dönemde ordunun tepesindeki komutanlar darbe görüşmeleri yapıyormuş... Bu nasıl AB'den yana olan bir ordu? Bu ordunun komuta kademesinin büyük ölçüde Orgeneral Kıvrıkoğlu'nun Genelkurmay başkanlığı döneminden miras kaldığını da hatırlayalım.
Sonuçta; askerin yetişme tarzını, mantalitesini, kurum olarak ordunun siyaset üzerindeki vesayetçi rolünü, buna zemin hazırlayan hukuksal dayanakları demokrasi esasları çerçevesinde yeniden kurmadan Türkiye, temel krizlerinden kurtulamaz. AB üyeliği dahil 'değerlere dayalı bir Batı ittifakı' bunu kolaylaştırıcı bir rol oynar. Buna razı olmayanlar da 'Avrasyacı-Rusçu' bir yöne doğru savrulurlar.
Kısacası, hem AB'den yana hem de darbeci olunamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder